Deprem gibi bir felaket, öncesi, oluşu ve sonuçlarıyla artık günümüzün yarasını derinleştiren bir olay boyutunda. Yıkımın ortaya serdiği enkazın, yaşamı yeniden örgütleyerek sürdürülebilir biçime sokulması noktasında ise mağduriyet çemberinden kurtulamayan kadınları, bir de bu felaketle nasıl etkilediğine özellikle dikkat çekilmesi gerekiyor. Gerçekten nasıl dikkat çekilmesin ki! Daha depremin ilk gününde enkazdan dışarıya gözünü yeni açmış bir bebekle yüz yüze gelebilmiş olduktan sonra… Ya da örneğin Nurhak’ta yaşandığı gibi ilk depremde dışarıda uygun bir yerde toplananların ihtiyacı için evlere yemek yapmaya giren kadınların öğlenki ikinci büyük depremle birlikte yıkılan evlerin enkazında kaldığını gördükten sonra…
Deprem bölgesine arama kurtarma, gıda ve ihtiyaç malzemesi dağıtma, özellikle kadınların yaşadığı acil sorunları ile taleplerini yerinde tespit etme şeklinde çalışma yapan bazı insanların gözlem ve tanıklıkları da ayrıca bize bu konuda bir fikir verebilmektedir.
Ayçe İdil, depremin dördüncü günü, dahil olduğu bir firmanın ihtiyaç malzemeleri ve eşya yardım ekibiyle Hatay’a gidenlerdendi. Yardım malzemelerini Odabaşı Mahallesi’nde enkazlardan birinin yakınına taşımışlardı. Enkazın başında çalışan bir kurtarma ekibi vardı. Bir anne ile birlikte kucağındaki bebeği enkazdan çıkardılar. Anne sağ ama bebek ölmüştü. Kadın kucağında ölü bebeğiyle kaskatı kesilmiş olarak enkaz kenarında bir yere çökmüş halde hiç ayrılmadan akşam oluşuna aldırmadan saatlerce bekleyişini sürdürüyordu. Kadınların yaşadığı psikolojik çöküntüye aynı şekilde AFAD Destek Gönüllüsü olarak Hatay 600 Evler’de bulunan Kardelen Özlem de tanıktı:
Herkes yoğun bir acı ve moral bozukluğu yaşıyordu, ölümler karşısında babalar da belli ki çok etkiliyordu ama kadınlarınki farklıydı. O çocuğu doğurduğu, emzirdiği büyüttüğü için onun sahiplenme duygusu gibi acısı, kaygısı yanında bütünüyle psikolojik durumu çok kötüydü.
Kardelen, enkazda arama kurtarma çalışması sırasında bir kadının kimseye çaktırmadan enkaza girdiğini ve sonra geri çıktığını gördüğünde uyarmak için yanına gider; kadın üzgün olduğu kadar mahcup bir haldedir. Enkaza girme nedenini, adet olduğu için kendini korumaya alacak ped niyetine bir şey bulmak şeklinde açıklar. Kadın büyük bir risk almıştır. Üstelik kendisini fark eden bir kadın değil de erkek olsaydı belki kendisini hiçbir şekilde ifade bile edemeyecekti. Kadın bedeninin biyolojik açıdan ortaya çıkan bir sorunu karşısında toplumca hala bir tutukluğumuz söz konusudur. Bebek bezi gibi kadın pedi de onların bulunduğu her zaman her koşulda önemli bir ihtiyaçtır. Kardelen, jandarma alanında ihtiyaç kolisi hazırlarken erkeklerin de bu konuda “Abla ondan da, o şeyden de koliye koyacak mıyız” diye utangaçça yaklaşım sergilediklerini ekliyor.
6 Şubat’taki her iki depreme de ailesiyle birlikte yaşadığı Doğanşehir’de yakalanan Gül Erdoğan, kasabaya yardım malzemelerinin ancak üçüncü gün geldiğini ve bunların arasında ise kadınlara özel olanlar dahil hiçbir hijyen malzemesinin kolilerde yer almadığını belirtiyor. Buradan baktığımızda depremin üzerinden bir ay geçmesine karşın hala tuvalet sorununun tam olarak çözülmemiş olmasının kadınlar açısından özellikle ağır bir sorun olduğunu belirtmeye dahi gerek yok!
Aynı şey enkazda olup da kurtarılmayı bekleyen kadınlar açısından da başka bir soruna işaret eder. Kurtarma ekibi eğer bir kadına ulaşmış, kadın yarı çıplak, ya da çıplaksa dışarı çıkmayı reddetmektedir. Nitekim Kardelen, depremle ilgili bir anket çalışmasında “Deprem olduğunda iç çamaşırı ile olsanız ya da kıyafetiniz uygun olmasa dışarı kaçar mısınız?” şeklindeki bir soruya kadınların çoğunluğunun olumsuz yanıt verdiğini okuduğunu söylerken “Bu ürkütücü ve korkunç! Bu nedenle dışarı kaçmayı istemeyenler olabileceğini düşünmek dehşet verici bir şey” diye de ekliyor. Hatay’da Kardelen’in bu bakış açısına dair bir tanıtlığı da var:
Enkazda kendisine ulaşıldığı halde dışarı çıkmayı reddeden bir teyze vardı, Türkçe bilmediği anlaşıldığından tercüme edecek biri çağrıldı. Meğer kadın utandığı için dışarı çıkmıyormuş. Birlikte çalışma yaptığımız askerler ‘teyze yapma-etme, biz hepimiz senin çocuğunuz’ dediyseler de o çıkmak istemedi. Mecburen battaniye bulup tutarak çıkışını sağladık.
Arama kurtarmaya bir madenci ekiple katılan Semiha, depremin üçüncü gününde Malatya’da çalışmaya başladıklarını söylüyor. Kendisi dağcılık sporu yaptığı için enkazdaki çalışmalarda işe yarayacağını düşünerek ısrarla ekibe dahil olmuş. Semiha yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
Madenci, AFAD ve askerlerden oluşan arama kurtarmacıların hepsi erkekti. O yüzen benim varlığım madenciler tarafından değil de erkek AFAD görevlisi ya da askerlerce yadırganıyordu. ‘Abla sen geç, şöyle dur’ veya enkazda gedik açmak için kum ve moloz taşırken ‘Abla sen yorulmadın mı, bırak istersen’, ‘Git dinlen’ dediklerinde gerçekten çok alınıyor, ‘Pardon ama siz yorulmuyorsanız ben niye yorulayım’ demek zorunda kalıyordum. Yani kendimi bir de onlara ispatlamakla uğraştım.
Depremle birlikte bütün ülke insanının gündemi değişti. Genel olarak böyle olsa da kadına yönelik kuşatma ve erkek şiddetinin depremi bile dinlemediğine dair olaylara tanık olundu. Semiha anlatıyor:
Malatya’da çöken AVM’nin karşısındaki bir enkazda kurtarma çalışması yapılıyordu. Enkazda kız kardeşinin ölü ya da diri çıkarılmasını bekleyen bir erkek, madencilere yaklaşarak ‘Bu enkazda benim 38 yaşındaki bacımın da olması lazım. Bacım boşanma ve davası açmış, savcılık bu arada uzaklaştırma vermişti. Kocasından gizlendiği için bu apartmandaydı. Az önce burada benim yanımda gördüğünüz işte onun kocasıydı. Etrafta karısı için dolaşıyor. Hiç iyi niyetli değil. Eğer onu çıkarırsanız az önce burada olan adama aman ha söylemeyin’ dedi.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun, kadınlara destek için oluşturduğu telefon hattını 3 Mart’ta Gaziantep’in Nurdağı ilçesinden depremzede bir kadın aradı. 44 yaşındaki F. adlı kadın biri engelli 5 çocuğu ile çadırda yaşamaya başlamıştı. F., uzun yıllardır uyuşturucu kullanan kocasından şiddet görüyor ve ağır hakaretlerine maruz kalıyordu. Depremden önce savcılıktan uzaklaştırma kararı çıkarttırmıştı. 6 Şubat depreminden sonra ise olağanüstü günler yaşanıyor, belki bir daha yapmaz diye çevresi ve kendi isteğiyle uzaklaştırma kararını kaldırtınca kocası geri dönüyor. Depremzede F., üstelik engelli çocuğu ile çadırda yaşıyorum diye nefes almaya çalışırken kocası önceden olduğu gibi hakarete, dayak atmaya çok geçmeden yeniden başlıyor. F., daha önceden yardım alarak uzaklaştırma kararı çıkardığı Bakanlığın KADES hattından ise olumlu bir sonuca ulaşamıyor. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu yetkilisinin hukuki yollardan şikayet önerisine ise F., eziklik hissiyle “Bunca deprem acısı yaşanırken, insanlar ekmek, çadır bulamazken ben utanırım dayak yiyorum, hakaret görüyorum demeye” diyerek yanaşmak istemiyor.
Depremin ilk günü köyler yanında ilçeler de kendi halindeydi. Hava çok soğuk da olsa evlere özellikle apartmanlara girilmemesi gerekti. Gül Erdoğan’ın anlattığına göre depreme yakalananlar yataktan çıktığı gibi dışarıdaydı. Doğanşehir’de sabahtan itibaren tek katlı evlerde yemek ve çay hazırlayıp dağıtmaya kendileri de bir depremzede olan kadınlar soyunmuştu. İkinci depremden sonra aracı, taşıtı olanlar kentten gitti. Üçüncü gün sabah saatlerinde dışarıdan ulaşan bir yardımla çorba dağıtımı gerçekleşiyor. Gül’ün dikkatini çeken şey çorba sırasına öncelikle ön sıralarda koşup girenlerin erkekler olduğudur. “Bizim oralarda maalesef şöyle bir anlayış vardır: ‘Önce erkek doysun, önce evin beyi doysun, sonrasında kalırsa kadınlar yesin.’ Yani bu anlayıştan faydalanarak ilk sırayı erkekler doldurmuşlardı. Sonradan gördüğümüz arka sıralara düşmüş kadınlara çorba kaldı mı ya da çorbadan yiyebildi mi doğrusu emin değilim” diyen Gül Erdoğan, geleneklere yaslanan ayrımcılığın deprem günlerinde de yolunu şaşırmadığını bizlere işaret etmiş oluyor.
Doğanşehir’de belli başlı yerlerde çadır dağıtımı da ancak üçüncü gün başlamıştır. Gül Erdoğan’ın belirttiğine göre aracı olmayan bir kadının o çadırı dağıtıldığı yerden – çünkü çadır dağıtılan yer kentin merkezine uzaktadır – alıp evine taşıması olanaklı değildir. O yüzden çadıra kavuşanlar çoğunlukla hem fiziksel gücü, hem de aracı olanlardır. Yoksul ve kimsesi olmayan kadınlar bu olanağa ve maalesef ki çadırı taşıma gücüne sahip değildi.
Gül devam ediyor:
Hem ilk, hem de üçüncü gün gelen yardımların yetersiz olması dolayısıyla marketlere girişim yapıldı. Orada da hızla hareket edenler ortalığa bir yağma görüntüsü verdiler. Aracı, traktörü, pikabı olan gelip alabildiği malzemeleri aldı; bunu maalesef ki erkekler yaptı ve orada kadınlara hiçbir nezaket ve incelik gösterilmedi. Ben birçok kadını yere dökülmüş ya da saçılmış bir şeyler bulmaya çalışırken gördüm. Çadır dağıtımında ya da diğer ihtiyaçların dağıtımında kadınlara bir öncelik tanınmadı. Beş gün boyunca kadınların sağlığına dair hiçbir hijyen malzemesinin verildiğine tanık olmadım. Kendi özel araçlarıyla yardım getirenler hijyen malzemesi dağıttı mı ancak onu bilemiyorum.
Enkaz içi, enkaz çevresi ve peşinden deprem çadırı… Kadının yoğun emeğe dayalı çilesi artık çırıl çıplak gözlerimizin önünde. Kocası, çocukları varsa hastası ona bakıyor; taşıma suyla çadır önünde elde çamaşır, bulaşık yıkıyor, temizlik yapıyor… Maraş’ta depremden kendisi ile birlikte yaşlı ve yatalak anne babasını kurtarmayı başarmış bir kadın yakınlarının akıbetini öğrenmek için enkaz başında yanıp tutuşurken dışarıda bir yere yorgan ve battaniye arasına yerleştirdiği ana babasının hasta bezini 40 dakikada bir değiştirmek gibi ağır bir yükün altında eziliyor. Adıyaman’da üç yıllık bir apartmanın yıkılması sonucu 14 yaşındaki kızını kaybeden kadın “Bu bina yapıldığında müteahhit sağlam yapmadı, belediye de biliyor. Şikayet edelim dedik ama dinleyen kim; burada kadının sözü geçmez” şeklinde haykırırken sanki enkaz başındaki kocasına da isyan eder gibiydi. Karar almada olduğu gibi itiraz etmede de söz sahibi edilmeyen kadın, depremin oluşturduğu maddi manevi enkazla başa çıkmak için adeta binbir parçaya bölünmek zorunda kalıyor.
Kaynak: Sendika.Org