Annem | Cemil Biçer
Anneannem Havva Önal’ın aziz hatırasına..
“Annemizi nihayet huzur evinde kalmaya ikna ettik”
Ağlangaçlı bir öykü yazmaya kalksam girizgahı bu cümle ile başlatırdım.
Amacım anneler üzerinden duygu sömürüsü yapmak değil sadece hayat şartlarının bizi nasıl bir canavara dönüştürdüğünün tespitini yapmak istiyorum.
“sosyal hizmet uzmanı evimize geldi, sosyal inceleme raporu hazırlamak için. Görüşme esnasında “Teyzeciğim, huzur evine girme kararını kim verdi? Çocuklarınız mı? Siz mi?” diye sorulduğunda “Hepimiz birlikte” yanıtını verirken annem gözlerini bizden kaçırdı gibi geldi bana… “
Daha “hoş geldin emine” dememizi beklemeden kapının eşiğinde pürtelaş anlatmaya başladı. Kan ter içinde kalmıştı. “Hayırdır, ne bu telaşın? Önce bir soluklan” diyerek, içeriye buyur ettik Emine kardeşimizi.
Emine ve eşi Emin bizim çocukluk arkadaşlarımızdır önce mahalleden sonrasında ilkokul, orta ve lise ve nihayet üniversiteyi de Ankara’da beraber okuduk farklı fakültelerde olsak bile okul dışı hep birlikteydik.
Benim Aşağı Ayrancıda bir
apartmanın bodrum katında kiraladığım evim vardı. Hafta sonları sonradan eşim
olacak Çerkeş güzeli, Emin ve Emine bu bodrum katında mutlu bir öğrenci
kolonisi kurmuştuk. Eşim ve Emine Sabancı kız öğrenci yurdunda, Emin ise ODTÜ
yurdunda kalıyordu. Hafta sonları benim “bodrum öğrenci yurdu” adını
verdiğimiz evimde toplanırdık.
Emine üst üste üç bardak su içti, elleri titriyordu. Yüzünde suç üstü
yakalanmış afacan çocuklara has bir ifade vardı.
Biraz sakinleşmişti. Bizim sormamızı beklemeden anlatmaya devam etti. “Birlikte gittik. Kalabileceği bölümdeki yaşlılarla ve personelle tanıştı. Olası odasını gördü. Bizi gezdiren sosyal hizmet uzmanına, “koltuğumu, televizyonumu ve sehpamı getirebilir miyim?” diye sordu çekinerek.
Yanıt olumluydu, hatta özel telefon bile bağlatabilirdi. O gün öğle yemeğini orada yedik. Şansına çok sevdiği kıymalı taze fasulye yemeği vardı.”
Eşimle birbirimize bakıp kaş göz mimikleri ile “hayırdır” işreti yaptık.
Emine suçluların telâşı içinde anlatmaya devam etti noktalama işaretlerini katlederek konuşuyordu.
“Yaşlılar alışverişe, gezmeye gidebiliyor, özel günlerde ve istediklerinde “evci” çıkabiliyorlar. Ücretler altı ayda bir değişiyordu.Annem gibi Emekli Sandığından emeklilik maaşı alanlar ücreti ödemekte zorlanmaz. Belli koşullara göre ücret indirimi de yapılabiliyor.”
Birden hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladı Emine. Sözcükleri hıçkırıklarına karışıyor, konuşmasını anlayamıyorduk.
Oturduğu koltuktan kalkıp yanıma geldi. Boynuma sarılarak ağlamaya devam etti. Annesinin bakımı ile sorun yaşadıklarını biliyorduk. Emineler üç kardeşler; Ablası Hatice yurt dışında yaşıyor, eşi Hollandalı, bir mühendis. Erkek kardeşi Hacettepe tıp fakültesinde öğretim üyesi… Emine ve eşi Emin Samsun’ da lüks sitelere imza atan ünlü mimarlar. Oldukça iyi iş yapan bir inşaat şirketleri var.
Ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözlerini silerek kaldığı yerden anlatmaya devam etti. Eşim ve ben hiç müdahale etmeden sadece dinliyorduk.
“Annem munis bir insan… O verilenle yetinen, daha fazlasını istemeyen, isteyemeyen bir kuşağın insanı. Ama artık kendiyle ilgili kararları veremeyen, edilgen bir insan. Yirmi sekiz yıldır evde tek başına yaşamını sürdürüyor. Dört yıldır gündüzleri gelen refakatçi / bakıcımız vardı. Bakıcılarla sorunlarımız olmadı değil, biliyorsunuz sizde.”
“Son yıllarda annem; yaşa bağlı ve geçmiş yaşantıları kaynaklı olsa gerek iyice durgunlaştı. Her şeye ilgisiz ve isteksiz… Kolunu kaldırmaya mecali yok. Unutkanlığı artıyor.”
“İlaçlarını almak istemiyor.
İştahsız, denge ve yürüme bozukluğu var. Uçan kuşun kanadının rüzgarından bile
hastalanıyor. Büyük oranda başkalarına bağımlı yaşayan “kırılgan” bir
yaşlı oldu.”
Yavaş yavaş olayı anlamaya başlamıştık, Emine tatil için Türkiye’ye gelen
ablası ve doktor abisini de çağırarak annesini “huzurevine yatırma olayını
karara bağlamışlardı. Yaşadığı travma bu elim olayın suçluluğunun vicdani tepki
idi.
“Neler öğrenmedim ki!!! ” diye gülümsedi. Ellerini nereye koyacağını bilemiyor, sürekli iki elini ovuşturup duruyordu.
Öncelikle ülkemizdeki tüm huzur evlerinin ya gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileri, ya kamu kurum ve kuruluşları, yada Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na (SHÇEK) bağlı olarak işletildiğini, tümünün SHÇEK tarafından denetlendiğini, her birinin ayrı yönetmelikleri olduğunu, özeller hariç 60(+) yaştakilerin kabul edildiğini, yaşlının bulaşıcı hastalığı ve uyuşturucu madde yada alkol bağımlısı olmaması gerektiğini öğrendim.. Şükür ki annem tüm istenen özelliklere vakıf.
“Bedensel ve zihinsel
gerilemeleri nedeniyle özel ilgi, desteğe, korunmaya ve rehabilitasyona
gereksinim duyan yatağa bağımlı, felçli, bedensel, görme ve işitme özürlü, dermansız.
Yaşlılara, annem durumundakilere “özel bakım hizmeti” veriliyor.
Sanki huzur evine yatacak hasta bizim annemiz? Emine de bize huzur evinin
tanıtımını yapan pazarlama elamanı gibi övgü dolu bilgiler aktarıyordu.
Psikolog olmaya gerek yok, Emine’nin vücut dili ve nefes aralığı bile vermeden biteviye konuşması vicdan rahatsızlığı ruh halini açık seçik gösteriyordu. Yaşadığı sosyal çevrenin bu olayı didik didik edileceğinden çok emindi ve gerçekten de bu olay Samsun sosyetesi tarafından aylarca günün konusu olacak magazinsel değer taşıyordu.
Hizmet 24 saat kesintisiz. Geceleri
mutlaka hemşire bulunuyor. Çamaşırhane, mutfak, yemekhane, revir ve tecrit
odası, egzersiz odası, kütüphane, mescit, dinlenme ve oyun salonları,
yaşlıların istediklerinde bazı pratik yemek, yada çay pişirebilecekleri bir
ofis hatta morgu bile. Yangın merdiveni de var.
Daha birçok ayrıntıyı öğrendik. Emine’nin anlatımlarından teselli olsun diye
“vallahi benim bile daha şimdiden rezerve yaptırasım geldi harika
imiş” dedim gülümseyerek, ama eşimin kaşlarını çatıp öfke dolu bakışından
bu esprinin denk düşmediğini anladım.
“Çocuklar lütfen siz de bir şeyler söylesenize, haksız mıyım bu konuda , elli yaşımı aştım gün yüzü görmedim, ancak rahat edeceğiz derken annemin bakım sorunu geldi gündeme. Vallahi çocukların okul durumu bizim işlerin yoğunluğu olmasa ben de istemez miyim annem yanımda otursun.”
Emine, lavaboya gitti. Döndüğünde makyajını tazelemiş, yüzündeki yapmacık hüzün maskesini çıkartmıştı. Geldiği gibi telaşla kalktı. Giderayak yeni bir konu başlığı açmıştı.
“Biliyor musunuz, Emin ne yapmış? diye, sevinçle haykırdı.
“Anneler günü için Japonya’ya gezi planlamış. Biletleri almış. Hafta sonu Japonya’dayız… Annemi size emanet ediyorum çocuklar. Ona gözünüz gibi bakacağınızdan eminim. Bilirsiniz sizi benden çok sever.”
“Allah aşkına Japonya’dan istediğiniz bir şey varsa söylemezseniz, darılırım. Haydi hoşça kalın..”
Geldiği gibi telaşla kalktı gitti. “Hoş geldin” diyemedik; “güle güle” deme fırsatımız da olmadı.
*****
O hafta sonu Emine ve Emin anneler günü dolayısı ile Japonya’ya uçtular. Ben
Yurdagül teyzeyi bize getirmek için evine gittiğimde, komşuları başına toplanmış
onu koma halinde yatar buldum. Ambulans çağırıp hemen tıp fakültesi hastanesi yoğun
bakım ünitesine kaldırdım. Doktorlar beyin kanaması teşhisiyle tedaviye
başladılar.
Emine’yi ve Emini defalarca telefonla aramama rağmen ulaşamadım. Doktorlar Yurdagül teyzenin “beyin ölümü gerçekleşti” deyince, ablasına ve abisine haber verdim. Abisi ertesi gün bir kongre için Amerika’ya uçması gerektiğini, söyledi. Ablası “ilk uçakla geliyorum” diyerek telefonu suratıma kapattı.
Ablamız geldiğinde, Yurdagül teyzemiz ölmüştü. Ben defin işlemleri için gerekli hazırlıkları yaptım. Kıranköy mezarlığında kendi ailemiz için ayırdığımız yerden mezarını hazırlattım. Apar topar defnettik kadıncağızı. Ablamız ertesi gün Hollanda’ya döndü. Hollanda’ya döndüğünde beni telefonla arayıp çok üzgün olduğunu, bir teşekkür bile etmeden kaçarcasına gittiği için mahcup olduğunu” söyledi. Yaptığın masrafları, Emine Japonya’dan dönünce ödeyecektir, demeyi de ihmal etmedi.
Emine ve Eminin hafta sonu Japonya kaçamağı, on gün sürdü. Japonya’dan Katmandu’ya geçmişler. Belki bir daha buralara gelmek kısmet olmaz fırsatı değerlendirelim diye…
Döndüklerinden bir hafta sonra Emine elinde kocaman bir paketle her zaman ki telaşı ile bize geldi. Kapıdan elindeki paketi bırakıp, “her şey için teşekkür ederim çocuklar. En kısa zamanda Emin’le ziyaretinize geleceğiz,” diyerek kaçarcasına gitti.
Eşim ve ben birbirimize bakakaldık. Elimdeki kocaman paketi vestiyerin önüne bırakırken, “akşam bu paketi kapıcıya verelim” diye fısıldadı…
Cemil Biçer