Doğum sancısı gibidir aşk | Yılmaz Pirinççi
Yaşadığın hayatın aynasıdır bazı yüzler
Kaçamadığın kaderindir.
Yıllar önce bir trene binerken,
Aceleyle bir vapura yetişmeye çalışırken çarpmazsın da…
Esrik bir dizenin piç edilmiş bir kelimesine bodoslama dalarsın
Sonra ne kafa kalır nede göz…
Benim dediğin bütün uzuvların isyan eder.
Sana ait sandığın ne varsa her şey yok olur birden
Birden yapayalnız olduğunu hissedersin
Bir başına olduğunu
Her gün güle oynaya anahtarınla açtığın kapının arkasında bir ses özlersin
Duvarlarda bir gölge…
Bir film izlerken omzuna düşecek bir tutam saç
Şöyle beyazı siyahıyla öpüşen…
Elindeki mısır kâsesini muzurca karıştırıp döken bir çocuk haylazlığı
Balkonun bir köşesine oturmuş gecenin hüznüne üflerken sigaranın dumanını
Elinde iki bardak çayla gülümsemesi bayram sevinci bir ay aydınlığı
Bir de beyaz sakallarına değmez mi parmak uçları
Mutluluktan öleyim dersin.
Yüreğinin nerde olduğunu unutmak istersin
Hani özlediğin zaman sadece gözlerinin değil,
Ruhunun gözyaşlarını dindiremediğin hıçkırıklar içinde boğulmak
Bütün damarlarında bir yoksunluk nöbeti gibi seni duvardan duvara çarpsın istersin.
Bir hayatın doğum sancısı gibidir aşk.
Ve sen yüreğinin bütün kemiklerini kırsın istersin…