Bezirgân | Selahattin Yetgin
Yaslandık Yalnızlığın Asasına!..
Derin bir iç çekişle önce dünlerimizi, ardından bu günlerimizi irdeler isek, sırlarla olgunlaşan yüz hatlarımızın gerildiğini hissederiz.
Düne dair anıları aslına bakarsanız hiçbir varsıllıkla değiş tokuş edemeyiz. Yanık bir keman sesiyle irkildiğimiz anlardır o anlar. Ruhumuzun en özel odasında kimselerin bizi rahatsız etmeyeceği bir anı seçerek gözlerimizin dolu savaklarına parçaları ağır ağır atarız.
Bizden çekip giden o parçalar başka bir öykünün satır aralarına gizlenen bukleler gibidir aslında. O kalabalık düş harmanından arta kalan sevinç kırıntılarını ne zaman yüreğimizde ufalasak, hep bir düş titremesine maruz kalır bedenimiz. Hafifçe üşürüz işte o an, üzerimize bugünün yorganını çekerek zoraki uykulara dalarız.
Avuç içlerimizdeki çizgiler gibidir yalnızlığımız. Kimi gönlümüzün hislerini, kimi yüreğimizin gelgitlerini, bazen de ömrümüzün kriterlerini anlatır gibidir bize. Dolu dolu yaşadıklarımız, anlatmaya çekindiğimiz sırlarımız, kıymet biçilemez anlarımızdır aslında. O derin ırmaklarda yüzen başıboş balıklar gibi erteli bir film karesinde bizi bekler, bizi konuklar o efsunlu odasında.
Toplum olarak alabildiğine yalnız kaldık. Belki de bir anlamda yalnızlaştırıldık. Bir dönem tuttuğumuz takımdı belki sevdamız, sonra büyüdük, önce maçlara gitmez olduk, ardından izlemekten de soğuduk. Sonra sosyal medyaya kilitlendik. Farklı paylaşımlarla avunduk, yediğimizi, içtiğimizi, gezdiğimiz yerleri bir çırpıda paylaştık, özümüzü tükettik. Yetmedi başa meşgalelere giriştik, olmadı, ondan da vaz geçtik.
Ne yaptıksa olmadı. Ne denediysek sonuç vermedi. Herhangi bir siyasi partinin ardına takıldık. Babadan kalma, akrabalarımızdan miras parti tutma, onun ideallerinin, fikirlerinin peşinden gitme dönemimiz başladı. Kimimiz (A) dediğine, biz (B) dedik, yetmedi (B) değil, (Ğ) diyerek rüştümüzü, kulaktan dolma bilgimizi test ettik, o da kar etmedi.
Aslında biz hep yalnızdık. İnsanlığın tarih sahnesine adım atışından itibaren bu süreç hiç değişmedi. Savaşlar, talanlar, ölümler, zulümler, doğa olayları vs. derken, kâh azaldık, kâh çoğaldık. Yedik, içtik, doymadık, bu dünyayı talan ettiğimizin farkına varamadık ve hep kendi dışımızda çoğaldık, ama aslolan şu ki çoğaldıkça azaldık, yalnız kaldık.
Evet. Göz göre göre yalnızlaşıyoruz artık. Ne kadar çok olsak da, ne kadar kalabalık bir soya sahip olsak da yapayalnız bir kırılmanın içerisinde yokluğu yaşıyoruz, kendi türümüzün içerisinde kayboluyoruz.
Bizim bu yalnızlık sendromumuzun ilacı bana göre de, başkasına göre de aslında Sevgi ve elbette Saygı. Sevgimizi yitirdikçe, birbirimize olan saygımızı birbirimizden esirgedikçe bildik bir sona doğru hızla yolculuk ediyoruz. Kapı komşumuzun selamını duymazdan geliyoruz. Birbirimize bir günaydını çok görür olduk ve bu kalabalık harman içerisinde bir tanıdık yüze hasret kaldığımız için, hızla birbirimizden ayrışıyoruz.
Yarın çok geç olmadan, yarın bizi bize tamamıyla yabancılaştırmadan kendimizle yüzleşme zamanımız geldi, de geçiyor bile. ‘Bize ne oldu böyle’ diyerek kendimize soracağımız bir sorunun tek yanıtı var, o da bizim yüreğimizde. İnsan olarak kendi soyumuzla düşman olmuş isek bunun ilacı da bizde. Birbirimizi severek, birbirimize sevgi yükleyerek ve birbirimize İNSAN olduğumuz için SAYGI göstererek bu sendromun üstesinden elbette gelebiliriz.
…
Çünkü biz İNSANIZ…