Delilerin Şahı Enayilerin Padişahı | Erhan Tığlı
Deli
bunlar canım, hem de zırdeli, hınzır deli, muzır deli…
Zaten Dereköy’den adam çıkmaz. Delilerin şahı, enayilerin padişahıdırlar. Kafadan kontak ve dahi manyaktırlar.
Aralarında aklı başında bir tek adam yoktur. Deli olmasalar eski köye yeni âdet
çıkarırlar da başlarını belaya sokarlar mıydı? Sonradan değil, atadan deli
bunlar. Vakti zamanında padişah bir ferman çıkarmış, “Her köyden bir deli
gelsin” demiş. Dereköylüler ben gideceğim, sen gideceksin diye birbirlerine
girmişler, kavga dövüş etmişler; kolu bacağı kırılmayan, kafası yarılmayan
kimse kalmamış. Padişah da “Dereköyden kim gelirse gelsin” demek zorunda
kalmış. Böylece birinciliği kimseye kaptırmamışlar…
Delidir, ne halt etse yeridir değil mi? Kimseye zararları okunmasın diye
böylelerini toptan tımarhaneye kapatacaksın ya da köylerini karantinaya
alacaksın, oraya geliş gidişleri yasaklayacaksın, delilik bulaşmamış
çocuklarını da alıp başka bir yere yollayacaksın. Yoksa delilikleri dört bir
yana yayılır; devletin çivisi oynar, gemi su alıp batar.
Bunların deliliklerini merak ediyorsunuzdur. Hangi birini saymalı? Bir kere hep
muhaliftirler. A partisi mi seçimi kazanacak gibi görünüyor, bunlar hemen B
partisine oy verirler. B partisi iktidar olursa oyları A partisine gider. İşte
böyle ters adamlardır. Seçimi hangi partinin kazanacağını anlamak istiyorsanız,
bunların hangi partiye oy verdiklerine bakın. İşte bu yüzdendir ki, köylerine
tek bir çivi bile çakılmamış, hiçbir yatırım yapılmamıştır. Ama gene de
akıllanmazlar, burunlarından kıl aldırmazlar. Dediğim dedik, hödüğüm hödük
takımındaki yerlerini asla kaptırmazlar…
Bir başka delilikler şu: Köylerine vali, milletvekili gibi büyük bir adam
geldiği zaman, durumlarına göre dana, koyun, tavuk kesip onları
ağırlayacaklarına, yaşa, bravo diye alkışlayacaklarına, çay bile ısmarlamazlar.
Üstelik adamcağızları ahret sorularıyla terletirler, sorguya çekerler.
Geldiklerine geleceklerine bin pişman ederler. Büyük adam usulen “nasılsınız”
diyecek olsa, “sağ ol” çekip, “İyiyiz. Sağlığına duacıyız. Sayenizde geçinip
gidiyoruz. Hiçbir yaramazlık yoktur. Sırtımız pek, karnımız toktur”
diyeceklerine, “Durum vaziyetleri çok kötü. Aşımız ottur, halimiz moktur. Siz
orada bal kaymak yerken, biz burada kuru ekmeğe talim ediyoruz. Bu mu eşitlik,
bu mu adalet; biz mi efendiyiz siz mi?” derler, servet düşmanlığı, bölücülük
ederler. Can sıkar, moral bozarlar…
Bizde de vardır üç beş muhalif, birkaç densiz. Ama biz onları aramızda
eritiriz. Uzaklardan yorgun argın gelen sayın büyüğümüzün rahatı kaçmasın,
suratı asılmasın diye böylelerinin ağızlarını açtırmaz, kem söz söyletmeyiz.
Aldığımız bütün önlemleri aşarak soru sormaya, akortsuz sesler çıkarma
kalkarlarsa, zurnacı zekiye bir işaret çakar, İzmir marşını çaldırırız. Hele
bir de davulcumuz davulunu gümletip yeri göğü inletmeye başlarsa, muhaliflerin
çatlak sesleri duyulmaz, anlaşılmaz olur. Duyulsa bile sinek vızıltısına
döner…
Fazla zamanınızı almayayım, boşuna meşgul etmeyeyim de Dereköylülerin
deliliklerinin test edilip onaylandığı son olayı anlatıvereyim sizlere.
İlçemize yeni bir kaymakam atandı. Kendini göstermek, bir şeyler yaparak, adını
belletmek istediği için bütün köyleri dolaştı, köylerin ileri gelenlerini
toplayıp bir nutuk çekti.
“Boş oturmayın. Faaliyette bulunun. Basında, medyada köyünüzün, ilçenizin adını
duyurmaya çalışın. Yan gelip yatanları, kahvelerde pinekleyenleri yakarım!”
diye bağırdı.
“Boş durmuyoruz ki. Tarla, bahçe işleri bizi bekliyor. Hem maddi durumumuz pek
müsait değil. Hangi parayla faaliyet yapacağız?” diyecek, şimşekleri üstümüze
çekecek değildik ya. Emir demiri kesermiş. Kaymakam bey kararlı görünüyor.
İtiraz dinlemeyeceğe benziyor. Eşekten düşmüş karpuza dönmeyelim diye hemen baş
eğdik, gerdan kırdık. Hep bir ağızdan, “Emriniz baş üstüne. Siz hiç merak
etmeyin. Elimizden geleni yaparız” dedik. Daha sonra da neler yapacağımızı
tartışmaya başladık. Ömrünün çoğunu büyük kentlerde geçirmiş, feleğin
çemberinden geçmiş Çetin Çevik hemen öne atıldı:
“Arkadaşlar! Boşuna vakit kaybetmeyelim. Bu işler uzun uzadıya düşünmekle
olmaz. Geç kalırsak çabalarımız boşa gider. Hem bizim gibi adamların düşünmesi
iyi değildir. Düşünen kafalara tehlikeli fikirler üşüşür, büyüklerimiz her şeyi
bizden daha iyi düşünür. Yapacağımız tek şey var. Bir futbol takımı kuralım.
Çünkü futbol denilince akan sular durur, reytingler tavana vurur! Sayın
büyüklerimizin elbet bir bildiği vardır. Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
İşi sağlama bağlamak için de futbol en iyi, en güzel yoldur” dedi.
Doğru söze ne denir! O bakımdan hiç itiraz etmedik. Bu teklifi hemen kabul edip
çabucak eyleme geçtik! Yani eski bir merayı futbol sahası haline getirdik. Kale
direklerini de dikip yedekleriyle birlikte yirmi kişilik bir takım hazırladık.
Sabah akşam antrenman yaptırarak gençlerimizi forma soktuk. Oyuncularımız maç
yapmaya hazır olunca da çevre köylere haber saldık, maç teklif ettik. Açılışa
kaymakam beyimizi davet ettik. Bu iş o kadar hoşuna gitti ki, maçta bir süre
oynadı ve gol attı. Gazetelerde sporsever kaymakam diye resimleri çıktı. Bizi
hararetle kutladı. Örnek köy ilan edip ödül ve plaket verdi. Yönetim
kurulumuzun yanaklarından öptü, futbolcularla tokalaştı…
Dereköylüler ne yapsa beğenirsiniz? Köylerine bir okuma odası açmışlar. Sağı
solu velveleye vermişler, kitaplık için kitap bağışı istemişler. Bir tiyatro
kurup sahneye oyun koymaya kalkmışlar. Okuma odalarına hep aşırı yolcuların
kitapları gönderilmemiş mi! Bu kitapları da bizim deliler hiç incelemeden,
bilen kişilere bunlar sakıncalı mı değil mi sormadan kitaplıklarına
yerleştirmişler. Bu yetmemiş gibi, gelen kitapları kaymakam beye iftiharla
göstermişler. Ama silahları geri tepmiş, kaymakam bu aferin delilerini bir
güzel haşlamış. Hele bir de sahneye koydukları oyunu seyredince küplere binmiş.
Meğerse oynadıkları oyunun yazarı aşırı yolcuymuş, eserde de bir kaymakam
eleştiriliyormuş…
Yerin dibine sokuldukları yetmiyormuş gibi, soruşturma ve kovuşturmalardan
başlarını kurtaramadı bizim deliler. Aylarca karakollarda, mahkemelerde
süründüler. İşlerinden güçlerinden oldular. Mahkemeye gidip gelmekten
yetiştirdikleri ürünlerine gereği gibi bakamadılar, hepsi ya çürüdü ya da
kurudu kaldı; yel üfürdü, su aldı…
Akılları başlarına gelse de, “Biz ettik, sen etme kaymakam bey. Ettik bir
cahillik. Kusura bakma. Özür dileriz. Affet bizi. Pişmanız. Ne yaptığımızın
farkında değiliz. İyi niyetimizin kurbanı olduk. Büyüklüğüne sığınıyoruz. O
kitapların tehlikeli olduğunu bilsek, duysak kitaplığımızdan içeri sokar
mıydık, o oyunun ucunun size dokunduğunu anlasak oynamaya kalkar mıydık?
Boyumuzdan büyük işlere kalkıştık” deseler iş bu kadar uzamazdı.
Ama nerde… “Biz kötü bir şey yapmadık. Kültürün gelişmesi, kitap okumanın
yaygınlaşması için çalıştık. Başkaları gibi işi ayağa düşürmedik” demişler,
bize taş atmışlar, sportif faaliyetimizi küçümsemişler. Ama kaymakam derslerini
vermiş, hadlerini bildirmiş. Elini masaya vurmuş; “Benim ödüllü köyüme dil
uzatmayın bakayım. Kedi erişemediği ciğere pis dermiş. Ona buna çamur atmayı
bırakın da bu dertten nasıl kurtulacağınızı düşünün” diye bağırmış. Deliler bu
uyarıyı dikkate almadıkları gibi zeytinyağı gibi üste çıkmışlar: “Okuma sevgisi
aşılamak, tiyatro sanatına hizmet etmek suç mu? Kültür hizmetimizden dolayı
bizi kutlamanız gerekirdi aslında. Ama siz milletin efendisi olan bizi
aşağılıyor, azarlıyorsunuz. Kitaplığımız belki yetersizdi, oyunu da tam
canlandıramamış olabiliriz. Teşvik etmeniz, yol göstermeniz gerekirken
uğradığımız bu kötü muamele moralimizi bozdu. Sizden böyle bir şey
beklemiyorduk doğrusu” diye ukalalık etmişler.
Şu işe bak! Ne demişler: kafa kalın, beyin boş; tut kulağından çifte koş. Çift
sürmek traktörlerle yapılıyor artık. Bu yüzden çifte koşulmaya da yaramaz
böyleleri. Yahu, hiç büyük başlarla aşık atmaya kalkılır mı? Deliyle devlet
bildiğini işler. Bizim gibilere de karşıdan bakmak düşer. Dediği dedik, çaldığı
düdüktür onların. Başının belaya girmemesi için ne derlerse peki diyeceksin.
“Salla başını, al maaşını” diye boşuna mı demişler a hödükler!
Kaymakam bey gerekeni yapmış tabii. Hemen zile basmış, bizim delileri
jandarmaya teslim etmiş. Bu gidişle burunları daha çok sürtülür. Ama ben onlara
değil, çoluk çocuklarına acıyorum. Ünlü sözdür; ölüsü olan bir gün, delisi olan
her gün ağlar. Görünen köy kılavuz istemez. Davaları babadan oğula sürecek bu
gidişle. Gözyaşları dinmeyecek. Nereden mi biliyorum? Avukat tutmuşlar
kendilerine bizimkiler. Güya kendilerini savunacaklar, haklarını arayacaklar.
Sanki paraları pek çokmuş gibi, bir de avukata para yedirecekler, işi
uzatacaklar. Git gel, yollar boş kalmasın. Bunlarınki o hesap işte…
Neyse, bırakalım onları da ne halleri varsa görsünler. Kendi düşen ağlamaz.
Zaten dedelerimiz derdi de inanmazdık. Şimdi iyice inandık artık. Başka yere
yağmur yağar, Dereköy’e deli yağarmış. Bunların delilikleri akla fikre
sığmazmış…
Haftaya maçımız var. Buyurun gelin. Kaymakamımız da oynayacak ve gol atacak.
Nereden mi biliyorum? Meslek sırrıdır, söylenmez!