Karantina
Yukarılarda bir yerde bir gürültü, bir hareketlenme oldu. Biraz gerileyip açımı genişletmeme rağmen hiçbir şey göremedim. Tam o anda, nereden peyda olduğunu anlayamadığım bir mendil havada süzülerek aşağı inmeye başladı. Bu, yukarıda surların içinde birisinin olduğunun su götürmez kanıtıydı. Nitekim az sonra surlardan dışarı, ebelenen bir oyuncudan çok teslim olan bir asker gibi mahcup, nöbetçinin kafası uzandı. Uzak olduğundan minicik görünüyordu. Kafasında, eski çağ savaşçılarınınkine benzeyen bir miğfer olduğunu seçebiliyordum. Surlar sonsuza uzanır gibi uzanıyordu her yerde. O kadar yüksektiler ki kuşları bile suriçine hapsediyorlardı. Gökyüzü bütün anlamını yitirmiş, tepede bir parmak ucu kadar parıldıyordu. Gökyüzüyle birlikte bütün bir evren de bir tıpa gibi kendisini perdeleyen o parmağın ucunda bir simgeye indirgenmişti sanki. Cesaretimi toplayıp “Bizi neden buraya hapsettiler?” diye sordum, bu devasa duvarın içinde bir oyuncağa benzeyen nöbetçiye.
Yaptığı işin yasal olmadığını ortaya koyan tedirgin ve ikircikli bir hareketle, sanırım içeriyi kolaçan etmek için kayboldu. Tekrar belirdiğinde kafasında miğferi yoktu, pala bıyıklı kel bir adamdı. “Dışarısı tekin değil. Her şey yerine oturana kadar böyle olması lazım,” diye bağırdı aşağı doğru eğilerek. Sonra, beni teselli etmek için mi yoksa nöbetinde benimle konuşarak kuralları ihlal ettiği için bana bir sus payı olarak mı bilmiyorum aşağıya yiyecek bir şeyler attı. Kolonya şişesini yüzüne, saçlarına ve eline bocalarken az ötedeki çalılığa düşen maskesini hemen oracıkta yakmamı rica etti. Sonra da miğferini takıp ortadan kayboldu. Nöbetçinin ayaküstü karalayıp yiyecek poşetine koyduğu notta şöyle yazıyordu: “Lütfen endişelenmeyin. Hakkınızda açılmış bir dava falan olmadığı gibi burası bir şato falan da değil.” Beni avutmak amacıyla yazılmış bu not canımı sıkmaktan başka bir işe yaramadı. Surların üzerindeki gizli kapıyı bugün mutlaka bulmalıydım. Bir kibrit çakıp önce yiyecek sepetinden çıkan tek sigarayı ve ardından da beyaz bir mendilden başka bir şey olmayan maskesini tutuşturdum. Nöbetçinin, surun içindeki dehlizinden beni izlediğini hissediyordum.