Dolar 34,5055
Euro 36,4583
Altın 2.955,93
BİST 9.084,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 18 °C
Az Bulutlu

Günün Kitabı | Bir Kitabın Işığında Yaratıcılığın Hapishane Boyutu  

Günün Kitabı | Bir Kitabın Işığında Yaratıcılığın Hapishane Boyutu  

Kitap değerlendirme yazarı: Hatice Eroğlu Akdoğan

  “De ki sinek avlıyorsun sinek

    En usta sinek avcısı olmalısın

    Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta

    Örgüt yoksa seninle başlamalı”[1]     

 

Askeri ve siyasal darbelerin toplumun yaşamında derin izler bıraktığını hiç birimiz yadsıyamayız. 12 Eylül askeri cuntasının üzerinden 43 yıl geçti. Dönemin baskı ve sindirme araçlarından olumsuz olarak en çok da, dönemin gençlik kuşağı etkilendi ve uzun yıllarını hapishanelerde geçirmek zorunda kalarak varlık-yokluk savaşı verdi. İçeride ya da daha sonrasında yazılan-çizilen şiir, öykü, roman, anı, karikatür, resim gibi sanat ürünleri baskı ve işkenceye dayalı siyasi hapislik ortamı ve dönemini, dışarıdakiler açısından da görünür kıldı. Yani her şeye rağmen söz konusu hapislik dönemi kendi şair ve yazarlarını açığa çıkarmadan olmazdı.  Bu konuda birinin kaleme sarılmış olması bir diğeri için de özendirici olarak yazılı-basılı ürünleri çoğalttı. Son kitaplardan biri de Namık Kemal Cibaroğlu’nun kaleminden 12 Eylül cezaevlerindeki yaşamı tutsaklar açısından çekilir hale getiren yaratıcılık üzerine olanıdır.

Aslında yaşam çerçevesinin daraltılıp olanaklarının kısıtlandığı her yer ve zamanda, insan doğal olarak bir tepki ortaya koyar. Hapislik, mülkiyet ilişkisinin hüküm sürdüğü düzende insanın insana uyguladığı ağır bir cezadır. Buna karşın insanın içsel olarak özgürce var olma ve idealindeki tutkusu, cezanın yükünü en

aza indirmeye ya da akıl sağlığını da yitirmeden yaşanabilir kılmaya çalışır. Tarihin her döneminde bu böyle olmuş; hapis kişi daracık, havasız ve karanlık bir hücreyi kafasında olduğu kadar fiziken de aşmak için harekete geçtiğinde olanaksız görüneni olanaklı kılmıştır.

Namık Kemal Cibaroğlu da “12 Eylül Cezaevlerinde Yaratıcılık ve Direniş” kitabını bu bağlamda ele alıyor. Hapse atılan ya da işgal altında olan insanların ellerinde hiçbir silah ya da güç olmadan düşman sınırlarını ne denli zorlayıp kendisine nefes alıcı alanlar açtığını dünyadaki bazı örneklere de işaret ederek  bize gösteriyor.  Ve yazarın deyişiyle “direniş dendiği zaman sadece açlık grevlerini, barikatları anlamamak gerekir. Bu tip koşullarda günlük yaşantının her alanına yayılan bir direnişten söz etmek gerekiyor” (sf. 7) noktası da önemlidir.  N.Kemal Cibaroğlu 12 Eylül döneminde yaklaşık on yılını Metris Cezaevi’nde geçirmiştir. Metris’te siyasi tutsaklara boyun eğdirme politikalarına karşı, devrimciler de mücadelelerinde yaratıcılıklarını kullanarak hem günlük yaşamı moral ve motivasyonla sürdürmeyi hem de karşı planları nasıl işlevsiz kıldıklarına dair sürece ışık tutmuştur.

12 Eylül faşizminin düzene boyun eğen kafalar yetiştirme yönündeki metodunun ilk adımlarından biri ‘böl-parçala-yönet’ şeklindedir. Tutsakların birlikte hareket etmesi için koğuşlar arasında iyi bir iletişim gerekir. Çok basit mühendislik teknikleri devreye sokularak haberleşme zorluğunu yenmeyi başarırlar. Şifrelenmiş alfabe geliştirerek ya da havaya yazarak iletişim yasağını hem deler hem de bir kitap dolusu yazıyı, notları gerektiğinde arşiv için de birbirlerine aktarırlar. Sigara kağıdı inceliğindeki pelür kağıdına yazılı broşür ve kitaplar idarenin bulamayacağı ve aklına gelmeyeceği küçük hacimli zulalarda kütüphane işlevini rahatlıkla yerine getirir. Bir havalandırmadan diğerine atılan toplar, bir top olmaktan çok öte bir şeydir. Topun merkez noktasında birinden diğerine ulaşan kararlar, ürünler vardır. Şeklen toptur ama malzemesi ya giydikleri giysiden ya da yedikleri ekmekten bir parçadır. Yani topun kendisi basit görünse de taşıdığı yük kimi anlarda hayati önemdedir.

Hapishaneler idaresinin ceza ve yasaklara tanıdığı bir sınır olmadığı kadar aynı şey yasakları aşmayı, yaşamı dinamik hale getirmeyi sağlayan yaratıcılık için de geçerlidir. Tükenmez kalem yasağı ve belli bir sınırı mı var, hemen revirden ağız yarası için verilen mürekkep rengi ve kıvamındaki aft ilacını geçici çözüm için devreye koyarlar. Ee salça da kırmızıdır ve pankart yazmak için boya verilmeyeceğine göre hemen akla dışarıdan getirtilen salçayı kullanmak gelir. Basit rezistanslar yaparak içeride lüks sayılan sıcak su sağlanır;  görme yetersizliği yaşayanlar için, içine su doldurulan ampul yazıyı büyüten merceğe dönüştürülür.

N. Kemal Cibaroğlu, çerçeveli alıntı, çizim ve fotoğraflarla desteklediği yaratıcılık konulu metnini, öncelikle kendi kaldığı koğuş ya da cezaevinden örneklerle  beslese de   farklı  dönem ve farklı cezaevinden verilen referanslar da yaratıcılık eylemini ayrıca desteklemektedir. Bu noktada en önemli eksiklik kadın tutsakların yaratıcılık konusunda neler geliştirdiklerine dair örneklerin yok denecek kadar az oluşudur.

[1] Aziz Nesin’in “Çocuklarıma” başlıklı şiiri, 12 Eylül Cezaevlerinde Yaratıcılık ve Direniş kitabının 138.sayfasındadır.

12 Eylül gibi içeride ve dışarıda, baskı ve işkencelerin sistematik olduğu bir dönemde, bir koğuşta az da olsa var ve ‘acaba işe yarar mı yaramaz mı ‘diye düşünülen her malzeme aslında yeni yapılacak bir aletin kapısını aralar. Yeter ki kafalar yapmaya, üretmeye odaklansın!  Baskıların ve dolayısıyla da direnişin yoğun olduğu cuntanın ilk yıllarında tutsaklar gazeteden, kağıt ve kalemden, giysiden ve çarşaftan yoksundular. O dönem akla hayale gelmeyen yasaklar söz konusudur.  Bir yasağa karşı direniş çoğunlukla bir başka yasak ya da yasakları içine alarak genişler.  Ancak 1986’dan sonra çeşitli yasak ve kısıtlamalar gittikçe gevşemeye başlayınca tutsakların malzemeleri artar. Mesela koğuşta çokça gazete birikir.  Okunan, arşivlenip işi biten gazeteler bir nevi yarı-mamul maddedir.  Sonuçta gazete kağıdının mobilya ile yolu ağaçta kesişir. Tutsaklar da gazeteyi kullanarak masa ve sehpa gibi kullanım eşyası ürettiler. Ayrıca gazete ve ekmekten elde edilen hamurla satranç ve çeşitli süs eşyaları da yapılır.  ‘Daha bu ne ki’ de diyebiliriz ki… Anma etkinliğinde kullanmak için gözlük camı ve voltajı yüksek ampulü kullanarak slayt cihazı yapmış olmalarına, etkinliğe davet edilen cezaevi müdürü ve savcısı ile gardiyanlar “pes artık” diyebilecek bir şaşkınlık yaşarlar.

Koğuşlara yapılan askerin keyfi operasyonlarının stresini atlatmak için başlayan türkü söyleyip halay çekme hareketi,  zamanla yazılan şiirlerin bestelenmesi, türkülerin koğuşları birbirine daha çok yaklaştıracak denli çoğalmasına, senaryo yazma girişimlerinin ciddi ciddi içeride ve dışarıda sahnelenmesine değin ilerleyip yetkinleşir. Elbet bunlar benim değil kitabın dile getirdiği ifadeler.

Aslında 12 Eylül Cezaevlerinde Yaratıcılık ve Direniş geçmişte ve bugün, ülkemizde veya dünyada insanın olduğu her yerde illaki umudun da kendini gerçekleştirme koşuluna sahip olduğunun bir örneğini önümüze sermekte…

“Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum

Derlerse ki bu işler bir şeye yaramaz

De ki bütün işe yarayanlar

İşe yaramaz sanılanlardan çıkar”[2]

 


Not: Namık Kemal Cibaroğlu, 12 Eylül Cezaevlerinde Yaratıcılık ve Direniş, Klaros Yayınları 2023.

 …

Yayın Tarihi:      10.02.2023

ISBN:     9786254154164

Dil:         TÜRKÇE

Sayfa Sayısı:      192


 

 

 

 

[2] Aziz Nesin, y.a.g.e

 

 

 

 

HATİCE Eroğlu Akdoğan
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.