Dün ve Bugün 2. | Şair Hüseyin Evcil
Tütüncülük, halkımız açısından bir zamanlar önemli geçim kaynağı idi.
Eski fotoğraflarda : Gün doğmadan (karanlıkta) tarlaya gidip, yaprak toplamaktan (yaprak kırmaktan) dönen ve öğle saatlerine kadar, yer yazgıları (çülaki ve hasır) üzerinde oturan,
topladıkları yeşil yaprakları dizme işlemini gerçekleştiren insanları görüyoruz.
Hava sıcak. Pilli radyodan yayılan müzikler eşliğinde sıkı çalışılıyor.
Kısa molada ise, bisküvi ve çay var. Sabahtan satın alınmış simitler de var.
Dizilen tütün yaprakları, uzun kargılara bağlanacak, kuruması için bir süreliğine güneş altında bırakılacak. Yerden 50 – 60 santim kadar yükseklikte sergilenecek.
Çalışkan, sabırlı, onurlu insanlarımız. Samimi insanlarımız. Örnek insanlarımız. Mütevazı geçen yaşamlarında gösterişi, etiketi, kibiri hiç sevmezlerdi. Nimetlere hep şükrederlerdi.
Onların birinci özellikleri : Tatlı dil, güler yüz idi. Taşı, toprağı, çalıyı, odunu, kurdu, kuşu candan, sınırsız sevmeleri idi.
Tütün dikerek geçinmek, öylece yaşama tutunmak pek kolay değildi. Çünkü işin zahmetli safhaları vardı. Çapalanması, ilaçlanması gerekiyordu. O yıl mevsim aşırı kurak giderse, yapraklar biraz buruşursa, toprağın sulanması gerekiyordu.
Büyük emekler. Büyük yorgunluklar. Ucu ucuna tamamlanan parasal ödemeler.
Zaman değişti. Yasalar, piyasalar, talepler değişti.
İnsanlar da çok değişti bu arada. Toplumun geneli, güdümlü medyanın kıskacına girdi ve insanların hafızaları, ufukları kilitlendi.
Belimizi kıran şeyleri özetlersek :
İklimler gri, düşünceler kaypak, sevgiler yapmacık. Bugün için böyle.
Yeni kuşakların önemli bir bölümü kolaycılığı, hazırcılığı, tembelliği, düşüncesizliği seçti.
Bırakalım, bazı gençlerin ovaya, tarlaya, bahçeye adım atmalarını, asla köyde kalmak, asla köyde yaşamak istemiyorlar. Dedelerinin, ninelerinin, babalarının, amcalarının ocaklarını tüttürmek istemiyorlar.
Koyun, keçi, inek bakımı nedense onlara ağır geliyor. Kendilerine nezaketle sorulduğunda, köylerinin ismini saklayıp, şehirde oturduklarını söylüyorlar. Bir fidanı dikmekten, bir ağacı budamaktan, bir tavuğu beslemekten, bir koyunun tüyünü kırkmaktan, bir damı süpürmekten acizler.
Oysa köylü olmak, köyde yaşamak, köyde çalışmak çok özel bir onur kaynağıdır. İnsan, kendi köyünün ismini, bilgilerini, değerlerini, coğrafya özelliklerini mümkünse dünyanın öbür ucuna kadar götürmelidir, fırsat bulduğu ölçülerde köyünü her mekanda tanıtmalıdır.
1 – Hızla köyden kaçan genç kuşaklar apar topar şehre taşındıklarında çağdaş, modern bir şehirli birey gibi davranabiliyorlar mı ? Hayır.
2 – Kimseden borç para almadan kendi ayaklarının üzerinde durabiliyorlar mı ? Hayır.
3 – Komşuları ile, yakın çevresi ile % 100 uyum sağlayabiliyorlar mı ? Tam değil.
Uyum sağlama oranı, sosyal alanlarda tutarlılık oranı % 30 – % 40 civarlarında saplanıp kalıyor.
Oranlar değişmiyor.
Problemler çıkıyor. Bocalıyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti ’nin dilber köyleri hep boşaldı. Emekliler, yaşlılar oturuyor köylerde.
Eğitim yapılmayan köy okulları ise, içler acısı. Kırık, dökük hepsi. Çirkin yapılara dönüşmüşler. Sanki savaştan çıkmışlar.
Büyükşehir Yasası gereği : Köylerin mahalle olarak düşünülmesi, anılması, resmi işlem görmesi de hoş değil.
Ben sisteme bir türlü alışamadım.
Düzenleme adı altında, düzensizlik yaşanıyor. İlçe yönetimleri, topu il yönetimlerine (Büyükşehre) atıyorlar. İlden bekleniyor hizmetler.
Peki, hizmetler zamanında gelebiliyor mu ? Hayır.
Daha üst bir yaşam tarzı uğruna, moda olan şeyleri yakalamak uğruna adeta düşman ateşinden kaçar gibi,
köyden kaçmak, köyü terk etmek çözüm müdür ?
Enine, boyuna düşünüldüğünü, bilinçli hareket edildiğini sanmıyorum.
Örneğin : Köyden göçen, şehirde zar – zor geçinen, yoksul sayılabilecek bir aile. Yüksek rakamlı kiraları kabullenip, apartman katında oturmakta ısrar ediyor. Kira ödemelerini aksatıyor. Oysa şehrin kenar semtlerinde çok daha hesaplı evler var. Fakat onları beğenmiyor. Odun kesmek, soba yakmak, soba külü temizlemek istemiyor. Elektrik, klima ya da doğal gaz ile ısınmak istiyor. AVM ’lerde, Pizza ’larda oturmak (oralarda görünme çabası) istiyor. Yaşı daha 25 fakat her yere motorla, taksiyle gidiyor. Yürümek istemiyor. Çünkü gösteriş hastalığının pençesine düşmüş durumda. Zaaflar diz boyu.
Telefon manyaklığı zaten tavan yapmış durumda. Avrupa rekoru bizde.
İki adet taksisi ve dört adet motosikleti bulunan (ergenlik dönemindeki çocuklarına armağan niyetiyle almışlar … ) köy kökenli aile gördüm. Şaşırdım kaldım. Fakat onlara göre çok normal.
– Benim param. Benim yaşamım. İstediğim, sevdiğim her şeyi alırım. Kim karışabilir ? Kim ne diyebilir ? Ben de insanım.
gibi bir görüşe sahipler
(bazı genç insanları ve bazı orta yaş insanları kastediyorum).
Böyle görüş olabilir mi insanda ?
(israfı, fikirsizliği kastediyorum)
Olmamalı ama oluyor işte.
Eski insanların, doyumsuz – şımarık insanları tanımlarken kullandıkları kısacık bir cümle vardı :
– Gök görmedik !
derlerdi.
Gün geliyor, ibreler tersine dönüyor, her şey tıkanıyor. Geçinemeyen, borçları çoğalan kişi, bunalıyor, agresif – saldırgan oluyor. Köyde kalan büyüklerinin ne zaman öleceklerini düşünmeye başlıyor. Değeri küçük olsun ya da büyük olsun, uzaktaki potansiyel miras (mal, mülk) onu zamansız tahrik ediyor.
İşte bu, çok riskli, çok tehlikeli bir tahrik. Şeytani bir tahrik olup, düşünen kişiye zararlar verir.
Şehirde, kahvehanede, okey masasında konuşulana bakalım şimdi -}
– Sorma birader. Kocamanlar hala debeleniyorlar. Ölemediler. Yedi canlılar. Kaç defa ameliyat geçirdiler. Yeter gari. 100 sene mi yaşayacaksınız ? Kazık mı çakacaksınız ?
Aile büyüklerinin ölmelerini dilemek, hesaplamak kadar dünyada ve Mahşer Günü ’nde, o günahkar insanı şiddetle çarpan, dibe batıran başka bir şey olamaz. Rezillik.
Yapılanın, dört kelime ile açıklaması şu -}
Cahillik + Bencillik + İnançsızlık + Nankörlük
Saygısızlığın, yozlaşmanın en yüksek basamağı. Gıyabında bir cinayet projesi.
Ayrıca şu da var. Mutlaka yaşanır, insanın başına gelir. Bugün yürümeyen, yürümekten kaçınan genç insan, yarın
(diyelim, 5 yıl sonra – 10 yıl sonra) hiç yürüyemez.
Oturduğu yerden kalkamaz.
Tütünden söz ediyordum.
Fark etmişsinizdir, yazılarımda birkaç konuyu aynı anda ele alabiliyorum. Birbirinden ayrı gibi görünseler de birbirine bağlı konulardır.
Tütün ve pamuk üretimlerimizin iyice düştüğünü hepimiz biliyoruz. Bildiklerimiz bizi rahatlatmıyor. Keşke rahatlatsa.
Sadece tedirgin ediyor.
Amerika ’dan tütün, Yunanistan ’dan pamuk, Sırbistan ’dan et, Rusya ’dan buğday, Sudan ’dan sarımsak, makarna, dondurma, tereyağı, küçükbaş hayvan, büyükbaş hayvan almaya devam ediyor muşuz.
Yumurta, karpuz, kavun, üzüm. Neler neler. Petekli bal bile alıyor muşuz dışarıdan. Pes.
En son, dermatolojik ürünler, cilt losyonları gelmiş (ithal edilmiş). Hem de İsrail ’den.
İnanamıyorum. İnanmak istemiyorum. Rahatsız oluyorum. Sinirleniyorum.
Bugün için 126 değişik ülkeden gıda ağırlıklı ürünler ithal ediyor muşuz. Hayret bir durum. Saydığım ürünlerin tamamı burada üretiliyor zaten.
Arkadaş. Bir dakika.
126 oldukça küçük bir rakam. Şunu, düz 150 yapsak ? Yani.
Sonra 200 ’e çıkarırız. Olur biter.
– Oh. Çok rahatladık. Ne isabetli işler yaptık
deriz.
Cenaze tabutlarını en güzel biçimiyle dünyada hangi devlet yapıyor acaba ? İçi süngerli, içi soğuk havalı, içi parfümlü olanları nereden getirtebiliriz acaba ? Bizim marangozlar yeterince düzgün işçilik yapamıyorlar ve son teknolojilerden haberleri bile yok.
Kasada paramız var, neden almayalım ? Hem biz ölülerimizi çok severiz. Onların rahat uyumalarını isteriz.
Acayip bir dışa bağımlılık. İç piyasamızın aleyhine. Emekçilerimizin aleyhine.
Hepsi manidar. Hepsi moral bozucu. Hepsi sakıncalı. Hepsi ilaçlı. Hepsi hormonlu.
Kendime tekrar, tekrar, tekrar soruyorum.
Biz aptal mıyız ? Biz geri zekalı mıyız ?
DEĞİLİZ ASLINDA. DEĞİLİZ AMA …
Peki, Aziz Nesin neden öyle ağır konuştu geçmişte ?
Demek ki bir bildiği vardı. İş olsun diye konuşmamıştır.
Tüketime dair gereksinimlerimizi dışarıdan karşılamaya, yani dışarıdan satın almaya başlamamız gerçekten üzücü. Çünkü milli sektörlerimiz küçülüyor.
Bizi sevmeyen, bizden nefret eden, sürekli kuyumuzu kazan bazı devletlerle iş bağlantıları kurmaya çalışıyoruz. Onların kazanması için uğraşıyoruz. Sanki onlara karşı bir ezikliğimiz var.
Bu nasıl bir milliyetçilik, bu nasıl bir ticaret anlayışı, ben anlamıyorum ? Anlayanlar vardır, destekleyenler vardır.
Risk büyük. Her gün büyüyor.
2005 yılından bu yana İngiltere ’nin plastik ağırlıklı çöplerini satın alıyoruz. Geri dönüşümde işlemek üzere nakit paralar ödüyoruz.
Buna gerek var mı ? Yok.
Zorunda mıyız ? Hayır.
İngiltere Devleti ve Halkı, biz Türklerin dostu mudur ? Hayır.
2020 yılında ve gelecek yıllarda ülkemizde daha çok işsiz insan olacağı bekleniyor, tahmin ediliyor. Çünkü üretimimiz daha da kısılacak.
Bizi, işsizliğe çözüm bulamayan, teröre çözüm bulamayan, dışarıya karşı muhtaç, dışarıya karşı mahkum, köle gibi göstermeye çalışan, görünmez bir güç var zaten.
Atatürk ilkelerine ve önerilerine aykırı, vatanseverliğe aykırı birçok sivri (abartılmış) proje rahatlıkla uygulamaya konulur oldu.
Birikimlerimiz eriyor. Paralarımız dışarıya uçuyor.
Elbette bunlar, sevimsiz dış baskıların ve dayatmaların sonucudur.
Dışarıdan gelen hiçbir emperyalist saldırı, hiçbir ekonomik saldırı, hiçbir siyonist saldırı ya da hamle geri püskürtülmüş değildir. Tümü amacına ulaşmıştır (bir biçimde ulaştırılmıştır). Fakat topluma karşı, medyanın çarpıtmaları ve gizlemeleri sayesinde, engellenmiş gibi, püskürtülmüş gibi gösteriliyor. Kandırmaca.
Dünya egemenlerinin sözcüleri birkaç gün önce ekranlarda açık açık ifade ettiler. Dediler ki
– Türkiye son dönemlerde iyi iş çıkardı.
İyi iş çıkarmışız !
Allah Aşkına, dünya patronları (dünya canavarları) adına iyi iş çıkaran kimdir ya da kimlerdir ? Türkiye Cumhuriyeti ’ni uzaktan yönlendirenlerin çok önceden çizdikleri koyu kırmızı çizgilerin üzerinde mesailer yapan, cambazlıklar yapan bizim politikacılarımız, bizim yöneticilerimiz. Her zaman iyi iş çıkarırlar. Takdirname, Teşekkür Belgesi alırlar. Diğer türlü yoğun sıkıntılar yaşayacaklarını bilirler.
Birileri masa başında Türkiye Cumhuriyeti ’ne rol biçiyor hep.
Ekonomimize, tarımımıza, teknolojimize, dahası, sosyal yaşam tarzımıza, medya grupları ve hükümetler üzerinden müdahale eden batılı tekeller, batılı şirketler amaçlarına ulaştılar.
-} Türk Toplumu az üretir, çok tüketir konuma getirildi.
-} Türk Toplumu az kazanır, çok kaybeder konuma getirildi.
-} Türk Toplumu sindirilir, korkutulur konuma getirildi.
İnsanımıza, yerli malı üretmemeyi, yabancı malı tüketmeyi alıştırdılar.
Alıştık. Kanıksadık. Tepki filan göstermiyoruz.
En belirgin delil, en sarsıcı sonuç, marketlerin raflarıdır.
Yukarıda görüldüğü gibi, doğal, sıcak fotoğraflar albümlerde kaldı.
Geleneklerimizi, yaşamımızın içinden usulca söküp aldı birileri.
Elbette eski günler çok anlamlıydı, çok güzeldi.
Eski insanlar, eski dostluklar, eski heyecanlar, eski mutluluklar.
Fakat asıl önemlisi, eski bereketler, eski memnuniyetler.
El birliği ile bitirmiş, bitirdiklerimizi unutmuş haldeyiz.
Unutulmayacak olayları, unutulmayacak detayları bile yavaş yavaş unutuyoruz.
Artık tütüncülüğü sohbetlerimize konu yapmıyoruz.
Çünkü sistemin içindeki o gizli dizayn ve kontrol mercileri, ele alınacak konuları değiştirdi.
Bugün itibariyle konularımız, konuşmalarımız, tartışmalarımız, girişimlerimiz farklı.
Yolumuz farklı. Yükümüz farklı.
Sanıyoruz ki, kendi açtığımız yolda, kendi kendimize gidiyoruz.
Hep gideceğiz.
Hayır, GİDEMEYECEĞİZ. TOSLAYACAĞIZ.
Masum ve yorgun trenin makasta hat değiştirdiği, yanlış yönlere saptığı çok sonra anlaşılacak. Yolcular tarafından anlaşıldığında ne olur, ne değişir ? Önümüzde ayrı bir sorun.
Ve dere, geriye doğru akmayacak. Akamaz. İleriye doğru akacak. Çok amaçlı çalışacak. Hafif bulduğu, güçsüz bulduğu, uykuda yakaladığı ne varsa, sürükleyip götürecek.
Türkiye ’nin ezeli ve ebedi düşmanı devletler, benimsediğimiz tercihlerden, yani yönelimlerimizden dolayı seviniyorlar.
Çünkü içimizdeki çatlaklar, çürümeler durmuyor, giderek yayılıyor.
Tek yumruk olamıyoruz. Özgür olamıyoruz. Atalarımızın istediği güçlü toplum olamıyoruz.
Nereden nereye geldik biz ?
Burası neresi ?
Buradan nereye gideceğiz ?
Gittiğimiz yerde ne yapacağız ?
Nasıl yaşayacağız ?
Yarın, insan gibi, Türk gibi, gerçek Müslüman gibi ayakta dimdik durabilecek miyiz, yaşayabilecek miyiz ? Kesinliği olmayan şeyler (bence).
Düşünmemiz gerekiyor. Düşünmemiz için de uyanmamız, görmemiz gerekiyor.
Uyanabilir miyiz, görebilir miyiz ? Bizim gerçekten gören gözlerimiz var mı ? Olayları doğru yorumlayabiliyor muyuz ?
Bilmiyorum. Emin değilim.
Çoğu yöneticilerimiz, çoğu insanlarımız, her Allah ’ın günü, kendi değerlerine saldırmakla, kendi geleceğini kemirmekle meşgul.
Bir tür toplu intihar.
Sorumsuzluğumuzun bedeli.
Bilgisizliğimizin bedeli.
Duygusuzluğumuzun bedeli.
Körlüğümüzün ve sağırlığımızın bedeli.
Bedeller zinciri. Kalın, siyah bir zincir bu. Bizim zincirimiz. Kırılacağa benzemiyor. Bütün halkaları dayanıklı.
Üzerinde acilen düşünmemiz gereken çok şey var. Ölümcül şeyler. Öldürmeseler bile kesin süründürürler.
Çocuklarımızın hatırı için,
negatif ve pozitif, her şeyi düşünmek, sorgulamak zorundayız.
Saygılarımla
Yazan: Şair Hüseyin Evcil
Tyrannos Edebi Ürünler
Tire