Düğmeyi Yanlış İliklemek | İbrahim Uysal
Evrende var olan her şey değişiyor ve dönüşüyor.
Filozof Herakleitos (MÖ 535? – 475), bundan yaklaşık 2.500 yıl önce, değişim ve dönüşümü şu sözü ile açıklıyordu:
“Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz.”
Biraz daha gerilere, bundan On bir bin yıl öncesine (MÖ. 9 Y.Y) kadar gider isek; bu kere de Antalya ve Muğla sınırları arasında yer alan iki tepe üzerine kurulmuş, Antalya-Kaş-Kınık da bulunan, UNESCO Dünya Mirası Listesinde de yer alan Xanthos (Xsentius) Antik Kenti taş duvarlarında şu sözler yazılıdır.
“Gürültü ve patırtının ortasında sükunetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında, yapabileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla, unut. Ama kimseye teslim olma. İçten ol; telaşsız; kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin bir öyküsü vardır.”
Ne güzel sözler; zamanı, mekanı ve kişisi yok. Herkes, ama herkesin sözü, düşüncesi ve tavrı olmalı diye düşünürüm.
Ama öyle bir dünyada yaşar olduk ki doğrudur, “her şey değişiyor” ama hiç günahımız ve dahlimiz olmadığı halde bizi de değiştiriyor ve dönüştürüyor.
Bazen, “keşke hiç modernleşmesek mi idik” demekten de kendimi alamıyorum.
Ömer Hayyam, dizelerinde sitemini böyle savuruyordu:
“Her sabah yeni bir gün doğarken,/ Bir gün de eksilir ömürden;/ Her şafak bir hırsız gibidir/ Elinde bir fenerle gelen.”
Evren, Dünya, Ülke, İnsanlar, değerler ve değer yargıları da o kadar çok çabuk değişiyor ki, bazen neyin ne olduğunu bile anlayamaz olup, karıştırırken, Cemal Süreya da bir başka sitemi fırlatıyordu suratımıza.
“Dalgınım;/ Dalıp dalıp gidiyorum bu ara,/ Neyi nereye/ koyduğumu unutuyorum./ Dargınım;/ Kırıla döküle gidiyorum bu ara,/ İnsanlar o kadar acımasız ki;/ Kimi nereye koyduysam bulamıyorum…”
Öyle bir çağda, dönemde yaşıyoruz ki bazen “keşke bu çağda yaşamasaydım” mı? diye de düşünmediğim yok değil hani.
Birçok şeyin sebebini biliyorum.
Birçok kişi ile aynı düşünmediğimi de.
Ama gel gör ki bütün bunlardan ayrı yaşamak gibi bir şansımızın olmadığı gibi kalabalık ve boş bir güruhun yaptıklarından, ettiklerinde ve seçtiklerinden de etkilenmemek olası değil.
Hani Nazım da der ya:
“Ve bu dünyada, bu zulüm/ senin sayende./ Ve açsak, yorgunsak,/ alkan içindeysek eğer/ ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak/ kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —/ kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
Ama çok zaman yapacak bir şeyiniz yok. Dünya düzenini, sömürüyü, emek-sermaye çelişkisini, kapitalizmi, sosyalizmi, diyalektiği kime nasıl anlatayım ki. Anlatsam da kim dinler?!..
Sanki Asaf Halet Çelebi “Put” şiirini bana yazmış gibi.
“İbrahim/ içimdeki putları devir/ elindeki baltayla/ kırılan putların yerine/ yenilerini koyan kim
güneş buzdan evimi yıktı/ koca buzlar düştü/ putların boyunları kırıldı/ İbrahim/ güneşi evime sokan kim?” dese de, ben masum ve günahsızım.
Yeryüzü insanları, Ülkelerin insanları kendilerinin ne olduklarının farkına varmadıkça, insan olduklarını anımsamadıkça yapılacak şeylerin sayısı o kadar azalıyor ki!..
Oysa bütün dinler iyilik, güzellik ve kardeşlikten, yardımlaşmadan, dayanışmadan söz eder. O halde savaşlar, açlık, yokluklar neden?
Dünyanın her yerinden, bütün renklerden milyonlarca Müslüman İnsan her yıl hacca gider. Bir o kadar Hıristiyan Vatikan’ı doldurur.
Ayrıca bir o kadar Budist ayinlerinde iyilik, güzellik, bolluk ve mutluluk dileklerinde bulunurlar.
Sayamayacağımız kadar güzel dünya insanı da “savaşlar olmasın, insanlar ölmesin; açlık ve yoksulluk olmasın” diye çırpınır durur.
O halde neden, yeryüzü her geçen gün biraz daha yaşanmaz oluyor?
Kolombiyalı Andy Jarvis gibi bir adam çıkıyor, insanlar aç kalmasın, dünya en azından şimdilik herkese yeter; yeter ki planlayalım ve üretim dediği YEŞİL DEVRİM projesi ile milyonlarca insanın açlıktan ölmesinin önüne geçilmesi için çabalıyor.
İnsan da insanlık da aklını başına almadığı sürece, gelecek günler pek parlak değil. Bu bütün dünya ile ilgili orantılı olduğu kadar, ülkemiz için de bir YEŞİL DEVRİM lazım ve geçerlidir.
Ülkemizin 2013 yılı Kişi Başına Milli Geliri (GSYİH)12 bin 582 dolar iken, her ne kadar bu yıllar 7-8 bin dolarlara kadar düşse de, bu bile sokaklarda aç ve açık insanların olmaması anlamına gelir.
Çöpten yiyecek, atık kutularından zorunlu giyecek toplayan insanların olmaması demektir. Oysa öyle mi çevrenize siz bir bakın.
Vicdanı olanlar gibi alnı secdeye değenlerin de bunu görmesi, düşünmesi gerekmez mi?
Bu aralar ülke yönetimi ağırlıklı olarak biraz Karadeniz ağır basar. Eeee durum bu olunca, bir Laz türküsü bu öyküyü bitirmez mi?
“Mısırı kuruttun mu/ Ambarda duruttun mu/
Nenen çarık giyerdi/ Bunları unuttun mu?”
Uzun yıllardır olduğu gibi günümüzde de bir ülkeden tutun, en küçük bir organizasyona kadar her şey bir yönetime bağlıdır.
Yönetim seçenlerin, sorumluluk ve duyarlılıkları ile başlar. Seçilenlerin planlama, organizasyon, denetim ve hesap verme süreçlerinden oluşur.
Empati, zaman ile insanın kendisinin de olabileceği süreçleri gözleme, düşünme şeklidir. Bugün aç ve açıkta olmayabilirsiniz. Ama unutmayın, gemi yanar ise keyfi yerinde olan fareler bile bir yere kaçamaz. Ya yanar ölür, ya boğulur ölür.
O yüzden, herkes düğmelerini doğru orantılı olarak dürüst iliklese iyi olur.
Açık yerleri ya yel, ya da sel alır!..