Çark-ı Devran | Nuri Can
Ah! yaralı ırmağım, kanadı kırık turnam, göğsümüze kenetlenmiş hasret…Bir hasret ki yakıcılığı dayanılmaz. Ayrılık kaderimizdir belki…Neylersin ki kimine bir dağbaşı ıssızlığı, kimine ağlamaklı bir ses ödünç verilmiş… Bilinsin ki, diyemediklerimizin, söyleyemediklerimizin, sessizliği; söyleyeceklerimizin olmamasından değildir! Ve bunun içindir ki, dilsizler gibi yalnız yüreğimizle konuşuruz. Kurdun kuşun konuştuğu yerde… uğursuzun puştun konuştuğu yerde… Hep biz susarız…
Kıraç toprak ki çizgi çizgi, Kezban ananın fistanı gibi yırtık pırtık … İbram babanın cepleri gibi delik deşik, pantolonu gibi yama yama… Acılar feryat feryat… Bu nasıl bir hayat oğul… Bu nasıl bir hayat… Umut lime lime. Umut paramparça… Yollar çıkmazlara kilitli, kilit büyük, kilit kocaman… Anahtarı fetbazların, düzenbazların, arsızların elinde… Yokluk, çaresizlik, hasretlik zor oğul, kimseye yaşatmasın tanrım.
Yaşamak bizim için, çile çiçeklerinin rengidir oğul, kızıl kor demetlerince dehşet… İncecik dikenleri vardır ya, çizer ya ellerimizi, ayaklarımızı cam kırıkları gibi; canımız kırılır!… Kan sızar yaralarımızdan oğul, biz bize akarız yine yüreğimizde kendimiz kadar yarayla… Kimseye göstermeden öperiz yaramızı… Acıyı acıyla yıkarız hasret gölünden… Acıdan bal umar, baldan zehir içeriz. Umut umut tohum ekeriz toprağa, diken diken dert biçeriz. Mutluluk deriz, çark-ı feleğin çemberinden geçeriz. Kimi zevki sefa içinde gününü gün eder, kimi yiyecek bir parça ekmek bulamaz. Bu nasıl bir dünya oğul…
“ÇARK” isimli, uzun gurbet öykümden bir kesit.
Nuri Can