Aylan bebek ve savaş mağduru tüm çocuklara / Selma Sayar
O deniz; kağıt, çer-çöp, pet şişe, poşet değil “seni” kustu kıyısına be çocuk!
Bu gün de, çoğu zaman tekdüze yaşadığım ve göreceli huzuruna alıştığım günlerden biri; hayattayım, nefes alıyorum, evim, işim, eşim var. Çocuklarım yanımda, onlarla beraberim. Günlük olağan işlerimi bitirdim. Ertesi gün için birlikte planlar yaptık. Yoğunluğumdan dolayı yorgundum; ama onlara yorgunluğumu hissettirmeden ve masal anlatarak uyuttum. Her şey yaşamın kendi akışı içinde ve olması gerektiği gibi akıyor. Huzurlu, mesut bir günü tamamlamak üzereydim ki, sosyal medyada gezinirken, birden yüzlerce kez paylaşılan o fotoğrafı gördüm; görüntü, o an dünyamı darmadağın etti! Hayat döngüm koptu!
Günlerdir, hatta aylardır haberlere konu olan, artık cesetlerinin bile sayılamadığı mülteci ölümleri, zaten yüreğimi burkmuş ve insani yanımı isyan ettirmişti.
Savaşın ve ölümün olmadığı yerlere, hayatta kalabilmek için ve daha rahat bir yaşama ulaşabilmek için gidenlerin dramı!
Oralarda, onları neyin beklediğini bilmeden, sadece o güvensiz deniz araçlarına, feribotlara binebilme ve bir bilinmeze doğru sürüklenme… Çoluk çocuk, kadın erkek, amansız bir hayat mücadelesine kulaç atma…
Onlar için deniz, ulaşılmak istenilen yere taşıyandır, umuttur, özgürlüktür. Ama aynı zamanda bir bilinmezliktir; belki de ölümdür! Yüzeyi görünse de, daldıkça girdabında kaybolunandır
O deniz; kağıt, çer-çöp, pet şişe, poşet değil “seni” kustu kıyısına be çocuk! Herkesi taşıyacak gücü buldu da, bir sen fazla geldin ona!
Bütün dünya seni konuştu Aylan. Adın öyleymiş. Baban anlattı o dramatik anları. Yüreği kaldıran dinledi; kaldıramayan, benim gibi gözyaşlarına boğularak ve insanlığından utanarak, inim inim inledi!
Kaçak, dağılmış, parçalanmış hayatların simgesi oldun. O günden beri içtiğimiz su, yediğimiz ekmek, boğazımızdan geçerken bile rahatsız ediyor bizi. Yüreğimiz kangrenleşmiş yara misali, irin akıtıyor; damla damla..
Sadece sen ölmedin. Milyarlarca yıldır bu yeryüzünü meşgul eden insanlık da seninle birlikte öldü. Sayısız kere, milyon kere, milyar kere öldük. Ağıtlar sana masum çocuk! Bütün çirkinliklerin, kalleşliklerin yükünü taşıdın ya; helal sana!
Şimdi günah çıkarma zamanı. Herkes – sizi içlerine almayanlar bile- taşın altına elini
koydu. Ona rağmen korktuk! Ya biz olsaydık; senin ve ailenin yerinde. Ama bir sorun var; hem de büyük: Biz seni de, sana yapılanı da unuturuz, biliyor musun masum çocuk? O anlarda, o günlerde ağlarız, ah’lar, vah’lar çekeriz, dizlerimizi de döveriz; ama bir süre sonra unuturuz! Ne zaman ki ‘sen gibi’ bir facia yaşanır, işte o zaman, sen gelirsin yeniden akıllara. Çünkü biz unutarak ve sorunları uyutarak mutlu oluruz! Başka türlü baş etme yollarını bilmeyiz!
Biliyor musun çocuk? Biz sen gibi Vietnam’daki, Filistin’deki, Irak’taki, Suriye’deki mazlum çocukların başına gelenleri de unuttuk! Biz seni unutsak da masum çocuk, tarih seni unutmayacak.
Sen de Filistinli Handala gibi ölümsüzleştin. “Karikatürist Naji Al Ali, 10 yaşında toprağını terk etmek zorunda kaldığından dolayı Handala’yı daha o yaştayken çizmiş. Handala Arapça “acı” demek. Filistinli Handala, daha sonra dünyadaki tüm mülteci çocukları sembolize eden bir figür olmuş. O hep on yaşında, saçları kirpi gibi, üstü başı pis, akranları gibi neşeli değil, başı hep önde ve düşünüyor, ama Naji Al Ali’nin dediğine göre, hep kehribar kokuyor. Handala dünyadaki acı çeken çocukların simgesi.” (alıntı: Feyza Altun)
Bütün mülteci çocuklar evlerine döndüğünde, Handala yüzünü gösterecek deniyor, ama çizeri alçakça bir katliamda öldürüldüğünden ve dünyadaki tüm mülteci çocukların evlerine dönme olasılığı olmadığından, yüzünü hiçbir zaman göremeyeceğiz Handala’nın.
Bu yüzden dünyanın her yerine heykelini dikmek gerek senin masum çocuk.
Mazlumların, ezilmişlerin, yersiz-yurtsuzların simgesi olarak.
Dünya döndükçe unutulmamak, unutmamak ve unutturmamak için…