Depremle Bir Yok Oluş Hikayesi | Nevra Çağlayan
Deprem sonrası, bu acı hepimizin.
Unutmayacağız, unutturmayacağız…
“Bir sevap dokuduk bütün günahlara inat.
Alnımıza çizilmişti kara yazı!
Kaderi sildik defterden.
Yine de gölgesi kaldı sevaba inat!”
Nevra Çağlayan.
…
Deprem sonrası, kardeşlerimle birlikte Hatay’a gittik.
Benim canım annem Antakyalıdır. Canım Babam emekli olduktan sonra “Yaşanası kent” dediği Antakya’ ya yerleşti.
Antakya; çocukluğumun geçtiği, Atamızın bize armağan ettiği ve “Benim şahsi meseledir”
dediği, kadim kentimiz!
Ne yazık ki aylar sonra yok oluşunu izlemek çok acıydı.
Bulutlar hüzün gözyaşlarını döküyordu yıkık ve yalnız kentin üzerine.
Kent diyorum fakat kent yoktu ortada.
Arabadan indim toz ve toprak dolu sokağımda yürüdüm, yürüdüm..
Her gün karşılaştığım, selamlaştığım gülümseyen insanlar yoktu.
Eşim dostum akrabalarım yoktu. Hatay tarihini yazan değerli araştırmacı- yazar ve beni yetiştirerek bu günlere getiren hocam Sn. Mehmet Tekin yoktu!
Sabah kahvelerini hoş sohbetler içinde yudumladığım dostlarım; ressam arkadaşım Şahnaz Yılmaz, KAGİD Derneğinde yıllarca birlikte çalıştığım Rana Atalay, yan Apartman Komşularım; öğretmen Kemal Tazeaslan ve değerli öğretmen eşi, yine komşum ve arkadaşım
Nuray Bulgurcu Beşerikli ve Mehmet’ in sevgili kayıp kızı ve torunu aylar geçmesine rağmen bulunamadılar.
Arka sokak komşum Ebru Sönmez ve güzeller güzeli kızı da yoktu ne yazık ki!
Yan Apartman komşumuz Nilgün ablamın güzeller güzeli kızı sevgili Betül Gündüz, eşi, kızı ve oğlu da yoktu. Antakya’nın en iyi mühendislerinden biri olan Ahmet Levent Özer ve sevgili eşi Hatice Özer de yoktu artık.
Daha isimlerini sayamadığım binlerce can bir anda yok oldular.
Ya toprak altında kaldılar ya da kayıplara karıştılar!
Yüreğim üşüyordu, sessiz çığlığım boğazımda düğümlenip duruyordu!
Apartmanımızın önüne geldiğimde; 3. kattaki kırık dökük cam balkonumuzda tıpkı eski günlerdeki gibi çaylarını yudumlayan, rahmetli anneciğimi ve babacığımı gördüm.
“Üzülme”der gibi bakıyorlardı bana.
Gözyaşlarım yağmura karışıyor, yanaklarımdan aşağı süzülüyordu.
Bu bir yok oluş hikayesiydi.
Ne yazık ki ben, bu hikayenin isimsiz kahramanlarından biriydim.
Toprak altında yitirdiğimiz canların anılarını yaşatacak olan isimsiz ve yalnız bir kahraman!
Siz hiç yaşarken ölmenin ne demek olduğunu biliyor musunuz?
Ben biliyorum! Maalesef yaşayarak öğrendim.
Benim yaşam felsefem; insanca yaşamak ve yaşarken yaşatmaktır.
Ama bu yok oluş hikâyesinde kimseleri yaşatamadım.
Ben öldüm canlarım, ben yaşarken öldüm!
Anneciğimin ve babacığımın bize sunmuş oldukları o muhteşem güzel günler, o günleri yaşadığımız sıcak yuvamız, hoşgörü nün, sevgi, dostluk ve kardeşliğin doyumsuzca yaşandığı, paylaşımın tüm ülkeye ulaştığı modern, çağdaş Atatürk ilkelerinin yaşandığı, buram buram tarih kokan; ters akan nehri gibi bazen çılgın, yemyeşil Harbiye’si şelaleleri gibi bazen coşkun…
“Ezan- Çan- Hazzan” birlikteliğindeki gibi paylaşımcı…
Defne kokusunun her yanı sardığı, müzeleriyle, mozaikleriyle yaşanası kent Hatay!
Tüm yaşanan acılara karşın yeniden ayağa kalkması gereken; yıkılan Meclis Binası’nın, yıkılan Ulu Cami’nin, yıkılan Habib-i Neccar Cami’nin, yıkılan tarihi Kiliselerin ve yıkılan tüm kentin yeniden yaşaması ve yaşatılması gerek.
Yaşatılması gereken o kadar çok şey var ki!
Yıllar önce çok severek çalıştığım, evimizin tam karşısındaki eski iş yerim, “TRT Hatay Radyo” Binası da yoktu artık.
Şu anda yoklar kenti olan Hatay sokakları hiç tanıdık değildi benim için.
İşte dün bu yok oluşun acısını yaşayarak dolaştım hüzün kentinde.
Toprak altında ki canların “Kimse yok mu “ çığlıkları yankılanıyordu her yanda!
Yoktu, kimse yoktu!
Kimsesizler kentimin kimsesi olmak için dolaştım durdum saatlerce!
Yüreğim yanıyordu, yüreğim kırgındı ama ben kimsesizliğe inat, ölüm kenti olan
Hatay’ın yaşayanı olarak yitiklerimizin anılarını yaşatmak için dolaştım saatlerce…
-
Nisan 2023/ Antakya- Hatay
Nevra Çağlayan
…