ALTIN
DOLAR
EURO
BIST
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay °C

Dağda Sis Vardı Yüreğimde Neslican | Ferhan Şaylıman

11.11.2019
1.575
A+
A-
Dağda Sis Vardı Yüreğimde Neslican | Ferhan Şaylıman

YAZI ODASI/DAĞ GÜNLÜĞÜ SSİİİSSSS

Birden sisin ardında kaldı dağ, orman, köy ve hayat.

Sabah uyandığımda bir beyaz boşluğun içinden baktım ağaçlara.

Sonbaharını tamamlayamadan soğuğa, yağmura teslim olmuş mevsimin ilk başlangıcıydı bugün. Hatta sonbahar dağdan öylesine aceleyle kaçmıştı ki, sararan yapraklar düşmeye bile fırsat bulamamışlardı kuruyan dallardan.

Ben sisle, yağmurla, soğukla uğraşırken iki gelişme ülkenin gündemine damgasını vurdu: Birincisi Cumhurbaşkanı New York’da BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Nefret söylemi fikir özgürlüğü parantezine asla alınmamalıdır.” dedi. İkicisiyse hayata tutunmak için inanılmaz mücadele veren Neslican kansere yenik düştü. Sonrasında on yedi yıldır bu coğrafyada farklı düşünceleri, kimlikleri, aidiyet duygularını, inançları birbirlerine düşman eden nefret söylemlerinin bir sonucu olarak, Neslican’a yönelik yapılan yüz kızartıcı saldırılar taş gibi oturdu içimize. Sosyal medyada onun yaşam tarzı ve kıyafetinden dolayı cennete gidemeyeceğini yazıp çizenler ilkel duygularını ulaşılması zor noktalara taşıdılar. Ama asıl yıkıcı açıklama bir üniversite rektöründen geldi. Nevzat Tarhan cennete gidemez diyenlerin vahşileşmiş yanlarını parlatırcasına şöyle dedi:

‘’Seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgarına kapılmasaydı, dinlerin hayata anlam katma ve teselli gücünden faydalanabilseydi hastalığı düşman gibi görmezdi.’’

Tarhan’ın yalnızca ölümden medet uman, bireysel bir durumu açıklıyormuş gibi görünen yaklaşımının arka plandaki hedef kitle aslında çok büyük. Rektörün acı çekenleri Neslican’ın şahsında teselli etmeye yönelik önerisi büyük oranda kitlesel bir anlam taşıyor. Dibe vurmuş yaşam koşulları nedeniyle dünyasallaşmaları zaten mümkün görünmeyenleri isyan noktasına sürüklenmekten alıkoyacak tek şey, onları kaderlerine boyun eğdirecek bir biçimde avutmaktan geçmiyor mu? İnsanca bir yaşama kavuşmaları koşullar değişmediği sürece mümkün olmayanlara öteki dünyadan, sabretmekten, kabullenmekten başka seçenek bırakmayan bu yaklaşım, yüzyıllardır sürdürülen kokusu çıkmış, foyası ortaya dökülmüş bir oyun değil mi?

Bunları düşünürken sosyal medyada paylaşılan o fotoğraf ilişti gözüme.

Resimde sisler bahçesinde yere düşmeyi başaramamış Tahsin Çınarı’nın (1) yapraklardan biri duruyordu Neslican’ın elinde: Sararmış, kenarları kuruyup kıvrılmış bir sonbahar yaprağı.

İşte o zaman hep beraber kaybolduk sisin içinde.

Neslican kar beyazı bulutların tepelerine yükseldiğimizde üzerinde kırmızı paltosu, başında kahverengi, geniş kenarlı şapkasıyla fotoğraftan sıyrılıp mutlu bir kıza dönüştü. Siste yan yana savrulduğumuz sırada saçları uçuşuyordu yüzüme doğru. Gelecekten umudunu kesmiş milyonlara öteki dünyada huzura kavuşma umudunu tek seçenekmişçesine sunanlara inat, içine gömüldüğümüz sonsuz beyazlığa geniş bir gülümsemeyle bakıyordu kırmızı paltolu kız.

Ölüm kuşkusuz hayatın gerçeği.

Ama bunu her fırsatta yücelterek, yaşamın önüne koyarak toplumu dizginleyebileceklerini düşünenler insanlara öyle kötülük yaptılar ki, sonunda iliklerimize kadar kuruduk, taşlaştık. Sislerin arasında uçarken bunları ona sormaya cesaret edemedim. İnsana, aşka, sevgiye, politikaya, ilişkilere bakışı, dünyasallaşmaya ateş püskürenlere hiç benzemeyen hayatının baharındaki bir kıza sorulacak başka sorular olmalıydı ama zamanımız kalmamıştı; beni dinleyemeyecek kadar acelesi vardı onun.

Zaten söylenecek her şey fazlasıyla söylenmişti.

Bu aşamada sorular, sözcükler gereksizdi artık.

Gerekli olan tek şey gülümsemekti belki.

Gözden kayboluncaya kadar o kendine özgü aydınlığı hiç eksilmedi yüzünden.

Elinde kuru bir yaprakla gelmişti, yine öyle uçtu gitti.

Bu defa sis unutamayacağım bir oyun oynamıştı bana.

Beyaz bulutların arasından boşluğa kaçıncı bakışımdı kim bilir.

Dağa ilk geldiğimizde sonbaharla tanıştığımız sabahı unutmuyorum. Bembeyaz bulutların rüzgarın şiddetine göre karşıdaki yamacın üzerinden gökyüzünde yuvarlanarak köye doğru ilerleyişi inanılmaz bir görsellikti. Köyün sınırlarından caminin minaresine doğru tepeden yaklaşıp, ortadaki vadiyi de geçtikten sonra kiremit damlı evleri adeta yutan bulutlar aklımızı başımızdan almıştı. Ancak çocukların hayal dünyasına seslenen çizgi filmlerde görülebilecek kareleri sonradan defalarca izledik. Köyün üzerine çöken sisin, minare başta olmak üzere önüne çıkan ne varsa yutması, bende her defasında bir yok oluş duygusu uyandırdı. Ama rüzgarla orantılı bir duyguydu bu. Dağdan kopan esinti aşağıya doğru yüklendiğinde bulutlar geriye çekilmek zorunda kalıyorlardı. Az önce yutulanlar yavaşça yerlerine dönüyordu tekrar. Yani acımasız bir yok oluş değildi izlediklerimiz.

Keşke hep böyle olsa: Sisin ardında kaybolanlar onları en özlediğimiz anlarda, acılarıyla kavrulduğumuz gecelerin sabahında yeniden karşımızda beliriverseler.

Ne tuhaf, hayat geriye dönme şansı olan her şeyi kendince koruyup kolluyor.

Korunanlar hangi kıstaslara göre seçiliyor; bunu öğrenmek için neler vermezdim ki.

On gün öncesine kadar kızıl gün batımlarına tanık olduğumuz dağın şimdiki gerçeği sis: Alıyor, örtüp kaybediyor, sonra yeniden bırakıyor eski yerine. Yaşadığım bütün hayal kırıklıklarını unutmak adına sonsuza kadar izleyebilirim onun bana sunduğu bu doyumsuz oyunu.

Hiç büyümemiş çocuk yanım: Oyunlar!

Bana çok özlediklerimi yalanda olsa geriye çağırabilme cüretini bağışlayan sisin büyülü oyununu tanımlayacak sözcüklerden ne yazık ki yoksunum.

Kaybettiğim şeylerin bulutlar geriye çekildiğinde karşıma çıkabilecekleri ihtimali bile yaralarımı sarmaya yetiyor. Harcanmış umutların, değerini kavrayamadığım aşkların, ellerini sımsıkı tutamadığım insani ilişkilerin, yazılmayı hak etseler de yazılamamış metinlerin, gidilmesi artık mümkün olmayan ülkelerin, hep başka zamanlara ertelenmiş beklentilerin, Neslican’ın fotoğraflarda kalan o benzersiz gülümsemesinin oyunun bir parçasıymışçasına sahnede yerlerini yeniden alabileceklerini düşünmem tam bir pervasızlık.

Olsun biraz da böyle takılmak gerekiyor zamanın sürükleyerek getirdiği değişikliklere:

Pervasızlaşarak, oyunlar kurgulayarak ve sis dağıldığında ortaya çıkacakları hayal ederek.

Ferhan Şayılman
Ferhan Şayılman
1956’da Ankara’da doğdu. Asker bir babanın oğlu olarak ilk gençlik yıllarına kadar hep göçebe yaşadı. Ankara'dan Erzurum'a, Çorlu'dan Balıkesir'e uzanan kocaman bir coğrafyada gitmedikleri yer kalmadı. Ortaöğretimini Bursa Erkek Lisesinde yaptı. Ankara'ya yıllar sonra, 1976'da, üniversiteye girdiğinde geri döndü. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksekokulu'nun taşradan gelmiş bu ürkek delikanlısı Okul yıllarında diğer yaşıtları gibi terörün, kardeş kavgasının cehenneminde kendi payına düşenleri fazlasıyla yüklendi. 1978 yılından itibaren Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Film stüdyolarında kurgucu ve yönetmen olarak çalıştı, senaryo yazarlığı ve belgesel yönetmenliği yaptı. Türkiye'nin en önemli belgesel sinemacısı Süha Arın'ın başta Tahtacılar ve Safranbolu'da Zaman olmak üzere bazı filmlerinin kurgu çalışmalarına katıldı. İstanbul'da Sinema-Televizyon Enstitüsü'nde yönetmen Lütfü Akad'tan sinema dersleri aldı. Mesleğe üniversitede girdi ve bir daha hiç çıkmadı. Yayıncılık alanında ilk işi 16mm kurguydu. Birçok belgesel filme senaryolar yazdı. Senaryolarını kendisinin yazdığı ilk belgesellerini 1985'ten itibaren çekti. Tarihin Tanıkları, Halıcılık, Bir Şenliktir Kadırga, Şemaki Evi bunlardan bazıları. 1992'de özel televizyon yayıncılığı başladığında kurulan Flash TV'de Uzun yıllar haber müdürlüğü, haber koordinatörlüğü, Ankara Temsilciliği ve İcra Kurulu Üyeliği yaptı. 1997'den bu yana yönettiği haber tartışma programlarında, canlı yayınlarda Türkiye'nin içinden geçtiği süreci izleyicileriyle paylaşma çabasını sürdürdü. Halen aynı kanalda haber programcısı olarak mesleğine devam ediyor. 1992'de Damar Dergisi ve Çankaya Belediyesi'nin ortaklaşa düzenlediği öykü yarışmasında "Sığınak" adlı kitabıyla ikincilik ödülü aldı. Bu dönemde öyküleri Damar, Yazıt, İnsancıl gibi edebiyat dergilerinde yayınlandı. Dialog Dergisi'nde sinema eleştirileri, Nokta Dergisi'nde haftalık köşe yazılarıyla çalışmalarını sürdürdü. Damar Dergisi'nde "Perice" adıyla günlükleri yayınlandı. İkinci öykü kitabı N’olur Beni Eve Götür’deki ‘‘Koza’’ adlı öyküyü, Demirtaş Ceyhun, Varlık dergisinde Türk öykü antolojilerine girecek değerdeki bir “ilk aşkın eşsiz güzellikteki anlatımı” şeklinde değerlendirdi. Prof. Dr. Talat Halman’ın ‘‘anlatı sanatında bir virtüöz’’ olarak tanımladığı Şaylıman’ın üçüncü kitabı Zaman Geriye Dönmez, edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş tarafından, aynı yıl yayınlanan 174 “ilk roman”ın ilk sekizi arasında gösterildi. 22 Nisan 2001'de yaptığı bir canlı yayın programını "Kuşatılmışlar Ülkesi Türkiye" adıyla kitaplaştırdı. Yönetmenliğini Yaptığı Belgesel Filmler Şemaki Evi - 1993 Tarihin Tanıkları - 1990 .... Belgesel, 00:09:00 4. Ankara Film Festivali, Kısa Metraj ve Belgesel Yarışması, Belgesel Dalı, Finalist. 1992 Halıcılık - 1989 Kadırga Bir Şenliktir - 1987 Kurgu Filmografisi Şemaki Evi - 1993 Tarihin Tanıkları - 1990 Halıcılık - 1989 Kadırga Bir Şenliktir - 1987 Tahtacı Fatma - 1979 Safranbolu'da Zaman - 1976 Şaylıman’ın Eserleri: • Sığınak (öykü, Damar Yayınları, 1992) • N’olur Beni Eve Götür (öykü, Art Yayıncılık, 2004) • Zaman Geriye Dönmez (roman, Merkez Kitaplar, 2006) • Kırılma Noktası (günce, İmge Kitabevi Yayınları, 2008) Kaynak imge.com.tr 4. Ankara Film Festivali katalogu
YAZARA AİT TÜM YAZILAR
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.