Dünden bu güne hangi parçalarımı bırakıp gittim? | İbrahim Uysal
Gelişmiş, Çağdaş, Uygar bir Ülke olmak ve orada yaşamak…
Ne yaptığı, kimin için yaptığı, ne işe yaradığı belli olmayan, halkın vergileri ile oluşan bütçeyi har vurup harman savuran “Geri Kalmış” değil, “GERİ BİRAKTİRİLMİŞ” bir Ülke olmak ve o Ülkede yaşamak;
Arasındaki farkı nasıl anlarız ki?
İşte insanlar o kadar güzel yapıtları, bazı şeyleri bunun için yaparlar. İşte insanlar yazar, o kadar kelâmı dizelerinde bu nedenle anlatırlar.
Peki bunu kimler, ya da bundan kim ne anlar? İşte sorun da.
Bizim gibi kendini “dev aynasında görüp” çok gelişmiş sanan, oysa az gelişmişliğin zirvesini zorlayan ülke toplumlar garip süreçler bu şekilde başlar.
Böyle bir tümcenin ardına genellikle “Milletler” sözcüğü de haksız yere eklenir. Oysa Millet kavramı çok uzun yıllarda oluşur, ne olduğu ise tarih önünde belli olur.
Bugünlerde Ülkemizde yaşanan, kavramların bile iç içe girdiği, karma karışık olduğu SIĞINMACI ya da MÜLTECİ konusunda bunlardan birisidir.
Ülkemizde yaşananlar çağdaş, uygar bir ülke olduğundan hiç kimsenin kuşkusunun olmasın. Buradan yola çıkarak bir bir yaşam öyküsü anlatmak isterim.
Bruno CATALANO, tüm Dünyada “Gurbette yok olup gitmek!..” adlı heykel sergisi ile anılır.
Fas’ta, Sicilyalı bir ailenin oğlu olarak 1960 yılında dünyaya gelir. Ailesi ile birlikte geldiği Fransa’da, 1982’lerde “uyum” için Marsilya’da zorunlu oturuma tabi tutulurlar.
Geldiği Şehir, Ülke ve de daha da önemlisi zorunlu oturum, Fransa’da ki göçmen yaşamı, onu çok fazla derinden etkiler.
Fas’ta da sıradan bir kişi ve ailesi olmayan Bruno ve Catalano bile daha o yıllarda, ülkeye UYUM için, zorunlu ikamete/oturuma tâbi tutulurlar.
Gelelim Bruno’ya.
İnsan, eğitilebilir, öğrenebilen üretken ve doğurgan bir varlıktır. Bruno’nun Sanata olan ilgisi, O’nun yontu/heykel sanatında kendine özgü bir tarz/akım yaratmasına yol açmıştır.
“Les Voyageurs” (GEZGİNLER) olarak adlandırılan bu sanat akımı da yerinden, yurdundan edilen insanların, her yerde bir parçalarını bırakarak yaşamlarını sürdürmeye çalışır. Onların sanatı da eksik yaşamalarını konu alıyor ve yapıtlarda benzer konular işleniyor.
Şimdi oturup düşünüyorum da acaba ben nerelerde, neyimi, hangi parçalarımı bırakıp gittim? Aslında nerede, niçin ve kimlere bırakıp gittiğimin farkındayım.
Bu insanlar o kadar şeylerini feda ederken, bizim de bir vicdan borcumuz olur mu diye düşünmeden edemez insan.
Sizin yaşadıklarınız, sanatınız, yaptıklarımızı, yakınınızdakiler farkında mı?
Bu acıyı duyumsayarak hiç yaşadınız mı?