Her Şey Yolunda Gitmiyor | Hüseyin Evcil
Tire Kültür Derneği…
Önceki yıllara göre, gelecek ve yaşanacak olan mevsimlerin, daha ağır, daha sert geçebileceğine dair uyarılar var.
Kafama takıldı. Durakladım. Düşündüm. Üzüldüm.
NASA’nın son yayınladığı iklim raporlarında: Dünyanın koruyucu katmanlarının tehlikeli biçimde zayıfladığı, bu durumun, mevsimlerin bilinen doğal seyrini etkilediği, yeni dirençli virüslerin çıkışını hızlandırdığı, uzaydan atmosfere bulaşan metal ve bakteri zerreciklerinin havaya karışmasını kolaylaştırdığı belirtiliyor.
Konuyla ilgili çok sayıda makale, profesörlerce onaylanmış ve tıp dergilerinde yayınlanmış durumda.
İngilizce makaleler dikkatle çevrilip, incelenmeli fakat duyarlılığı yüksek bir okuyucu, geleceğe ilişkin soğuk detayları okurken mutlaka tedirginlik hissedebilir (bence).
Sorumsuz insanların, sorumsuz şirketlerin, sorumsuz devletlerin acayip projeleri, düşmanca atakları, dünya geneline kök söktürüyor.
Birkaç devlet, birkaç ekip, kılıfına uydurup, risklerini bile bile, sonuçlarını bile bile, insanlığın güvenliği ve sağlığı (sözde) adı altında bir şeyler yapıyorlar ve yapılanların bedeli, bütün insanlara, bütün canlılara ödetilmeye başlandı.
Maalesef… Maalesef… Maalesef…
Bundan sonra (belki yakın zamanda), temiz havayı solumak üzere, nereye gitmemiz gerektiğini düşünmek zorunda kalabiliriz.
1 – Yaşamlarımızda, temiz havadan başka, temiz su, temiz ve katkısız beslenme ürünleri, henüz hormonlarla, kimyasal gübrelerle tanışmamış bitkilerden elde edilen ilaçlar olmak zorunda.
2 – Saf düşünceler, saf duygular, saf hayaller olmak zorunda.
Onurlu, kaliteli, keyifli yaşantı ancak böyle mümkün olabilir. Sağlık, ancak böyle sürdürülebilir.
Kabaca tanımlama ile yazarsam: İnsan, her yerde, doğal donanımları ve kaynakları sıkıştırıyor, onlar da insanı sıkıştırıyor. Karşılıklı baskılar, dahası, acımasızca vuruşmalar yaşanıyor.
Bu vuruşmalar, bu hesaplaşmalar, sonsuza kadar sürmeyecek.
Gücü tükenen, bulunduğu noktada yığılıp kalacak.
Sonuçta: Yenmek, yenilmek kaçınılmaz bir şey.
Aç gözlü, saygısız insanlar: Dağları, sahilleri, ovaları, ormanları, nehirleri, mağaraları çekinmeden, umursamadan vahşice işgal ve talan ettiler. Kirlettiler, pazarladılar.
…
Yaşam algılarımız ve çizgilerimiz değişti. Değiştirdiler.
Bu arada, düşük fiyatlarla satın aldığımız ürünleri, sakin ve romantik yaşam tarzlarını, kültüre ve sanata geniş geniş zamanlar ayırdığımız yaşam tarzlarını gerilerde bıraktığımız, sürekli ve yoğun stresler içerisinde debelenmeye başladığımız (sessizce mahkûm edildiğimiz) acı bir gerçektir.
Şu da çok üzücü: Genç yaşta geçirilen kalp krizleri çoğaldı, daha da çoğalabilecek (uzmanların açık anlatımları bu yönde).
Çünkü günümüz insanının maruz kaldığı titreşimler, radyasyonlar, negatif uyaranlar, normal ölçülerin çok üzerine çıktılar. Yolcu gemileri gibi, ulaştıkları limanlara demirlerini attılar. Yani hedefleri, masum insanlar oldu.
Cep telefonları: Malum 24 saat ellerimize yapışık. Toplumun % 80 ’i telefon bağımlısı. Gece, uyku sırasında, yatağın kenarında duruyor. Bazen başucunda duruyor (baş tacı edilmiş sanki). Oysa en az 5 metre uzaklığa ya da bir başka odaya bırakılması gerekiyor.
Bağımlılık filan değil bu durumlar. Modern kölelik.
Aklımızı, fikrimizi, zevkimizi, günümüzü, gecemizi:
Akıllı… denilen telefonlara emanet ediyoruz, teslim ediyoruz.
Biz, bugüne kadar, kendi ellerimizle, neleri teslim etmedik ki?
Farkında değiliz: Baz istasyonları, hücrelerimizi etkiliyor, tırmalıyor. Çatışma ve şiddet ağırlıklı televizyon haberleri, iç dünyamıza, duygularımıza saldırıyor.
Beyinlerimiz kuşatma altında.
Çoğunluk, dolu bardak gibi…
Çoğunluk, diken üzerinde ve çapraz ateşler altında gibi.
Sırtımızdaki yükleri azaltmak, bir parça olsun hafiflemek zorundayız. Aksi takdirde, vücudumuzun bir ya da birkaç organı, durduk yerde, farklı çalışmaya, kurulu sistemler alarm vermeye başlayabilir.
Programlarımız, yolculuklarımız an itibariyle tıkanabilir.
Ardından, karamsarlıkla, her şeyin anlamının, sıcaklığının, güzelliğinin azaldığını sanabiliriz.
Bunların birkaç basamak ötesi ise, davranış bozukluğu olabilir ki, çok düşündürücü ve üzücü bir sonuç aslında.
Önemli bir sıkıntının bulunmadığını düşündüğümüz zamanlarda bile, dış uyaranların etkileri, dış dayatmaların etkileri sonucu
(yakındakiler ya da uzaktakiler, fark etmiyor), tansiyonumuz değişiyor, iç organlarımız, bir tahta parçası gibi sertleşiyor.
Böylece, vücudumuzda, kortizon hormonu salgılanıyor. Kanımıza karışıyor. Yıpratıcı, hasar verici…
Yaşam, çok değerli… İnsan, çok değerli…
İnsanları, canlı ve cansız varlıkları üzerinde barındıran, besleyen dünya çok değerli.
Değerli ne varsa: İçtenlikle sahip çıkmalıyız, korumalıyız, yüceltmeliyiz.
Dünya hepimizin mekânı ve bu mekana MUHTACIZ !
Yaşanacak başka dünya, toprağı ekilecek, suyu içilecek, denizinde yüzülecek, ormanında gezilecek başka dünya sadece pembe etiketli kurgudan ibaret, yani aynı özelliklere ve zenginliklere sahip bir başka gezegen yok yakınlarda.
Keşke olsaydı.
Gelecekte Mars ’a gönderilecek ve orada bir süre ikamet edecek seçilmiş insanlar olacaktır elbette. Bizim, o şanslı insanların aralarına girebilme ihtimalimiz:
Yok denecek kadar zayıf olup, bugün, burada daha iyi, daha mutlu koşullarda yaşamamızın formüllerini araştırıp, bulabiliriz.
Eleştirdiğimiz, yakındığımız bu çalkantı döneminin ortaklaşa bitirilmesi için bazı ek çabalar gerekebilir. İşte o ek çabalar, fiziksel ve ruhsal anlamda büyük yorgunluklar oluşturabilir. Sabır gerekli. İnanç gerekli.
Başa gelen çekilir… Büyüklerimizden miras kalan sözlerden biri de bu. Anlamlı, doğru, güzel söz…
Başımıza gelen çok…
Başımıza GETİRİLEN çok…
Düşünmeyen, sorgulamayan, tüketici robotlara dönüştürülüyoruz yavaş yavaş.
Bu dönüşümler, bizim aleyhimize. Daha doğrusu, insanlığın aleyhine…
İzin vermemeliyiz. Kişisel haklarımızı kullanmalıyız.
Lütfen, mümkünse, aynanın tozunu güzelce silelim ve kendimizi görelim. Gerçekleri görelim. Her şeyi görelim.
Saygılarımla…
…
Huseyin Evcil
Tire, 18 Ekim 2021
—