70 YAZAR TARAFINDAN KALEME ALINAN KOLLEKTİF ÖYKÜ
14 ŞUBAT DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜNDE ‘MİNİMAL’ ATÖLYE”YAMALI BOHÇA TEK CÜMLE ÖYKÜ ATÖLYESİ”AĞAÇ DEYİNCE
14 Şubat Dünya Öykü Günü ülkemizde ve dünyanın bir çok yerinde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
Yazar Dursaliye Şahan ve eğitimci yazar Yonca Yaşar’ın projelendirip gerçekleştirdiği, Yamalı Bohça Tek Cümle Öykü Atölyesinde70 katılımcı ortak bir öykü yazdı: Ağaç Deyince.
Türkiye’nin ve dünyanın çeşitli şehirlerinden katılan edebiyatseverler aşama aşama gelişen öyküye tanıklık ettiler.
Deneysel, interaktif ve sıra dışı bir teknikle gerçekleştirilen atölye kapsamında ilk olarak; yazılacak öykünün ana hatları küçük bir paragrafla belirtildi.
ÇEVRE, DOĞA KATLİAMI, ORMAN YANGINLARI” temasında yapılacağı sosyal medya ile duyurulan söz konusu çalışmaya tek cümlesi ile katılmak isteyenler için bir mail adresi verildi. Gönderilen cümleler bir havuzda toplandı.
Tarladan toplanan pamuğun iplik haline getirilmesi gibi cümleler çırçırlandı, harmanlandı rengarenk bir dünya yaratıldı. Dantel gibi örülerek bir çocuğun okul yolundaki öyküsüne dönüşen çalışmanın son noktası konmadan önce bitmiş hali katılımcılara gönderilerek onay istendi.
14 Şubat Dünya Öykü Gününe özel tek cümlelik atölye çalışması; İngiltere’den Samsun’a, Almanya’dan Hatay’a, Hollanda’dan Ankara’ya, Muğla’ya, İstanbul’a kadar uzanan
“Öykümüzü; başta temiz bir çevrede yaşama hakkına sahip tüm çocuklarımız olmak üzere bütün sanatseverlere armağan ediyoruz. 14 Şubat Dünya Öykü Günümüz kutlu olsun”
14 ŞUBAT DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜNE BİNAEN
70 YAZAR TARAFINDAN KALEME ALINAN KOLLEKTİF ÖYKÜ
AĞAÇ DEYİNCE
Cingöz’ün havlamasıyla uyandım. Yataktan çıkmak istemiyordum ama gözüm saate ilişince iğne yemiş gibi fırladım.
“Geç kalıyoruuuuum!” diye bağırdım.
Annem kinayeli bir ses tonuyla mutfaktan yanıt verdi.
“Neden acaba?”
Biliyorum, geç yattığım için uyanamamıştım. Hemen çıkmazsam ders ziline yetişemeyecektim. Annemin sesi bu kez buyurgan çıkmıştı.
“Kahvaltı etmeden okula gidilmez.”
Tereyağlı kızarmış ekmek kokusunu içime çekerek, “Anneciğim haklısın biliyorum ama derse yetişemezsem öğretmenim kızacak,” dedim ve çabucak ayakkabılarımı giyindim.
Cingöz kapının önünde beni bekliyordu. Birlikte koşmaya başladık. Cingöz her zamanki gibi köyün çıkışında havlayarak beni yolculayıp eve döndü.
Nefes nefese köprüye yetiştim. Köprü okul yolunun yarısı demekti. Bastıkça oynayan, eski kırık tahtalar yağmurla birlikte iyice ıslanmış ve kayganlaşmıştı. Ortalara geldiğimde ayağımda bir ıslaklık hissettim. Ne oluyor demeden suyun üzerinde adeta çırpınan ayakkabımı gördüm. Aşağıda çağıl çağıl akan dereye düşmüştü.
Peşinden atlamaya ne zaman karar verdim bilmiyorum ama kendimi buz gibi suyun içinde bir kayık gibi ilerleyen ayakkabıma doğru yüzerken buldum.
Ne kadar süre suda debelendiğimi tam olarak hatırlamıyorum. Akıntının etkisiyle köprüden uzaklaşıyordum. Ne olursa olsun kurtarmak zorundaydım çünkü başka okul ayakkabım yoktu.
Tam yaklaşır gibi oluyordum sonra birden küçücük bir su darbesiyle ayakkabım uzaklaşıyordu. Çok yorulmuştum, kulaçlarım da yavaşlamıştı. Suyun üzerine doğru eğilmiş söğüt ağacının dallarını görünce yakın bir arkadaşımı görmüş gibi sevinerek onlara tutundum.
Söğüt ağacının dalında soluklanırken, aklıma yazın yaşadığımız orman yangını geldi. Ne çok ağaç, ne çok can yok olmuştu. Dedem alevleri ağlayarak seyretmişti. Bütün köylü yangını söndürmek için canla başla çalışmıştık ama yine de epey bir alan kömürleşmişti. Günlerce is ve duman kokusu kaybolmamıştı. Annelerimiz yanan hayvanları görmeyelim diye bizi evlerde tutmaya çalışmıştı. O yangını kimin çıkardığını hâlâ bilen yok.
Kafamdaki düşünceleri kovalayıp yeniden yüzmeye başladım. Ayakkabım görünmüyordu. Hızlandım. Nefes nefese kalmıştım. Suyun en derin yerine doğru ilerliyordum ve bu tehlikeliydi. Dönüp dönmeme konusunda kararsız kaldım. Ya ayakkabımı ararken daha kötü bir şey olursa… Dönsem mi diye düşünerek etrafıma bakındım. Ayakkabım az ileride, suya düşmüş bir ağacın köklerinin arasına takılmış öylece beni bekliyordu. Gözlerime inanamadım. Son bir gayretle yeniden yüzdüm ve ayakkabımı çekip aldım.
Kıyıya doğru yüzerken bir yandan da düşünüyordum. Şu hayat ne tuhaftı. Geç kalmamak için koşarken daha da geç kalmıştım. Yapayalnızdım ve ayakkabımı kurtarmak isterken boğulabilirdim.
Suyu kucaklayan söğüt ağacının dalı beni, başka bir ağacın kökü de ayakkabımı kurtarmıştı.
Kendi kendime konuşmaya başladım. –Evet, kimseler bilmez ama Cingöz’le konuştuğum gibi yalnız olduğumda kendi kendime de konuşurum.-
“Bir dahaki sefere ayakkabılarını bağlamadan yola çıkmayacaksın.Şimdi ıslak ıslak okula nasıl gideceksin? Bir düşün bakalım. Benim adım Ali. Ben giderim arkadaş. Şu ayakkabıyı bulduğum gibi okula da giderim diyorsun. Doğrusu da bu. Öğretmen kızarsa ki haklıdır, kızsın. Açıklar özür dilersin.”
Yeniden koşmaya başladım. Başımın üzerinde bir sürü kuş sevincimi paylaşmak ister gibi ötüşerek dönenip duruyordu. Mustafa amcayı düşündüm. Şimdi burada olsaydı kuşların fotoğrafını çekmek için sabırla deklanşörünü ayarlayıp uygun zamanı beklerdi. Mustafa amcanın evindeki duvarlar soyu tükenmiş kuşların fotoğraflarıyla doluydu. Yılan Kartalı, Kızıl Akbaba, Aladoğan ve adını bilmediğim daha pek çoğu. Her yıl bilinçsiz avcılar yüzünden birçok kuş türü yok oluyordu. Köydeki çocuklar aramızda, onun evine, “Ölü kuşlar evi,” diyorduk.
Ormanın en güzel zamanı bahar aylarıdır. Her tarafta çiçekler, kelebekler, böcekler, kuşlar bambaşka bir dünya görürsünüz.
Ormandan çıkıp komşu köye giden yolu da geçince biraz yavaşladım. Dinlenmek istiyordum. Patlama sesleri duyunca dönüp dağın eteğine baktım. Yanılmamıştım. Yükselen duman bulutuna bakılırsa madenden geliyordu. Öğretmenimiz maden şirketlerinin doğaya verdiği zararları anlatmış, yok olan bitkileri, hayvanları ve kirlenen suyun halk sağlığı üzerindeki etkilerini anlatan kompozisyonlar yazdırmıştı.
Okula yaklaştığımda paçalarımdan hâlâ su damlıyordu, ama rüzgâr, gömleğimi sırtıma yapışmayacak kadar kurutmuştu. Yine de üşüyordum.
Ders zili yeni çalmıştı. Sınıfa girdiğimde öğretmen ıslak pantolonuma bakarken hafifçe gülümseyerek harlı yanan odun sobasını işaret etti. İtiraz etmeden sobaya yaklaşıp ellerimi, yüzümü, üşüyen bütün vücudumu ısıtmaya başladım.
Ağaç deyince aklınıza ne geliyor desem? Meyvesi, gölgesi, ocakta yakacak odun, pencereler, kapılar, evler ve daha bir sürü şey sayarsınız ama küçük bir çocuğun ayakkabısını kurtaran gelmez değil mi?
O gün okula ıslak elbiselerle de olsa ayakkabımı kurtararak gittiğim için gururluydum. Ve yaşadıklarım bir fotoğraf makinesinin flaşı gibi patlayıp anılarımın arasına girdi.
Bizim köyümüzün öyküleri bir günlük değil bir ömürlük olur. Benim için de ayakkabımın dereye düşmesi hayatım boyunca unutamayacağım bir anı olarak belleğimde kaldı.
Derleyenler:
Dursaliye Şahan – Yonca Yaşar
YAZARLAR (Alfabetik sıraya göre yazılmıştır)
Aylin Tamakan Nergiz / İstanbul, Aylin Özgür / Almanya, Aytül Tapari /Türkiye, Aysel Çınar Demirci /Hatay, Ahmet Karbeş /Türkiye, Aycan Saraçoğlu / Londra, Bahar Ensari / İstanbul, Canan Aktaş / Londra, Duygu Uzel / Edirne, Dilek Tokuri /Türkiye, Deniz Batur/ Mardin/ Artuklu) Dursaliye Şahan / Londra, Ertuğrul Erdoğan /Türkiye, Elif Yavaş / Türkiye, Emire Ünal / Antakya, Erhan Palabıyık/ Antakya, Fevziye Şimdi Türkiye/ Fevzi Durmuş / Artvin, F.Gönül Saygılı /Antakya, Gülay Yılmaz Karel / Londra, Gülseren Akdaş /Türkiye, Yıldız Gülüm Çamlısoy/Türkiye, Gönül Göksel / Ankara, Gülnaz Nurlu Kavvas / Antakya, Gönül Gül Saygılı/Türkiye, Hatice Eroğlu Akdoğan /Türkiye, Halime Özoğlu Temel/Türkiye, Hatice Altunay / Marmaris, Habibe Dirican /Almanya, Haydar Karadaş /Türkiye, Hüsniye Keşkek Dal /Türkiye, Hatice Yakut / Hatay, Hatice Elveren Peköz / Hatay-Dörtyol, İsmail Tekin /Türkiye, İbrahim Uysal /Türkiye, Kazım Altan / Kıbrıs-Londra, Kader Bolat /Türkiye, Leyla Aslan / Londra, Mehmet Şirin Aydemir/Türkiye, Mehmet Adlım /Türkiye, Mustafa Kemal Erdoğan / Türkiye, Mehmet Mevlüt Bulanık/Hatay, Müslüm Kabadayı / Ankara, Mir Murat Demir / Eskişehir, Dr. Muhsin Boz / Hatay, Mehmet Feti Ceylan / Ankara, Neslihan Kanuncu Seçkin/ Antakya, Nimet Çetiner / Londra, Nuri Terzi Kaymaz/ İstanbul, Nurten Yoğunali Kurt / Samsun, Nermin Akkan /Türkiye, Ömür Balcı /Türkiye, Rüstem Şahin /Türkiye, Sevim Yunus Habip: Antakya/ Selma Sayar / Mersin, Seval Karataş/ Antakya, Sibel Unur Özdemir / Ankara, Sultan Karataş / Londra, Selahattin Yetgin/Türkiye, Suzan Kuyumcu / İstanbul, Sibel Çağlayan Bilek / Antakya, Süha Kıyak / Antakya, Süreyya Köle / Ankara, Sadık Güvenç/Türkiye, Şükran Günay / Kuşadası, Yelda Karataş /Bodrum, Yonca YAŞAR/ Mersin , Zafer Direniş / Lahey, Zeynel Temizkan / Ankara, Zafer Doruk / Adana, Zeliha Can Tutu, Zeynep Uçak/ Almanya