Homeros / İlyada | Mehmet Aldemir
Çeviri: Azra Erhat / A. Kadir
Hektor’un karısı henüz bir şey duymamıştı.
Gerçeği söyleyen bir haberci gelmemişti ona,
bildirmemişti kapıların dışında kaldığını Hektor’un.
Yüksek bir sarayın odasında
kumaş dokuyordu o,
erguvan renginde bir kumaştı bu, iki katlı,
alacalı süsler işliyordu kumaşın içine.
Çağırmıştı güzel örgülü bir hizmetçiyi,
demişti, üçayakla bir büyük kazan koy ateşe,
sıcak suyla yıkansın Hektor savaş dönüşü.
Bilmiyordu zavallıcık, burdan çok uzakta,
Athene alt etmişti Hektor’u, Akhilleus’un eliyle.
Ansızın surlardan doğru bir bağrışma, bir inleme duydu,
titredi eli ayağı, mekik elinden yere düştü,
seslendi güzel örgülü hizmetçilerine:
“Hadi gelin ikiniz de, bakalım ne oldu.
Sayın kaynanamın sesini duydum,
ağzıma geldi göğsümde yüreğim,
kaskatı kesiliyor dizlerim altımda.
Bir bela geliyor oğullarına Priamos’un.
Ne olur, kulaklarım duymasa bu sözümü!
Ama çok korkuyorum tanrısal Akhilleus’tan,
kesmiş olmasın yiğit Hektor’un yolunu,
onu tek başına kovalamasın ovada,
son vermiş olmasın yüreğini kaplayan acıklı yiğitliğine,
erler arasında kalmaz Hektor hiçbir zaman,
üstün bir iç ateşi vardır, koşar önden.”
Böyle dedi, fırladı saraydan deli gibi,
hizmetçiler de koştu onun arkasından,
küt küt atıyordu göğsünde yüreği.
Surlara varınca insan kalabalığını gördü,
durdu, bakındı duvardan aşağı,
sürükleniyordu Hektor kentin önünde,
acımadan sürüklüyordu dörtnala koşan atlar
Akhaların koca karınlı gemilerine doğru.
Bürüdü gözlerini kapkara bir gece,
yıkıldı arkaya, can verir gibi düştü.
Başından yere attı parlak şeritlerini,
örgülü saç ağlarını, tacını attı,
sonra da altın Aphrodite’nin verdiği yaşmağı.
Gelin olduğu gün vermişti Aphrodite yaşmağı ona,
o gün, Hektor almıştı onu Eetion’un evinden,
sayısız armağanlar verip gelin etmişti.
Görümceleriyle eltileri koşup tuttular onu.
Kendinden geçmiş, ölecek gibiydi.
Sonra soluk aldı, toparladı kendini,
ağladı derin hıçkırıklarla, dedi ki:
“Hektor, neler geldi başıma!
Nasıl da bir kaderle doğmuşuz ikimiz de,
sen doğmuşsun Troya’da, Priamos’un sarayında,
bense ormanlı Plakos’un eteğinde,
Eetion’un konağında,
talihsiz babanın kara talihli çocuğu,
keşke dünyaya getirmeseydi o beni!
Şimdi gidiyorsun Hades ülkesine,
kuytu derinlikleri altında toprağın,
dul bırakıyorsun beni bu sarayda,
zehir zıkkım bir yas içinde,
seninle dünyaya getirdiğimiz çocuk
daha konuşmasını bilmez, zavallıcık,
sen öldün Hektor, kol kanat olamazsın ona,
o da sana destek olamaz ilerde.
Gözyaşı kaynağı savaştan kurtulsa bile,
Akhaların buraya getirdiği savaştan,
gelecekte yalnız acıyla kaygı görecek o,
yoksun edecekler onu tarlalarından.
Bir çocuğu yetim bırakan gün
akranlarından da yoksun kılar onu,
dolaşır boynu bükük, başı önde, gözü yaşlı,
çaresiz başvurur babasının arkadaşlarına,
rasgele sarılır onun bunun eteğine,
şarap tasını uzatsa bile acıyan biri,
ıslatıp şarap dudağını, dokunmaz damağına.
Şölenden kovar onu anası babası sağ olan,
eliyle vurur, küçük düşüren sözler eder:
‘Hadi,’ der, ‘kır boynunu burdan,
yok senin baban bu şölende.’
Ağlaya ağlaya sığınır dul bir ananın koynuna
Astyanaks, babasının kucağında bir zamanlar
ilikle, koyun yağıyla beslenen çocuk.
Eskiden oyunlarını bitirirdi o,
uykuya dalardı yumuşak bir döşekte,
en güzel yemeklerle dolardı gönlü
kolları arasında sütninesinin.
Troyalıların Astyanaks dediği bu çocuğu,
şimdi babasından yoksun, bekler nice acılar!
Onların kapılarını korurdun, yüksek duvarlarını,
korurdun sen, Hektor, tek başına.
Şimdiyse koca karınlı gemilerin dibinde,
kurtlar kemirecek etini, anadan babadan uzak,
köpekler doyuracak karınlarını bedeninden.
Burda çırılçıplak, anadan doğma,
oysa sarayda ne çok ruban var,
tüy gibi, kadın eliyle dokunmuş, süslü rubalar.
Ateşe verip yakacağım hepsini,
madem hiçbiri yaramaz artık işine,
madem onları giydirip yatıramam döşeğe seni,
yakacağım sana şan olsun diye,
gözleri önünde Troyalı erkeklerle kadınların.”
(…)
Homeros / İLYADA,Çeviri: Azra Erhat – A. Kadir