Aşk Mevsimi | İbrahim Uysal
Ben baharı, yazı pek severim. İlkin elvanı renk çiçekler açar.
İnsanların giysi yükleri de azalır. Sanki üzerlerinden bir ağırlık kalmış gibi olur herkes.
Pahalılıkmış, zamlarmış, iş güvencesi de ne; kimin umurunda ola ki? Vur patlasın, çal oynasın. Yurt içi, yurt dışı tatil programları, gezmeler tozmalar…
Bunları yazarken biraz durakladım. ‘Dur ya, sen uzayda başka bir dünyada mısın?’ dedim kendime. Bir çimdik atmadım ama sanal paylaşımlar, gazete-TV haber ve programları düşündüm. Hepsi bir film şeridi gibi gözlerimin önünden bir bir geçti. Durdum ve birden karar verdim. Sonuçta uzayda değilim. Ankara’da, onlar da benim ülkemde idi.
Gelişim, değişim ve dönüşüm genellikle iyidir. İlke olarak, diyalektik bakış açısı ile öyle olması gerekir. Çünkü hem insanlık, hem de dünya iyi ve güzelden yana olmalı ki her şey devam etsin, sürsün. Yoksa kötülük ve çürüme, her şeyin sonunu getirir. Bitirir.
Okuduklarım, izlediklerim, gördüklerim, duyduklarım beni “sevgi” ve “aşk” konusunda düşünmeye zorladı. Olayın bilimsel, sosyal hatta siyasal yönünü es geçeceğim. O yönünü psikologlar, psikiyatriler, siyaset uzmanları, sanal ve gönül danışmalıkları, yeni “PERİHAN ABLALAR/ABİLER” halletsinler, bana ne ya. Ben gördüğümü yazar geçerim.
Dedim ya, bahar ile birlikte herkesin bir kanı canı kaynamış ki sormayın gitsin. Hani Orhan Veli’nin şiirinde yazdığı gibi…
“Ne atom bombası/ Ne Londra Konferansı/ Bir elinde cımbız,/ Bir elinde ayna;/ Umurunda mı dünya!..
Evet ya, çoğu kişinin artık birçok şey umurunda değil. Hele 23 Haziran seçimleri ile birlikte, tüm sorumluluğu birilerine devretmiş gidiyoruz.
Onlar güneyde, kuzeyde, doğuda batıda, yurtiçi-dışı fark etmez; uzanmış yatıvermişler, salıvermişler.
Ötede biri uzanıp yatıvermiş, sere serpe;/ Entarisi sıyrılmış, hafiften;/ Kolunu kaldırmış parfüm sıkıyor, her yer parfüm kokuları;/ Bir eliyle göğsüne bastırdığı aşk kitabı. İçinde kötülüğü yok, biliyorum./ Yok, benim de yok ama… Olmaz ki! / Böyle de yatılmaz ki! Evet, olmaz!..
Sevmenin güzelliğini, hoşluğunu, mutluluğunu bilirim. Yaşarım da. Aşk konusu ise beni biraz aşıyor gibi.
Yok, abi yok, ben ne Şirin’in Ferhat’ı gibi dağlar delebilirim, ne de Aslı’nın Keremi gibi olabilirim. Hele hele Zühre’nin Tahir’i ise aklımın ucundan bile geçmez. Züleyha’nın Yusuf’u olmak mı? Sakın ola ki sakın…
Şaka bir yana, bu aşkları okuyup, öğrenince, belki de zamanın ruhuna uygun olarak benim bildiğim, anladığım “aşk” biraz daha farklı olsa gerek. Platonik, ulaşılmaz bir yanı var aşkın. Yani, bu zamana uygun değil. Her şeye ve herkese ulaşmak herkes için o kadar kolay ki. Whatsapplar, messengerler…
“Sevgi,” daha halkçı…
Yani herkesin yapabileceği, bir iş… Yeter ki içten, içtenlikli ve samimi olsun.
Dolmuşta, otobüste, yolda, hele hele TV’lerde “AŞKIM, AŞKIM” diye böğürenleri görünce bir gülme alıyor ki beni, sormayın gitsin.
Ya Aslı-Kerem, Ferhat-Şirin, Tahir-Zühre’nin aşkları yüz yıllardır döne dolşa bu günlere kadar gelindi Hiçbir şey eskisi gibi değil, anlatıcılar da yok, ama okuryazarlık var… Olduğu sürece de yüz yıllarca da sürecektir.
İyi de, bir telefon konuşmasından sonra bitecek bir ilişkiye neden “aşk?” insanlar, karşı tarafa da “aşkım” der durur. Demek ki aşk değil, sevgi bir matah.
İnsan ve insanlık değişiyor, dönüşüyor. Hem kadın için, hem de erkek için.
İşin enteresan tarafı, kişilerin yalnız eğitim, kültür seviyeleri yükselmiyor, ekonomik ve sosyal alan ve yönleri de gelişiyor, değişiyor, dönüşüyor ve olumlu yönde yükseliyor.
Bu değişimle dönüşüm, özellikle kadınlarda çok hızlı geçiş sağlıyor. Üniversitelerde kız öğrenci oranları birçok dallarda erkeklere eşit, ya da erkeklerden daha fazla görülüyor.
Piyasada statü ve sosyal ilişki sağlayan, para kazandıran birçok alanda kadınları görüyoruz. Çok da başarılılar.
Gel gör ki, Bertolt Brecht’in “Generalim Tankınız Ne Güçlü” şirinde olduğu gibi:
Tankınız ne güçlü generalim,/ Siler süpürür bir ormanı,
Yüz insanı ezer geçer./ Ama bir kusurcuğu var;
İster bir sürücü.” YANİ BİR KİŞİ, İNSAN!.. ERKEK!..
Evet, kişi erkek ya da kadın, sonunda bu başarısını paylaşmak isteyeceği bir karşı cins ister; mutluluğunu yaşamak için.
İşte sorunda tam burada başlıyor “aşkım, aşkım”lar için değil de “sevgi”yi duymak, yudum yudum yaşamak isteyenler için.
Maalesef, kadınlar bu hızlı sosyal, statüsel, ekonomik, kariyer yükselmeleri ve değişikleri karşında, sevgilerine denk bir karşılık bulmakta sorunlular.
Yok!.. Ya da yeterince yok.
Maalesef sevgilerine denk bulma konusunda hiç kimse ses etmese de öyle şanssızlar ki. Kiralık arabalar, borç ile alınan giysiler ve pahalı lüks kafe ve restoranlar? İşte, tehlike oralarda başlıyormuş!..
Sanal “erkek adamlar?”
O kadar eğitim, çaba ve donanımdan sonra, bu kadar sanal ve ucuz şeylere nasıl kanılır?
Kanılıyor. Yanılıyor. Alınıyor. Ne acı. Yazık, her şey gibi öyle hızlı değişiyor ve dönüşüyor ki. Keşke bu yaz da, her şey herkes için daha güzel olsa.
“Aşuklara” sözüm olmaz.
Düşününce Avrupa, İspanyol, Portekizli korsanların söylediği o sözler, gelir aklıma.
“ÇOK HIZLI TIRMANIYORUZ. OTURUP, BİRAZ DİNLENMELİYİZ. RUHLARIMIZDAN DAHA HIZLI TIRMANDIK. RUHLARIMIZIN BİZE YETİŞMESİNE İZİN VERMELİYİZ!..!”
-Evet, yaşam o kadar uzun ki… hem de ne uzun. Boşuna kendinizi bir mahpushanede “geçmeyen zaman” dilimi içine sokmayın. En mutlu, geçmesini istemediğiniz zamanlar içinde hissedin. Her şey için iş yaşamınızda elde ettiğiniz başarılar gibi sosyal ve ruhsal alanınızda da mutluluk ve sevgi torbanızda olsun. Sadece biraz sabır, doğru yer ve zamanda açın.
Heba etmeyin!..
Heba olmayın.
Sevgi sizi de bekliyor…
…