Uzman Psikolog Nazım Serin ile Söyleşi | Nebih Nafile
YARAR SAĞLAYAN VE FARK YARATAN ÇALIŞMALAR
Otuz yıla yaklaşan çok yönlü mesleki deneyimiyle kendi mesleki alanıyla ilgili uygulamalarda pek çok ilk’e imza atan Samandağlı Uzman Psikolog Nazım Serin bu haftaki söyleşi konuğum.
Kendi adını taşıyan web sayfasında “yaşadığı toplumun gelişimine ve dünyanın daha yaşanabilir bir yer olmasına katkı yapma sorumluluğuyla hareket etmeyi ilke edindiğini” ifade eden Nazım Serin, mesleki yetkinliklerini bu ilke ışığında “yarar sağlayan ve fark yaratan” çalışmalar yapmak için kullanmaya özen gösteriyor. Bu bakış açısıyla ortaya koyduğu, çoğu zaman etrafındaki insanların “zor veya yapıl(a)maz” olarak nitelendirdiği, göze alış ve mücadele gerektiren fikirlerini kararlılıkla hayata geçirmiş.
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezuniyetinin ardından yine aynı bölümden uzmanlık derecesi alan Samandağlı Uzman Psikolog Nazım Serin’i birlikte tanıyacağız ve birçok insanın merak ettiklerini kendisine soracağım.
Nebih Nafile
Nebih Nafile: Yirmi dört saat yaşayan büyülü şehir İstanbul’a yerleşen kentlimiz Nazım Serin kimdir? Sizi tanımamız mümkün mü? Neden İstanbul?
Nazım Serin: Annemin söylediği kadarıyla 1969 yılının çiçekli bir ilkbahar gününde doğmuşum. O gün bu gündür bugünün hangi gün olduğunu bulmaya çalışıyorum (gülüşmeler). Kalabalık bir ailede büyüdüm. Kişiliğimin oluşumunda naif, dürüst, kanaatkâr, bize “makul ve saygıdeğer” olmanın hayatta çok önemli bir değer olduğunu sıklıkla öğütleyen babamın; çok çalışkan ve maharetli annemin etkisi büyük oldu. Ayrıca ailenin en küçük çocuğu olmamın ve yeşillikler içinde, ferah, kocaman bahçesi olan bir evde büyümemin ruhsal dünyamda çok güçlü etkiler yarattığını hissediyorum. Kalabalık bir ailede evin küçük çocuğu olmamın daha mücadeleci ve biraz asi, büyük bahçeli evin ise daha özgür ruhlu, duygulu ve hayal gücü kuvvetli olmama katkı yaptığını fark ediyorum.
İlk, orta ve lise öğrenimimi Samandağ’da tamamladıktan sonra 1988 yılında Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümüne girdim ve çok severek okudum. Ardından aynı üniversiteden uzmanlık derecesi aldım. O yıllarda Samandağ’da bu mesleği bilen pek fazla kimse yoktu. Ben bu nedenle sanırım memleketin ilk psikologu olma özelliğini de kazanmış oldum.
“Neden İstanbul?” Aslında bir Hacettepeli olarak okul yıllarımda ve iş hayatımın ilk 7 – 8 yıllık kısmında Ankara’da yaşadım. Gençliğimin en heyecanlı, dolu dolu ve biraz da acemi yıllarında buradaydım. Malum, bizim kuşak politik mücadele geleneğine tanıklık etmiş Türkiye’nin son kuşağıydı. Ben de doğal olarak bu gelenekten payını almış, toplumsal ve siyasi konjonktürde olup bitenlere aktif anlamda kayıtsız kalmayan bir gençtim. Fakat acısı ve tatlısıyla Ankara’daki tüm yaşanmışlıklarıma rağmen, bu kent coğrafyasıyla bana keyifsiz, olanaklarıyla yetersiz geliyordu. Bu nedenle daha “büyük denizlere” açılma ihtiyacını duyumsuyordum.
Bana İstanbul’da yaşama fırsatını 18 Ağustos ’99 depremi gibi trajik bir olay vermiş oldu. Deprem mağdurlarının yaralarını sarmak üzere Uluslararası Kızılay – Kızılhaç teşkilatı tarafından yürütülen bir projede psikolog olarak görev aldım. İşte, artık aradığım denizin içindeydim ve gidebildiğim yere kadar, özgürce açılabilirdim. Açıldım da… Çok ciddi köpek balığı saldırılarına uğradım ama böyle denizlerde yüzmenin bedeli olur. Bundan çok şikayetçi değilim. İstanbul, gerçekten tüm zorluklarına rağmen insana çok geniş bir vizyon ve gelişme imkânı sunan gizem, sürpriz, imkân dolu büyülü bir kent. Bu anlamda İstanbul beni ruhsal açıdan büyüten, zihinsel açıdan çok besleyen, mesleki anlamda da gelişmeme imkân veren bir kent oldu. Fakat teslim etmeliyim ki; bu “vahşi – güzel” kentin artık beni yorduğunu hissediyorum.
Nebih Nafile: İnsanlar her nedense psikologa pek gitmek istemezler. Bir keresinde kan tahlili için eşimle beklediğimiz özel bir hastanenin salonunda yaşlı bir teyze oğlu olduğunu düşündüğümüz orta yaşlı bir beyle önümüzden geçerken oğluna hiddetle; “Yok vallahi! Asla beni psikoloğa götüremezsiniz. Ben deli miyim? Hiçbir güç beni oraya götüremez.” dediğine şahit olduk. Psikolog kimdir?
Nazım Serin: Doğru söylüyorsunuz, hâlâ psikologa gitmekten kaçınan insanlar var. Bunun üç nedeni olabilir: Birincisi sosyal çevre tarafından “deli” diye damgalanma korkusu, ikincisi, insanların psikologa gitmekle sanki kendi sorunlarını çözmekten aciz duruma düşeceklerine dair yargıları, üçüncüsü ise, kendilerini tanımayan bir kişinin, yani psikologun onların hayatındaki sorunları değiştirebileceğine inanmıyor olmaları. Psikologa gitmeme sebebi bunlardan hangisi olursa olsun, hepsi yanlıştır. Zira psikologa deliler gitmez ve meslek literatüründe “deli” diye bir ruhsal sorun kategorisi yoktur. Diğer yandan kişi psikologa gidiyorsa bu bir aciziyet değil, tam tersine, kişinin kendi sorunlarını çözmekle ilgili ortaya koyduğu bir irade ve güçtür. Ancak kendi sınırlarının ve kapasitesinin farkında olup bunu kabul edebilenler, yani en nihayetinde bir “insan” olduğunun farkında olanlar psikologa giderler. “Psikolog benim sorunlarımı nasıl çözecek ki?” diye düşünenlerin ise, yaptığımız işle ilgili muhtemelen yanlış bilgileri vardır. Biz kimsenin yerine sorun çözmeyiz; kişinin kendi sorunlarını çözebilmesinin önündeki engelleri fark edip ortadan kaldırmasını sağlamaya çalışırız.
Nebih Nafile: Gelişmiş ülkelerde psikologlara gitme oranları sanırım daha yüksektir. Bu konuda bizi bilgilendirmenizi isterim.
Nazım Serin: Bilime, uzmana inanç, farkındalığı yüksek ve gelişmeye açık olan insan sayısının daha fazla olması bu durumun ana nedenlerini oluşturuyor. Biz hâlâ hayatında feodal motiflerin bol olduğu bir toplumuz. Sorunlarımızı geleneksel yöntemlerle çözmeye alışığız. Söz gelimi aile problemi mi oldu? Evlilik terapisti de neymiş; topla gelinin – damadın anne babasını, sorunu onlarla konuş; kim haklı, kim haksız tartışılsın; işe yararsa, sorun hallolur. Tutmazsa – ki çoğu zaman tutmaz – mevcut hengame ile devam edersin. Bıçak kemiğe dayanırsa çarpışarak bitirirsin.
Nebih Nafile: Büyük kentlerde ve kırsal yerlerde psikologların çalışma şartlarını, zorluklarını sizden öğrenmemiz mümkün mü?
Nazım Serin: Büyük kentlerde psikologa gitmeyi olağan görenlerin sayısı kırsal yerlere göre çok daha fazla. Büyük kentlerde insanların çok fazla seçeneği var ve bu durum bir avantaj olduğu kadar bir dezavantaj. Bu kadar çok seçenek içinde yetkin olanla olmayanı ayırmak kolay değil. Bu nedenle kendinizi doğru anlatmanız ve görünür olmanız gerekiyor. Kırsal yerlerde çok çabuk duyulursunuz ama buna karşılık sizi bilip ihtiyaç da duysalar başvuran insan sayısı düşük kalabilir. Fakat yine de son yıllarda hem büyük kentlerde hem kırsaldaki ivmenin giderek olumlu yönde arttığını söyleyebiliriz.
Nebih Nafile: Nazım Bey, kimler psikoloğa gitmelidir? Psikoloğa gitmek için ille de ruhun zedelenmesi mi gerekiyor?
Nazım Serin: İhtiyacı “kendini bilmek” olan herkes psikoloğa gidebilir. Psikoterapi, insanın kendisiyle buluşma yolculuğudur. Bu yolculuk için ruhsal bir bozukluk olması gerekmez. Ama psikoloğa muhakkak gitmesi gereken insanlar var ki; bu kişilerin kendileriyle ve hayatla uyumları oldukça bozulmuş, yaşam kaliteleri düşmüştür. Gününün büyük kısmında mutsuz, öfkeli, endişeli, kafaya takan, gergin, bir şeylerden tedirgin, kendi davranışları üzerindeki kontrolü azalmış olan kişilerin muhakkak bir terapistin desteğini almalarını öneririm.
Nebih Nafile: Gelişen ve sürekli değişen dünyada insan da değişiyor. Bu değişimi mesleki açıdan yakalamak için neler yapıyorsunuz?
Nazım Serin: Dediğiniz gibi insan sürekli değişiyor, dolayısıyla psikologlar da bu değişime en çok ayak uydurması gereken meslek mensuplarının başında geliyor. Bizde “okulu bitirdin, artık ömür boyu kitap yüzü açmasan da bir şekilde işini yürütürsün” anlayışı asla olamaz. Ne kadar deneyimli olursan ol, sürekli bilimsel yayınları, kongreleri takip etmen ve yeni çıkan terapi yaklaşımlarını öğrenmeye çalışman gerekiyor. Böyle olmazsa hem donarsın hem insana zarar verirsin. Örneğin, ben meslek hayatımın 30. yılına yaklaşırken geçen yıl iki tane yeni meslek kursuna katıldım. Bu yıl da planladıklarım var.
Nebih Nafile: Sizin kendi mesleğinize önemli katkı niteliğine sahip çalışmalar yaptığınızı biliyorum. Bize bunlardan söz eder misiniz?
Nazım Serin: Mesleki alanıma yaptığım katkılardan biri psikolojinin bir alt alanıyla ilgili olan “iş psikologluğu” veya benim adlandırmamla “kurum psikologluğu” uygulamalarını hayata geçirmem ve bu alanın iş dünyasındaki bilinirliğini sağlamam oldu. Kurum psikoloğu, bir işyerindeki çalışanları mutsuz eden ve verimsizleştiren insan kaynaklı sorunları çözmek üzere çeşitli çalışmalar yapan bir uzmandır. Ben bu alanda yaklaşık 20 yıldır çalışmalar yürütüyorum ve yürüttüğüm bu çok yönlü çalışmalar sonucunda bugün pek çok büyük şirket artık bir psikologla çalışma ihtiyacı hissediyor.
Aynı şekilde orta yaş dönemi ruh sağlığı ve cinsel sağlık alanında yaşanan sorunların azaltılmasıyla ilgili halka yönelik ilk eğitim çalışmalarını başlatma, yine Türkiye’de ilk “diş korkusu” (dentafobi) tedavi kliniğini kurarak buranın psikologluğunu üstlenme gibi çalışmalarım da bulunuyor.
Nebih Nafile: Korona virüs salgını insan ruhu üzerinde olumsuz etkiler bırakmıştır elbette. Bu etkileri nasıl açıklayabilirsiniz? Bu konuda neler yapmalıyız?
Nazım Serin: Bu sorunuz gerçekten çok önemli ve güncel. Ama bu konuda söylemem gerekenler bu söyleşinin sınırlarını aşabilir. Arzu edilirse tüm hemşehrilerim için sizin aracılığınızla bu konuda çevrimiçi konferans verebilirim. Sizin için de mahsuru yoksa, bilgiyi eksik vermemek adına merak eden değerli okurlarımızın Nazım Serin Psikolojik ve Kurumsal Danışmanlık’a ait web sayfasına veya İnstagram, Youtube ve Facebook’daki sosyal medya hesaplarındaki makale ve videolara göz atmalarını öneririm. Bu konuya çokça yer verdim.
Nebih Nafile: Uzun bir süredir sanat ve edebiyat ağırlıklı söyleşilerimde kıymetli değerlerimizi sayfamda konuk ettim. Çoktandır aklımdasınız ancak bugüne kısmet oldu. Verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyorum. Son olarak sanatla, edebiyatla nasıl bir yakınlıkta olduğunuzu öğrenmek isterim.
Nazım Serin: Bana bu fırsatı verdiğiniz ve sizin aracılığınızla çok değer verdiğim güzel memleketimin güzel insanlarına ulaşma imkânı sağladığınız için yürekten teşekkür ederim. Sanat ve edebiyat hem mesleki hem de kişisel anlamda beni besleyen en önemli kaynaktır. Müziğe karşı amatör bir ilgim var. Sekiz yaşlarımdan beri bağlama çalarım. Müzik kulağım fena değildir. Yayımlanmış beş – altı denemem var ve ileride bunları bir kitaba yetecek sayıya çıkarmayı düşünüyorum. Felsefi derinliği olan ve ruhsal çözümlemeler içeren edebiyat eserlerini çok seviyorum. Örneğin; Hesse, Zweig, Camus, Dostoyevski gibi yazarlardan çok şey öğrendim.
KAYNAK: Güneş Hepimiz İçin Kültür-Sanat-Edebiyat Söyleşileri-Özyurt Gazetesi
Nebih Nafile 10 MART 2021