Kentime Mektup | Gülçin Yağmur Akbulut
Güç olmadı bu kararı vermem. Yine de zor geliyor seherleri ardımda bırakıp çekilmem. Bir anda örtbas ediyorum bu kente ait bütün hesaplaşmaları. İkiye bölünüyor önümdeki harita. Bu şehir ve bu şehirden sonrası…
Saatime bakıyorum. Daha üç saatten fazla var beklediğim otobüsün gelmesine. Ne kadar da erkenci davranmışım yetişmeye çalıştığım muammanın bekleyişine. Dünümün bitiş, yarınımın başlangıç noktasında veda sesleriyle dolu dört bir yanım.
Verdikleri de oldu aldıkları kadar. Sevdiğim de oldu sevmediğim de bu kentin sokaklarını. Türlü türlü rollere girdim doğuşumdan kırka basamak dayadığım günlere kadar. Çocuk da oldum bir çocuğun annesi de. İş veren de oldum ,iş verenin emrinde çalışan temizlikçi de. Velhâsıl bütün kıyılarında dolaştım yaşama merhaba diyerek başladığım bu şehrin.
Canımı yaktığında canını yakmak için fıstık yeşiline boyadım taşlarını. Avuçlarıma güneşi koyduğunda yıldız tozuyla süsledim köşe bucak duvarlarını. Ayrımlarında yitirdiğim oldu kendimi kendi kasnağımda dokumaya çalışırken. İlk defa bana bahşettiğin bir sokağın asfaltlarında hayata yetişmek için hızlıca koşuştururken âşık oldum. İlk aşkımı sende yaşadığım gibi ilk ayrılığım da senin gökyüzü çatının altında gerçekleşti. Bu yüzdendir ki seni hem çok sevdim hem de ara ara nefretle doldum karanlıklarına karşı.
Ölümler yaşadım, ölümün ne anlama geldiğini öğrendim aldıklarınla. Sevdiklerimi sen aldın ya, senin topraklarında tatmak istemedim kaçınılmaz sonumu. Yaşamın en şahika noktasına çıkarıp şehrin sayılı zenginleri arasına yerleştirdin. Çıkardığın zirveden hızlıca bırakıp en varlıklı ailelerin kapısına muhtaç duruma da sen getirdin. Eski bir mektup sayfasından ibaretim artık sokak lambalarının arasında, bir yanıp bir sönen.
Okul arasındaki heyecanı yaşattın. Üniversiteli olma gururunu yaşattın. İlk öğrencilerime senin okullarından birinde ders vermeye başladım. Zelzeleler yaşadım. Eğilen, bükülen umutlarımı en usta kaynakçı bile lehimleyemeyince vebalini sana yükledim. Prangalar eskittim bayıra bakan çay bahçesinde umutlarımı kimsesizliğe iliklemekten.
İmlası pembe devinimler yaşadım nehrin karşı yakasındaki vuslatlara yelken açarken. Bir çuha çiçeği uğruna aşka dair binlerce ezberimi heba ettim. Kötülüğe kılıç çektim. İyiliğe atlas biçtim. Renkli hırkalar ördüm üşüyen surların sırtına ayaz vurmasın diye. Siyahları sevmiyorum. Bulutları beyaza boyadım ince uçlu fırçamla.
Terminalin kırık ayaklı bankı üzerinde çığlıklarımla boğuşurken cılız bir kız çocuğu sesi duydum. Kafamı çevirdim. Dört beş yaşlarında bir çocuk, annesinin eteğiyle harp halindeydi. Ekmek istiyordu çocuk ananesinden, bir de kırmızı boyalı elmalı şeker. Cebimi yokladım, üç ekmek ve elmalı şeker alacak kadar param vardı ancak. Ekmek satan yer bulamamış olsam da üç simit bir elmalı şeker alarak kız çocuğuyla annesinin bulunduğu yere doğru hızlı adımlarla ilerledim. Vardığımda bir kez daha karar verdim senden kopup gitmeye. Hiç tereddüt etmeden seni söğüt gölgesinin emanetine bırakmaya.
Çocuk ve annesi, bıraktığım yerde değildi. Çetin bir hıçkırık düğümlendi boğazıma. Utandım. Ağlayamadım. Ağlamaktan değil, aç bir çocuk ve onun biçare annesine çare olamamaktan utandım. Yirmi yirmi beş yaşındaki genç bir annenin dipsiz kuyular içine sürüklenirken elinden tutamadığıma utandım. Yoksul kız çocuğuna aldığım simit ve elmalı şekeri, rastladığım bir başka çocuğun eline tutuşturmak istedim. Simidin ve elmalı şekerin babası tarafından çöp kutusuna atılışını izlerken utandım. Kiminin bulamadığını kiminin burun kıvırıp beğenmediğini görünce insanlığımızdan utandım.
Saatime baktım. Bir buçuk saatten fazla vardı otobüsün gelmesine. Kırık bankıma geri dönmeye niyetlenmiştim ki minik bir kedi yavrusunun miyavlayarak ayaklarıma sürtündü. Başımı çevirdim, çöp tenekesinin etrafında, kalabalık olmayan kalabalıklarla çevrili olduğunu gördüm. Bu kez hiç utanmadan elimi çöp tenekesine daldırıp simit poşetini çıkardım. Simitleri küçük küçük doğrayarak kedinin karnını doyurdum. Suları çekilmiş bir salın tekrar suya kavuşması ferahlığını yakaladım.
Kırık bankımda yalnız değildim. Bir türlü peşimi bırakmayan minik kediyle yan yana oturup birbirimize yarenlik etmeye başlamıştık. Bir kucağıma çıkıyor bir yanıma, yöreme sürtünüyordu küçük afacan. Adını şehir koydum.
Duyduğum anons benim bineceğim otobüse aitti. Rüzgâra kapılmış bir yaprak gibi titremeye başladım. Gitmekle kalmak arasında ince bir çizgi üzerinde tökezlediğimi hissettim. Kırk kapımı kır kilitle kilitleyen bu şehirden ayrılmanın gerekliliği veya gereksizliği arasında kalın duvarlara çarpıp duruyordum. İnceden bir yağmur yağmaya başladı. Çantamdan çıkardığım anahtarla üzerime geçirilmiş olan kafesin kilidini açarak içimdeki düşlere doğru adımımı attım. Oturacağım koltuğa varınca Şehir’in benden önce koltuğa yerleşmiş olduğunu gördüm. Puslu veya aydınlık yeni hayatıma doğru yol olmaya başladım.
…
Gülçin Yağmur Akbulut
Yitiksöz Dergisi Arlık 2021
…