Haftanın Öyküsü | Sınav | Salim Hurma
Yiğit CV’sini titreyen elleriyle görevli personelin önüne bıraktı. Bir adım geriye çekildi ve bekledi.
-On onbeş gün içerisinde aranacak ve sınav gününü öğreneceksiniz. Çok fazla başvuru olduğunu bilmenizi isterim. Çok sıkı çalışın lütfen, o güne kadar dedi, yetkili.
Yazılı ve sonrada mülakat olacaktı.
Çok ama çok zor bir sınavın kendisini beklediğini biliyordu ve korkuyordu.
Gerek yurtiçinde ve gerekse yurt dışında haklı bir üne ve imaja sahip çok özel bir kurumdu başvurduğu şirket. Resmi bir kurum olmamasına rağmen yıllardır süregelen kurumsal yapısı, iç dinamikleri, kanun ve kurallara uyum ve saygıları, mevcut tüm iş yasalarına, iş kanunlarına bağlılıkları, adaletli yönetimleri, kurum içi liyakat atamaları ile bir resmi kurumdan daha fazla disiplinli ve çok daha fazla cazip bir yerdi. Mükemmel bir ücretlendirme sistemleri, üst düzey sağlık hizmetleri ve emsalsiz kişisel hak ve özgürlükleri vardı.
Aynı iş kolunda ve başka şirketlerde çalışan herkesin hedefinde orada çalışmak gibi bir hayali vardı. Ama bu ancak hayal edilebilecek bir gerçeklikti.
Hele bizim Yiğit gibi okulunu üstün başarı ile, yeni bitirmiş bir genç için bile ulaşılması nerede ise imkansız adeta efsane bir yerdi.
Bu günden tezi yok dedi. Daha da sıkı çalışayım. 10-15 gün göz açıp kapayıncaya kadar geçecek, işi çok sıkı tutmalıyım. Çünkü mutlaka rakiplerimde benimle aynı şansa sahipler ve en az benim kadarda başarılı bir okul geçmişleri vardır. Zaten başka türlüsünün başvurusu dikkate bile alınmazdı buralarda biliyordu.
Hiç kafasını kaldırmadan üç gün üç gece evde çalıştı çalıştı ve çok bunaldığı o gün dışarıya çıkıp biraz hava almak, stres atmak istedi.
Her zaman gittiği kafede bir kahve söyledi ve denizi martıları seyre daldı, oturduğu masadan. Bu işi başarmalı idi. Bunu hem kendisi için ve hemde okusun diye her türlü fedakarlığı yapan ailesi için yapmalı idi. Bu her insanın hayalini süsleyen ama yüzbinde bir gerçekleşebilecek olağanüstü bir fırsattı. Bu işe kabul edilmek çok zordu. Bunu biliyordu. Ama bir kez girmeyi başaran insanlar kendi rızaları ile ayrılmazlarsa mutlaka emekli olarak iş hayatları sonlanıyordu. Öyle işten atılma, çıkarılma olasılığı nerede ise sıfırdı. Çünkü onlar ta üniversitenin ilgili branşındaki yetenekli, çalışkan, dürüst öğrencileri seçiyor takip ediyorlar ve onların en iyisini bünyelerine katıyorlardı. Belkide başarılarının temelinde eleman seçimlerindeki bu ince eleyip sık dokumaları, bu titiz seçicilik yatıyordu. Kimbilir?
Kahvesini getiren genç tam ona gülümseyerek afiyet olsun diyorduki ayağı kaydı, tepsi ve kahve ile birlikte Yiğit’in üzerine kapaklanıverdi. Hemen sıçradı oturduğu yerden ama olan olmuştu işte. Beyaz şortu ve aynı renk tişörtü adeta renk değiştirmişti. Garson renkten renge giren ağlamaklı bir yüz ve ses tonu ile -üzgünüm, dedi -çok üzgünüm Yiğit bey.
Yiğit okuluna katkı sağlamak için çok fazla garsonluk yapmış, bir sürü işte çalışmış bir delikanlı idi. Bu garson çocuğuda boş zamanında kaç kere bir köşede hukuk kitapları okurken görmüştü. Galiba oda kendisi gibi çalışarak okul bütçesine katkıda bulunmaya çalışan genç bir öğrenci idi.
-Sen ne yaptığını zannediyorsun, niye dikkat etmiyorsun, diyen patron hışımla garsonun üzerine doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı.
-Yiğit bir taraftan onu durdurmaya çalışırken, diğer taraftan da garson gencin sırtını sıvazlayarak onu ve patronunu teskin ve teselli etti.
-Önemli değil, ikinizde rahat olun sorun yok dedikten sonra patrona dönüp,
-onun suçu yok, ben aniden ayağa kalktım ve servis tepsisine çarptım, gibi bir de masum ve tatlı bir yalan söyledi.
Patron birden gevşedi, garson çocuk minnet duyguları içinde Yiğit’e baktı. Hemen yan masada 30-35 yaşlarında bir başkası şahit olduğu olayın detaylarını kaçırmamak için habire fotoğraf çekiyordu. Olayın tatlıya bağlandığını görünce de yüzünde hafif bir tebessümle oturdu tekrar yerine, Garson genç ve Patronu Yiğit’in bu kötü olaya olumlu ve ılımlı yaklaşımı ile rahatlayarak işlerinin başına dönerken Yiğitte üstünü değiştirmek ve bir duş almak için evinin yolunu tuttu.
Yiğit yine tam mesai ve tam konsantre sınava odaklanmış ve çalışmaya yoğunlaşmıştı. Saatler günler ne kadar da çabuk geçiyordu. Şurada sayılı günler kalmıştı. Market alışverişi için yine evine en yakın markete gitti. Sürekli evde olduğu için yiyecek ve içecek stokları çabucak tükenmişti. Alışverişini yapıp evine tam dönüyordu ki hemen yanıbaşındaki ışıklardan gelen ani bir fren sesi ile irkildi.
Bir sürücü yaya geçidinden yavaş geçen ve az daha ezilme tehlikesi atlatan orta yaşlı kadına bağırıyordu. Kadının pazar arabası devrilmiş ve öteberileri her tarafa dağılmıştı. Yiğit hemen kadının yardımına koştu. Önce kadını diğer yardıma gelen sürücülerle beraber güvenli bir yere taşıdı ve sonrada yerlere saçılan meyve ve sebzeleri tekrar pazar arabasının içine koydular ve Yiğit kendisininkileride en üste koyup kadının yanına doğru gitti. Kadının olaydan dolayı hiçbir sorun ve sıkıntısının olmaması bu kötü olayın en iyi tarafı idi. Bir yandan konuşuyor ve bir yandan da birlikte kadının evine doğru yürüyorlardı. Yiğit kadını ve pazar arabasını kadının evine yerleştirip tekrar kendi evinin yolunu tuttu.
Nihayet o gün gelip çatmıştı. Erkenden kalktı. Tıraş oldu. Duş aldı. Çok nadirde olsa özel zamanlarda ve günlerde giydiği Takım elbisesini giydi. Yola koyuldu. Yol çok kalabalıktı. Şirkete geldiğinde nerede ise geç kalmak üzere idi. Hızla asansöre yöneldi.
17. kata çıkmayacak olsa merdivenleri denerdi. Ama zaten toplu taşıma aracında geç kaldım diye gerildiği ve daha da fazla terlememesi için, asansör tek çare idi. Maalesef asansör 12.kattan geliyordu ve ne hikmetse diğer asansörde çalışmıyordu! Asansörün gelmesine bir iki kat kalmıştı ki hemen yanıbaşında bir engelli arabası belirdi. -Hay Allah dedi, tam da pandemi zamanı, şimdi ben ne yapacağım. Ona öncelik versem iyice geç kalacağım ben binsem bütün değer yargılarıma, dünya görüşüme ters, beraber binsek kural ihlali ve çok büyük risk var. Asansörün üzerindeki kocaman uyarı yazısı da çabası.
Lütfen! teker teker bininiz…
Ve kenara çekildi. İnşallah yakın bir kata çıkıyordur diye dua ederek engelli vatandaşa yol verdi. Engelli vatandaş teşekkür ederek asansöre bindi ve kısa süre sonra asansörün zemin kabini üzerindeki numaratörde 17 rakamı yazdı.
-Allahım bu şaka mı? Dedi kendi kendine. Oraya şu an ben çıkıyor olmalı idim. Bir asır gibi uzun geçen 3, 5 dakika sonrasında asansör önünde durdu. Hemen daldı kabine ve 17. kata bastı. Bir ömür geçti adeta asansörün içinde sanki ve o kalbi yerinden fırlayacakmış gibi çarparken kattaki görevlinin gösterdiği kapıyı tıklattı, endişeli bir vaziyette.
İçeride cidden uzun bir masa tam karşısında asık yüzlü bir bey, gözü saatte olan ve hemen o beyin yanında ise bir oval masa daha vardı. Üzerinde kağıtlar, bilgisayarlar ve bazı belgeler olan. Arkada da başka bir odaya açıldığını düşündüğü çift kanatlı kocaman bir kapı vardı.
-Eyvah dedi çok geç kaldım galiba. Orası sınav odası olmalı. Ve diğer adaylar kimbilir belkide sınava başladılar bile. Bu yüzden odada benden başka kimse yok.
Böyle bir şirket benim daha giriş sınavına bile gelirken gecikmemi asla affetmeyecektir.
– Geç kaldınız dedi, çatık kaşlı yönetici. Böyle bir zamanda ne olduda geç kaldınız?
Konuşup konuşmamak konusunda bir süre kararsız kalsada ağzından belli belirsiz birkaç kelime döküldü.
– Merhamet efendim dedi, sesi titreyerek.
– Merhamet bazen insanın yüzünü kara çıkarabilir, dedi ve hemen akabinde pişman olup sustu.
Odaya derin bir sessizlik hakim olmuştu. Çıt çıkmıyordu. Odadaki yönetici ona oval masayı göstererek yaklaşmasını işaret etti. Derman kalmamış dizler ve adeta sürüklediği ayakları ile yaklaştığı masada ilk gözüne çarpan şeyler evraklardan daha da çok olan fotoğraflardı.
Ama ne fotoğraflar; ilk fotoğraflarda kendi yüzünü gördü. Kahveyi üzerine döken garsonla beraber. Sonra Işıklarda kaza geçiren kadın ve yere dağılan öteberilerin olduğu fotoğraflar ve daha fazlası. Daha geride son zamanlarda başından geçen bazı olaylardan kesitler olan bir sürü fotoğraf, belge vs.
Birden arkadaki kapının iki kanadı birden gürültü ile açıldı. İçeriye biraz önce asansörde karşılaştığı engelli bey ve yanındaki dört kişi gülerek ve alkışlarla girdiler. Engelli bey ona dönüp şöyle dedi;
-Merhamet bazen insanın yüzünü kara çıkarsa da asla kaybettirmez evladım. Tevazu ve merhamet sahibi olan insanlar eninde sonunda hep kazançlı çıkarlar tıpkı senin gibi dedi. Çok çok üst düzeyde eğitim almış çok insan var. Ancak bunu insani ve vicdani değerlerle taçlandıranların sayısı maalesef çok az. İşte tam da bu yüzden sen seçildin dedi. Seni tebrik ederim böylesine güzel değerlere sahip çıktığın ve bu değerleri kendi çıkarına ters düşmesine rağmen ısrarla savunmaya devam edebildiğin için.
Tüm sınavları üstün bir başarı ile geçtin. Artık İş senindir…