Susmak | Necdet Arslan
Roni Margulies’i anımsattınız bana :
‘’Neler mi geçti içimden
Hiç,ne geçebilir ki
Aynadaki ilk kişiyim ben ama,
Hiçmişiz,dedim
Hiçmişiz…’’
Ne okursak okuyalım,eksikliğini duyumsuyoruz bazı şeylerin;yetinmiyor yeni sayfaları aralıyoruz çünkü.’Doymak bilmeyen tecessüsümüzden’ söz etmiyor muydu Ataç?
Okumak ve yazmak ! Kimileyin diğerini burun farkıyla geçen iki eylem.Yazının var olmasıyla ortaya çıkan ve dizginlenemeyen iki doyuş öğesi.
Okuyacağız da yazacağız da…
Roberto Bolono’ya ,Şair misin,romancı mı?,diye sorduklarında verdiği yanıt çarpıcıdır : Şiir yüzümü daha az kızartıyor!
Oysa evrenselliğini kanıtlamış bir romana imzasını koyan Flaubert ,Madame Bovary benim,der.
Kendimi bildim bileli ben de okumadan geri duramadım. Felsefenin anlatıp da ulaşamadığı noktayı sanatın anlatabileceğine vurgu yapar HEGEL.
Biz salt sanat yapmak için mi eylemli kılıyoruz kendimizi?
Alper AKÇAM’ın bir sözü geliyor usumuz.Diyor ki ‘’Yazmak,içimdeki kırılmanın kendini onarma uğraşıdır…’
Yaşamınız ne değin esenlik içinde geçerse geçsin,çevremizden bilincimize ışınlanan her görüntünün bizde uyandırdığı bir ileti vardır.
Ahmet Oktay tam da bu durum için şöyle der şiirinde :
‘’ ve insan
En beklenmedik anda
En umulmadık durumda
Kekeleyebilir…’’
Suskularımızı ,böyle bir sorunsala bağlamak mı gerekiyor,bilmiyorum. Ama arka odalarında saklı tuttuğumuz çok güçlü bir nedenin olduğu da kesin. Belki de bu nedenden dolayı yazmayı da bir disiplin sorunsalı,bir içselleştirme dinamiği olarak da görmek zorundayız.
‘Ne zaman Kız Kulesi’ni görsem bir hücrede bir ay yatasım gelir..’’ derken sanıyorum bu gönüllülüğe vurgu yapmaktaydı Selçuk Altun.
Bir hücrede bir ay yatmaya gönüllü insanın orada nasıl susacağını düşünüyorum şimdi.
Yazacağı şeyi hiçbir zaman planlamadığını söyler Fransız Yazar Robert PİNGET.Bir maceraya atılırım,ilk tümce geri kalan yazıyı tamamlar,şeklinde sürdürür açıklamasını.
Ali KIRCA’dan okumuştum Dostoyevski’nin ‘ciltler dolusu roman yazarken her öyküde sonun nasıl geleceğini kendisi bile kestiremediğine’ yönelik açıklamayı.
Acaba yazmaya kalkışılan her romanın ya da öykünün gerçeği böyle midir? Ya da bu tutumda olan yazarlar var mıdır,kimlerdir,bilmiyorum.
Yaşadıkça yazacağız mutlaka.
Bu yazının başlangıcında Roni Margulies’e değgin o dizeleri bilinçli mi aldım bilmiyorum.
Kim bilir sizin içinizden neler neler geçiyordur şimdi?
‘’…
Hiçmişiz,dedim
Hiçmişiz…’’
Ne kadar sarsıcı değil mi bu üç sözcüğe yüklenen anlam! Soru da yanıt da tam da burada işte :
-Kendimi onarmak için mi yazdım bu yazıyı?
-Sustum.