En Güzel Yol ve En İyi Yolcu | Erhan Tığlı
Bizde yol kazası ve belası çok bol bir yerdir. Hepimiz yolcuyuzdur bir bakıma. Yazarlar da doğumdan ölüme uzanan bu uzun, ince yolda yürümüşlerdir ama boşuna değildir yürüyüşleri, yolculukları. Yürürken çalıları, dikenleri yolmuşlar, kirleri, tozları süpürmüşler, adım attıkları yerleri çiçeklere bürümüşlerdir. Sanat yolu böyle güzel bir yoldur işte.
Atilla İlhan, “Şubat Yolcusu” şiirinde, “seni kimler çizebilir şubat yolcusu/ bütün çiçekleri bozuyorsun” diyor. Şubat yolcusu değil de, bahar ya da nisan mayıs yolcusu olsaydı çiçek dikerdi o yolcu. Yürüdüğü yolu güzelleştirir kimi güzeller. Gevheri sevdiğine bakın nasıl sesleniyor: “Ela gözlerini sevdiğim dilber/ Salınıp geldiğin yollar övünsün.”
Şem’i ise kendini tozlu bir yola benzetiyor:
“Dost yoluna feda ettim postumu
Gelen geçen ko çiğnesin üstümü
Dosta doğru gider tozlu yolum ben”
“Tozlu yollarından geçtiğim uzak/İklimden şarkılar getirdim sana” diyen Ahmet Muhip Dranas, yolcuları ilaha, kahramana benzetiyor:
“Yolcular yol uzun ve her birimiz
Ya küçük bir ilah ya bir kahraman.”
Yola çıkmak cesaret ister. Trafik canavarı pusudadır çünkü. Amaca giden yol da dümdüz değildir; aksine yokuşlar, dağlar, tepeler çıkar karşına. Hele büyük yolculuklara çıkmak için insanda mangal gibi bir yürek olmalı. Ahmet Telli’ye göre, aşk bir yolculuktur:
“Büyük aşklar yolculuklarla başlar
Ve serüvenciler düşer bu yollara ancak.”
Bekir Sıtkı Erdoğan, Haydarpaşa garından yolculuğa çıkar: “Güç bela bir bilet aldım gişeden/ Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan…” Hancı adlı, bestelenen, şarkı olarak söylenen bu uzun şiirde bir gurbet yolcusu vardır ve hancıya dert yanar, çektiği çileyi anlatır…
Sizce en güzel yol hangisidir acaba?
Kiminiz deniz yolunu, kiminiz hava yolunu yeğleyecek, deniz yolunun manzarasından, hava yolunun çabukluğundan, kolaylığından söz edecektir. Kara yolunu pek sevmeyiz ama gene de yolculuğumuz genellikle kara yoluyla olur. Çünkü yöneticiler demiryoluna gereken önemi vermemişler, deniz ve hava yolu pahalı ve sınırlı olduğu için bizi trafik canavarının eline teslim etmişlerdir. Hepimiz asfalt, ağaçlıklı, çiçeklerle bezeli, allı
yeşilli yollarda yürümeyi, yolculuk etmeyi severiz ama bunun için bir çaba göstermeyiz.
Unutmayalım ki, insanlar layık oldukları yollarda yürürler.
Padişah çok güzel bir yol yaptırır. Bu yoldan en güzel geçeni, bu yola layık hareket edeni ödüllendireceğini söyler. Beyler, paşalar güzel arabalarına kurulurlar, cins atların çektiği süslü arabalarıyla, etrafa çiçekler serperek geçip giderler, padişahın yanına gelirler. Padişah yolu nasıl bulduklarını sorar. Yolu överler. “Yolun sonuna doğru bir yerde taş yığınları vardı. Herhalde kaldırılması unutulmuş. O olmasaydı daha iyi olacaktı” derler.
Tam bu sırada üstü başı toz içinde bir genç gelir, geç kaldığı için özür diler. Padişah ona niye geç kaldığını sorar. Genç başını öne eğer: “Yolda bir taş yığını vardı. Benden sonra o yoldan geçenlere engel olmasın diye onu kaldırdım. Yoksa daha önce gelecektim” der, özür diler. Asilzadeler bu işgüzar gence, basit arabasına küçümseyerek bakarlar, ödülü hangimize verecek diye merakla bekleşirler. Padişah hepsinin önlerinden geçer, gencin yanına gelir:
“Bu yolu güzelleştiren, bu yoldan en güzel geçen sensin. Çünkü sadece kendini değil, o yoldan senden sonra geçecekleri de düşündün. Ödülü sana veriyorum” der.
İşte en güzel yol ve en iyi yolculuk budur. Işıklı kişiler sadece kendileri yolculuk etmezler, başkalarının da o güzel yoldan geçmesi için çalışırlar, emek harcarlar, yolu daha da güzelleştirmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar.
En güzel yol çağdaş uygarlık yoludur.
Ne mutlu bu yolda yürüyenlere!