Yemen Yolunda | Mustafa Söylemez
Yeditepe yayınlarından yayımlanmış ‘’YEMEN YOLUNDA, yazar Abdülgani Seni Yurtman tarafından yazılmış, Genç Osman GEÇER tarafından yayına hazırlanmış ’’ 320 sahifelik bir yolculuk anıları kitabıdır.
Görevi nedeniyle Yemen’e uzun bir yolculuk yapan yazar çok bilgili ve donanımlıdır. Arapça, Fransızcayı ve birkaç dili iyi bilmektedir. Yurtseverlik ve Türklük kimliğinin kültür yapısını oluşturmaktadır. Eser titizlikle hazırlanmış olup Osmanlı’nın ilgisizlik nedeniyle yitirdiği ülke ve kültür varlıklarını anlatmaktadır. Daha önce yazılmış bulunan seyahatnamelerden nitelikçe ve anlatım zenginliğiyle hiç de aşağı değildir.
‘’Yemen Vilayeti Mektupçusu’’ göreviyle atandığı bölgeye gidişi ve dönüşü olarak iki bölümden oluşmaktadır. Eşi, on iki yaşındaki bir öksüz ve hizmetli olarak yaşlı Arnavut Muharrem Ağa ile birlikte 12 Şubat 1909 Cuma günü Kraliçe Olga vapuruyla Selanik’ten yola çıkarlar. San’a’ya 34 günde ulaşırlar. Yemen bölümündeki yorucu yolculuk bir ay kadar sürer. İstanbul’da satın aldığı Kodak marka fotoğraf makinesi ile çok özel fotoğraflar çeker. Atina’da otelde sabun bulunmaması üzerine sabun ister ve bunun karşılığı bir frank faturaya işlenir. ‘’Otelden ayrılırken hesap pusulasını istediğimizde bir franklık da sabun parası geçirmiş olduklarını görmedik mi!’’ diyerek anlatır. Oysa sabun en kalitesiz sabundur. Atina’da kendilerini bir Avrupa şehrinde hissettiğini söyler. Büyük fenerler geceleri her yeri gündüz gibi aydınlatmaktadır.
Girit adasının kıyılarından geçerken binlerce insanı yitirerek aldığımız bu adayı siyasi hatalar nedeniyle hiçbir karşılık olmadan yitirmiş olmamıza yazar çok üzülür.
İskenderiye’de Fransa Oteline inerler. ‘’Bizi vapurdan nakil için üç kuruşa razı olan kayıkçıyı, karaya çıktıktan sonra yirmi kuruşa güç ikna edebildim.’’Sf. 43 kayıkçıların bu soygunu onu çok şaşırtır. İskenderiye’deki polis teşkilatının eğitimli oluşu dikkatini çeker. ‘’ Ben bu intizamın biz de bu derecede olmasını isterim. Polisler için mektep, yine mektep, yine de mektep. Mektepsiz polis olmamalı. Polis memuru, vazaifini hakkıyla bilmeli, layıkıyla tatbik etmeli.’’ Diyerek kıyaslama yapar, İstanbul’daki eksikliği açıklamaktan çekinmez.
Kahire’nin güzelliğine hayran kalır.’’Bağımsız hane olmak üzere dizilmiş elli kadar bina, gayet latif köşkler, elektrikli şimendifer istasyonu, telgraf ve posta hane, polis merkezi, gazino özellikle ‘Heli olpolis Palas’ oteli ki iki cesim salonu, dört yüz odayı şamildir, bedayi-i inşaiyenin son modelleri olarak meydana getirilmiştir.’’ Sözleriyle kenti övgüyle anlatır. Müzeleri ziyaretlerinde firavunları mumyalarını fotoğraflar. Cesetler inceden koktuğunu algıladığı söyler. Görüntülerinin pastırmayı andırdığından söz ederken ressam ruhlu bir arkeolog bakışını görmekteyiz.
Port Sudan anlatılırken yine üzgündür. ‘’İskenderiye’de, Msır’da Süveyş’te, işte burada Port Sudan’ da da büyük ticaret mağazalarını hep Rumlar’da görüyorum.’’ Sf.127 Rum ticaret kültürünün verdiği tarihsel ve kültürel kazanımları belirler.
Beş altı bin belki de daha fazla bir kabilenin Beytü’l Fakih kazası ve sahil cihetinde oturduklarını devlete para ve vergi vermedikleri gibi gelip geçen ticari eşyaları gasp ettiklerini anlatır. Bu asileri dağıtmak için birkaç tabur askerle Mutasarrıf bizzat saldırı muharebe olur. Mirliva Yusuf Paşa’da ayrıca bir kuvvetle saldırıya geçerse de bir sonuç alamazlar. Ülkenin dağınık ve perişan halini gören yazar ‘’Hatırıma Japonlar geliyor. Zira bir Japonya seyahatnamesinde, ziraat arazisi olmayan, memleketleri hep dağlık, kayalık ve volkanik arazi olan Japonların kayalar üzerine toprak döşeyerek ziraat ettiklerini okumuştum.’’ Sözleriyle tarım ve ziraatın önemini vurgular.
Yolculuğun verdiği güçlüğü şu sözlerle anlatır.’’ Beş gün beş gece süren bu gece hadisesi- Sana yolunun vermiş olduğu yorgunluk- bizi o derecede kırıp geçirmişti ki adeta kemiklerimizin her parçası ayrı ağrıyordu. Mamafih biz bu ağrıları istirahat saatlerinde, yattığımız zamanlarda daha çok hissediyorduk.’’Sf. 196 Kitap tüm çevreye bakış insanları gözlemleme konusunda çok zengindir. Anlatım çoğu kez masalsıdır. Kadına bakışı insanidir ve eşitlikçidir. Günümüz Feminist erkeklerinde bile az rastlanan duruşuyla karısından mülkiye eki eklemeden sadece ‘’refika’’ diye söz eder. Konunun çok zorladığı durumlarda ‘’Refikam’’ diye söz eder. Ester(katır) dediği katırlardan eş düştüğünde bir sıkıntı yaşarlarsa da kadın yorucu yolculuğa alışkındır ve dayanıklıdır. Bu olayı büyütmeden atlatırlar.
İngilizlerin müstemlekelerini yönetirken; ne yolda titiz ve ilkeli olduklarını ayrıntılı olarak örneklerle ustaca anlatır. ‘’Port Sudan’ın, Suakin’in en önemli ihracatı, fildişi, zamk, darı, hayvanatı-ı muhtelife derisi, devekuşu tüyü… Senevî altı yüz bin liralık fildişi çıkarıyorlarmış. İthalatı da en mühimi şeker olmak üzere Avrupa mamulâtı ve mahsulâtı imiş’’Sf.259 sözlerinden o yıllarda bile doğal hayata, fillerin yaşamlarına nasıl bir katliamının uygulandığı bu sözlerden anlıyoruz.
Ülkede yaşayan yurtsever Aziz Efendi: ‘’Burada böyle mezelletle sınırlı ve kısıtlı gelecek ile yirmi lira maaş almaktansa, Türkiye’de, Yurt güzellikleri içinde dört lira aylıkla görev yapmayı yüz bir kere tercih ederdim.’’ Diyerek yurt özlemi ve özgürlük duygusu şiirsel bir dille aktarılmaktadır.
Türbeleri ziyaretlerinde çoğu mavi çok ince sanatla işlenmiş, camlardan, tam şeffaf, kimi buzlu latif birer saksı biçiminde vazolardan söz ederken hayranlığını gizleyemez.
Kükürtlü kaplıcası nedeniyle Helvan ilinde hastaların yerleşim alanlarını güzel bir gezinti yeri olarak anlatır. ‘’Orada güneş batışı o kadar tatlı görünümü vardı ki doyulmaz. Biz bunu izlemeye yolumuzdan dönüş yaptık. Günbatımı ışıkları karşıki dağ sırları dizininde tatlı bir sararmayla başlayarak yavaşça koyulaşır, sonucunda giderek koyulaşır ve menekşe moruyla sonuçlanır.’’ Sf.300 Modern bir tabloyu şiir gibi anlatmakta gibidir, anlatımda çok ustadır.
‘’Endülüs’ün El Hamra sarayına benzetilerek yapılan Hidiv İsmail Paşa’nın sarayını anlatırken yürek sızlatıcı durum her insanı üzer. ‘’ Eskiden İsmail Paşa’nın sarayı olan bu binayı bir Avrupalı bunu çok ucuz bir bedelle tüm ek binalarıyla satın alır. Bırakıt bahçe ve arazisiyle Paşa’nın yapıtları parça parça satılır. Bir parça satılınca ana bina kısım bedavaya kendisine kalır. Bunu Doktor Kemal üzüntüyle anlatır.’’ Sf.300 geçmiş tarihi değerlerin yağmalanması çok ilgi çekicidir.
Özbekiye’de otomobillerin yanında dururlar. Yolculuk ücretini sorarlar. Şoförden evvel Doktor yanıt verir. ‘’Ücretin miktarını şoför şimdiden belirleyemez. Arabanın üzerinde bir alet var. Yolculuk yapılacak mesafeye göre bedeli ücreti gösterir.’’ Görüldüğü gibi o dönemin var olan değerleri titizlikle gözlenmiş bize günümüze ışık tutmuştur.
Sonuç olarak tarih ulus bilinci oluşumunda temek direktir. Tarihi geçmişinden ders almayan kuşaklar geleceklerini kuramazlar diyeceğiz.
…
09.02.2022
MUSTAFA SÖYLEMEZ