Bezirgân | Selahattin Yetgin
‘Ne Bu Şiddet/ Ne Bu Celal/leniş’!…
Hızla tükeniyor İNSAN/oğlu. Hızla akıp gidiyor hoyratça yaslandığı ömür ile birlikte. Kimi kırık bir söz, kimi kırık bir bakışla örseleniyor, hüzünle demleniyor ve duçar olduğu bu dünyada günden güne eriyip bitiyor.
Ömrümüze nakşedilen o devasa renklerin albenilerinden uzak, kimi geceden korkan çocuklar gibi ürkek, kimi kendi dalgasından korkan denizler gibi hırçın, kimi de yaşamın o emsalsiz ummanından medet uman bir ışık yansıması gibi ayaz gecelerde yalnızlık kirmenine dolanarak çaresizliği tadıyor.
Oysa bizler her sabah engin bir denizin çarşaflarını toplayarak başlamalıyız güne. Kıyım ötekileştirilmelerle kendinden bile uzaklara savrulan insanın o ummanları bile sızlatan iç çekişlerine kulak kabartmalıyız. Duyduğumuz sesler aslında kendi sesimiz, kendi kimsesizliğimiz ve kendi çaresizliğimiz, bu böyle biline.
Öyle mi yapıyoruz! Bir dakikalığına soluklanıp sormalıyız kendimize bence. İçerisinde bulunduğumuz o psikolojik travmanın gerçekliğine inanarak kendi suretimizi aynalara nakşettirerek uzun zamandır doya doya bakmadığımız yüzümüzden gönlümüze yansıyan o asil ışıltıya gerçekçi, sevecen bir bakış sürmeliyiz.
Neler oldu bize!. İNSAN olarak kendimize her sabah sormamız gereken en asli soru bu biliyor musunuz?! Sıradan bir hayat bize göre değil, bunu da göz ardı etmeyelim lütfen. Hepimizin hikâyesi farklı… Hepimizin yaşadığı denklemsizlik birbirinin kopyası… Kimimizin parası yok, huzuru yok. Kimimizin parası çok, yine de huzuru yok. Varlıklı ile yoksul aynı karede olamasa da, aynı mekânlarda rastlaşabilirler, aynı yaşam izdüşümünden pekâlâ hayatı bölüşebilirler.
Peki, öyle mi? Elbette ki hayır… Aslında olması gereken, ama gerçekleşmeyen bu buluşmanın adresi bir anlamda yüreğimizin en ücra derinliklerine gizlenmiş bir pusulada yazılı. Orada neler yazdığını her iki taraf da aslında çok iyi biliyor bilmesine ya, işin bir başka boyutunda yaşamayı seçtiler bu aralar.
Sabah gözlerimizi hayata açar açmaz yapmak isteyip de yapamadıklarımızdan başlayalım isterseniz İNSAN olmaya. Üç hecelik bir GÜNAYDIN diyelim birbirimize mesela. Güne zinde başlamanın en güzel yolu bu olsun ve işe en yakınımızdan başlayalım. Daha sonra neşeli bir kahvaltı ki bu hayatın her alanında olabilir. Evde, çorbacıda, kahvaltı salonlarında, parkta, vs’ her yerde olabilir.
İNSANDIR insana selam veren ve İNSANDIR insanın selamını alabilen. Birbirimize verdiğimiz selamlarla iletişim kurabiliriz ancak. Birine selam verip, ‘Nasılsın’ demek zul gelebilir birçoğumuza. Birinin iyi olması bizi ne kadar ilgilendirir ise, bizim iyi veya kötü olmamız da diğerini o kadar ilgilendirecektir mantığı düz bir mantık olarak görünebilir. Ancak 3-5 saniyelik bir merhabalaşma, hal hatır sorma bizi asilleştirir, yaşama hazırlar ve gün boyu zindelik ve tazelik verir.
Trafikte ilerlemek hepimiz için bir kaos, çok iyi biliyorum. Bu karmaşayı kendinize özel müzikler seçerek yumuşatabilirsiniz. İşe yetişmek için son dakikaları kendimize ayırmak yerine biraz daha erkene kurabiliriz saatlerimizin alarmlarını. Birazcık daha erken yatarak bunun üstesinden gelebileceğimizi hepimiz biliyoruz ki bu yaşam kapanında birilerine yem olmamak için kurgulayabileceğimiz çarelerden.
Trafik demişken aldırmayın çevrenizdeki kurt kapanlarına. Bu süreç de geçecek inanın. Bizler İNSAN olmaya çabaladıkça kurtlar dağlarına çekilecek, bu şehrin üzerinden sisler kalkacak ve bu teknolojik devir de İNSAN’lığın sabrı karşısında sükûta uğrayacak.
‘Psikolojik travmalar arttı’ deseler de, aslolan aslında değişmez gerçek. Toplum olarak zor bir sınavdan geçtiğimiz aşikâr. Sizi birkaç dakika dinleyen doktorun da akıbeti bir anlamda aynı… Onun da sıkıntıları farklı değil. Size yazdığı sakinleştiriciler, kaygı gidericiler bir anlık teselliden öteye gitmeyen, bağımlılık yapıcı katmanlar. Sizi sizden eden, bizi bizden eden en varsıl denklem yukarıda da söylediğim gibi İNSAN olabilmenin hazzını kendimize empoze edemediğimizdir.
Henüz yeşil ışık yanmadan bizi kornasıyla taciz eden de İNSAN, bize ters ters bakan birine ‘Birine mi benzettin kardeş’ dediğimizde az sonra üzerimize kurşun boşaltan da İNSAN.
Özünü, sözünü irdelerseniz, çocukluğuna inerseniz yaşadığı değişimler ve travmalar nedeniyle ilerlediği yaşam yolculuğunda geçirdiği evrim onu bizden, kendinden alıp bilinmezliğe götüren.
İNSAN uğradığı haksızlıklar karşısında sergilediği tutumla, kendi içerisinde sıkıştırıldığı kuantumla parçalara bölünüyor anlayacağınız.
İNSAN bir olabilme, diri olabilme uğruna uğraş vermeye devam etmeli sabırla. Bizi yönetenlerin, bizi hamurumuzdan ayırıp lime lime parçalara bölenlerin suç…
Onların en büyük kaybı aslında bizlerden farkında olmadan kopuşu, layık olduğu yolculuğa çıkışı…
Bizler birbirimizi sevdikçe, birbirimize sarıldıkça ve birbirimize sevgiyle gülümsedikçe onlar inanın ki ne sarılacak bir dost bulabilecekler, ne yalancı gülücüklerine karşılık bulabilecekler. O dipsiz kuyuda, o karanlık oyun çukurunda ağlayışlarına yanıt bulamayan çocuklar gibi yalnızlığı sonsuza dek tadacaklar.
Sevgi ve mutlulukla…
…
Selahattin Yetgin