Ahmed Arif 1951’de tutuklanır. Çok acılar çektikten sonra serbest kalır.Fakat 1952’de yeniden tutuklanır, yargılanır. İki yıl hapis ve sekiz ay da Urfa’da kamu gözetimi altında bulundurulma cezasına çarptırılır. 1955’te tahliye olur, cezaları bittikten sonra Ankara’ya döner ama sürekli polis gözetiminde olduğundan eğitimine devam edemez, çeşitli dergilerde yazılar yazar, değişik işlerde çalışır.
Ahmet Arif Hasretinden Prangalar Eskittim adlı tek şiir kitabıyla çok geniş bir okur kitlesine ulaşan Ahmed Arif Ahmed Arif 21 Nisan1927’de Diyarbakır’da doğdu, aynı kentte yaptığı ortaöğreniminden sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girdi.
1950’den sonra siyasi görüşleri nedeniyle sık sık tutuklanıp uzun süreler cezaevinde yattığı için öğrenimi yarım kaldı. Ankara gazetelerinde teknik sekreterlik, düzeltmenlik gibi işlerde çalıştı. 1948–1954 arasında Yeryüzü, Beraber, Seçilmiş Hikayeler, Yeni Ufuklar, Kaynak dergilerinde yayımlandığı şiirlerden sonra uzun bir suskunluk dönemine girdi. İçinde 19 şiir bulunan Hasretinden Prangalar Eskittim 1968’de yayımlandı ve şiir kitaplarından görülmedik bir baskı sayısına ulaştı.
Ahmed Arif ilk şiirini Garip şiir akımının baskın olduğu dönemde yayımladığı halde bu akımdan etkilenmedi. Nazım Hikmet’in açtığı yolda kendine özgü bir şiir oluşturdu.
Ahmet Arif2 Haziran1991‘de Ankara’da öldü.
Bir Zindan, Bir Kırgın, Bir Can Pazarı: Ahmed Arif
Ahmed Arif, belki de farkındaydı insanın insandan başka bir yurdunun ve yine insandan başka bir gurbetinin olmadığının. Ve yaşamı boyunca, hiçbir şeye aldırış etmeden yazdı bütün dizelerini. Nazım Hikmet’in çizgisinden gitse de; o çizgiyi hüznüyle, sevdasıyla genişletti hep. Nazım Hikmet ovalardan, koca düzlüklerden seslenirdi insanlara, Ahmed Arif ise dağlara dayamıştı sırtını. Dağlardan yankılanırdı sesi. Uyrukluk tanımayan, boynu bükük, yaşsız ve ‘’ası’’ dağlardan…
Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,
Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da
Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,
Daha bir burcu – burcudur.
Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı
Sardığım toprağımın altın sabrıdır.
O sert, erkek hüznüdür lahza başında
Ve sevgilim uykusunda bağırır
Her şairin konuşma tarzıyla, şiiri arasında bir yakınlık olduğuna inanılır. Ki çoğu zaman öyledir de. Onunla konuşabilme imkanı yakalayanların söylediklerine göre Ahmed Arif’in de tamamen öyledir. Konuşmasıyla şiiri özdeştir. Onun şiiri, konuşmasından kırpılıp alınmış herhangi bir parça gibidir; konuşması ise şiirinin her yöne akan bir ırmağı gibi devam eder. Belki de bu yüzden şiirleri, okuyormuş hissini değil de konuşuyormuş hissini uyandırır okuyucuda.
Şiirlerinde ana düşünce, dipte, her zaman belirli ama sakin durur; çoğalır, büyür belki ama kalın bir yumak halinde hep dipte durur. Ahmed Arif, kendi şiirine en uygun yapıyı ve mısra düzenini bulmuş bir şairdir. Türkçede destan türünün en ilginç deneylerini hatta çıkışlarını yapmıştır. Bir yalçınlığı koyar şiirine, bir graniti. O yalçınlıktan, birden, sınır köylerine iner; ‘tavukları birbirine karışan insanları’ anlatır. Bu birdenbirelik onu kekre diyebileceğimiz bir lirizme ulaştırır.
Bir rivayete göre; Cemal Süreya, çok iyi anlaştığı için kız kardeşiyle evlendirmek ister Ahmed Arif’i. Arif’te kabul eder durumu. Cemal Süreya kardeşine: ‘’evleneceğin adam, Türkiye’nin en iyi şairi.’’ der. Kardeşi de kabul edince, ertesi gün için randevulaşılır. Ankara’da Zafer çarşısının önünde buluşacaklardır. Cemal Süreya ile kız kardeşi Ayten beklerler ama Ahmed Arif gelmez bir türlü. Sonradan öğrenirler ki temiz bir gömleği olmadığı için gelememiş.
Sevdalıdır Ahmed Arif. Aşkına aşık, sevdasına sevdalıdır. Sadıktır da. Leylim Leylim kitabının her satırında bunu belli etmiştir. Kötülüklerle, sürgünlerle dolu hayatında Leyla Erbil’in hayaliyle yaşamıştır dağların hoyrat sesi. Leyla’sı ona sabır veren altın toprağı, doğasının bahara yürüme sebebi, sızısına şifa olan suyudur. Leyla, yaşamının öz suyu… Kim kimi bu kadar sevebilmiştir ki?
Uçarın, kaçarın bir sonu vardır
Mandaların, kavakların pazarı olur,
Sensiz nar çatlamaz, bebek gııı demez.
Beni böyle şair, dizane etmez,
Senin yüzün suyu hürmetinedir
Buğdalara, cevizlere yürüyen
Bir bilsen kimlere tasa, kedersin,
Anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki?
Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar
Ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar.
Akşam – akşam, kara sevdam ağrır
Şiirinde kullanacağı bir kelime için 16 yıl bekler mi bir insan? İnsan beklemez belki ama şair bekler. Ahmed Arif de beklemiştir. Şiirleri elden ele, gözden göze, kalpten kalbe tüm memleketi dolaşırken, gizli gizli okunurken, ömrü işkencelerle geçmiş bir şairdir Arif. Cebinde bir şiiriyle yakalanan çok sevdiği bir arkadaşı, şiir yüzünden çok işkence gördüğü için çok şiir yazmadığını söyleyen bir şairdir. ‘’Benim şiirim insanların canını yakmasın’’ diyen bir şairdir. Yoksulluktan sürünürken, fakirlik kağıdı almayı reddetmiştir. Yani, Ahmed Arif naif bir insan olmanın ötesinde naif bir şairdir de.
Ahmed Arif kendisini bir yazısında şöyle anlatmış:
“Asıl adım Ahmed Önal, Ahmed Arif olarak bilinirim. Yaşamım boyunca hakkı aradım; ezilenin ve güçsüzün yanında durdum. Memleketlilerim sömürülmesin, memleketlilerim kullanılmasın, memleketlilerim ölmesin diye konuştum. Eşitlik için yazdım, eşitlik için söyledim, eşitlik için dayak yedim, eşitlik için sövdüm. O günleri göremeyeceğimi bilsem de birilerine o günleri gösterebilmek için öldüm.”
Bir zindan, bir can pazarı kadar kırgın bir yürek…
Yüreği insan için çarpan bir şairin mısraları öyle veya böyle her türden engellemeye karşı, insana ulaşacaktı ve nitekim dizeleri halka ulaştı.
Havva Ana’n dünkü çocuk sayılır,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Nasıl severim bir bilsen.
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa’da kurşun atanı
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Umut ile, sevda ile, düş ile
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Her biri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,