Acil Durum Değerlendirmesi | Huseyin Evcil
Birkaç söz, önce okuyalım.
–
İnsanın tek düşmanı kendisidir.
Sir Winston Churchill
–
Cahillik üç türlüdür.
Birincisi : Hiçbir şey bilmemek.
İkincisi : Gerekli olan şeyleri bilmemek.
Üçüncüsü : Bir yığın gereksiz şeyleri bilmek.
Stephen Douglas
–
Sınırlarını tartışman gerekir. Onların gerçekten senin olduğundan emin olman
gerekir.
Richard Bach
–
Kendinle sürekli konuşmalısın. Çünkü, kendine hem söyleyeceklerin, hem de
soracakların vardır.
Epictetus
…
ALGI RÜZGARLARI
Defalarca konuyu ele aldım ve bir kez daha yazıyorum. Çevre, doğa, dahası, en yüce değerler nasıl kirletiliyor ise, internet siteleri de düşüncesizce, sorumsuzca kirletiliyor.
Sanal kirlilik ve işgal her geçen gün çoğalıyor.
Facebook ’ta : Gelişigüzel yazma ve yapıştırma, gelişigüzel kopyalama ve yapıştırma işleri, alışkanlığın ötesinde, hastalık olgusu gibi ortada duruyor.
Elbette bazı insanlar, kendi havaları ile, kendi gözlükleri ile rahat, mutlu. Eleştirilmeyi istemezler, aynalardan kaçarlar.
İnternette görülen hakaretlerin, saldırganlıkların, ego tatminlerinin duraklaması için formül bulunabilir mi, bilmiyorum ?
Bazı paylaşımlar : Zincirleme trafik kazalarına benziyor.
Kendini bilen, duruşu olan, ilkeleri olan, hassas yapılı insanların : Rastladıklarında kesinlikle üzüldükleri ama bir şey yapamadıkları, yapamayacakları paylaşımlardan söz ediyorum.
Özellikle siyasi ve dini alanda, bilinçli ya da bilinçsiz yapılan, saygıdan yoksun paylaşımlar çoğaldı. Daha da çoğalacağını düşünüyorum.
Yazılacak şey var, yazılmayacak şey var.
Olayı şöyle de ifade edebiliriz : Bazı durumlarda, düşünülen, yazılan, paylaşılan şeyler, akıl dışı, mantık dışı, vicdan dışı, nezaket dışı şeyler oluyor ki, olamaz, olmamalı. Ahlak ve hukuk kuralları çiğnenmemeli. Dilbilgisi kuralları çiğnenmemeli.
Her şey acımasızca çiğneniyor. Neden ? Hangi hakla ?
Kişisel görüş bildirmeler : Dağdan aşağıya doğru kaya yuvarlanır gibi gerçekleşmemeli ama gerçekleşiyor.
İnternette dolaştırılan, uçurulan bazı grafikler, cehalet kültüründe, kahvehane kültüründe, orman kültüründe, mağara kültüründe üretilmiş sloganlar olup, amaçları : Aşağılama, tahrik, kışkırtma.
Dolaştırıcıların, uçurucuların bir bölümü katı – agresif kişilik, bir bölümü ciddi ruh hastası, bir bölümü kendini profesör sanıyor, bir bölümü geyik muhabbeti meraklısı.
Onlarla buluşup, oturup, doğruları konuşamazsınız. Ülkenin geleceğini konuşamazsınız. Çünkü, doğrularının, en doğru olduğuna inanıyorlar. Başkalarının fikirlerine tahammülleri yok. Fakat kapısı, penceresi, balkonu, terası bulunmayan karanlık yapılarda (hücrelerde) yaşıyorlar. Doğru bildikleri şeylerin onaylanmasını, beğenilmesini bekliyorlar insanlardan.
Eğitimi
eksik kalmış, bilgi erişiminden uzak, teknolojiden, gündemden habersiz,
dağlarda ikamet eden çobanlar, yörükler dahil, herkes az ya da çok anladı, emin
oldu ki :
Günümüz dünyasında, Müslüman devletler, çelişkiler, zaaflar içinde yüzüyorlar.
Bazıları yüzerken boğulmuş, bazıları boğulmak üzere, bazıları yarın boğulmaktan kurtulamayacak.
Ayrıntılara girmeme gerek yok.
Elbette dışarıdan güdümlü, ismi Müslüman olarak anılan devletlerin saplandıkları bataklıklar, çırpındıkları tezgahlar, yani çaresizlikleri, birilerinin (Siyonist ekiplerin) projelerinin sonucu.
İşte o mağdur edilmiş devletlerden ya da kendi içimizden diyelim : Çirkin olayları, adli olayları öne çıkarıp, gerekçe gösterip, o olaylar üzerinden (cımbızlama yöntemi) İslam Dini ’ne yüklenmek, Müslümanlığı ve Müslümanları aşağılamak, dürüst ve samimi dindarları incitmek, ağlatmak hoş bir iş değil ama HOBİ oldu. Saldırma gerekçesi gibi oldu.
Suç işleyen, karaktersiz, Allah korkusuz bir imamın, bağışlanmayacak hatalar yapan bir öğrenci yurdu müdürünün, kompleksli – küstah bir ilahiyatçının eleştirilmesinde, o suçlu, o hatalı insanın huyunu, psikolojisini bir yana bırakıp ya da tamamen göz ardı edip, sadece DİNE tepki göstermek haksızlık, vicdansızlık oluyor.
Aşağıda bir örnek vereceğim.
Bolca yazılıp, bazı günler fotoğraf eşliğinde, bazı günler video eşliğinde internet sitelerine serpiştirilen slogan dikkat çekici değil mi ? Dine duyduğu öfkeyi böylece ortaya döken, muhtemelen Ateist çizgide giden, yani Ateizmi seven birilerinin tarzı.
Çok bilmiş birilerinin buluşu, o ilginç sloganı buraya yazıyorum.
– ÇOK ŞÜKÜR, BEN BU DİNDEN DEĞİLİM.
Bu dinden değil miş !
Tamam. Tamam kardeşim.
Gerçek kimliklerini saklayan etki ajanlarına hitaben demek isterim ki :
–
Çok şükür, siz bu dinden değilsiniz. Olmayın zaten. Müslümanlığın dışında
yaşayın, öteki dinlerin de dışında yaşayın. Dinlere sakın kirli
düşüncelerinizle yaklaşmayın. Dindarlara düşmanlık besleyeceğinize, gerçek
düşmanlarınızı bulun (bulabilirseniz)
ve sıkıysa onlara gösterin tepkinizi.
Allah
Aşkına, bu dinden olmadığını, yani Müslüman olmadığını, Müslümanlığı
benimsemediğini övünerek belirten, sözde aydın, sözde özgür insanın :
– Çok şükür
demesine, yani dini bir terim kullanmasına gerek var mıdır ?
Vurgu olsun diye yazdı herhalde.
Müslümanlık (sözde aydın bakışı) : Ahlaksızlığı, sapıklığı, cinayeti, şiddeti, işkenceyi, sahteciliği emrediyor, savunuyor sanki.
Gerçekler çarpıtılamaz. Gerçekler, kaplama levhaları ile kapatılamaz. Dinler, peygamberler, yukarıda saydıklarımın tümünü yasaklıyor. Ayetler, Hadisler, güvenilir tefsir kitapları, yukarıda saydıklarımın tümünü yasaklıyor. İnsanların koyduğu yasalar da yasaklıyor. Kesin bir yasaklama var.
Aslında, çok şükür diyen insan : Yaratıcı ’ya inanan, Yaratıcı ’nın iradesi ve emirleri doğrultusunda kendi yaşamını düzenlemeye çabalayan insandır.
Eğer farklı dine mensup ise (olabilir), bunun bilinmesinde sakınca olamaz. Ve edinilen her özel bilgi, tolerans ve saygıyla karşılanır.
Kimse, kimsenin dinini, dinsizliğini yargılama, aşağılama hakkına sahip değildir.
1
– Bu arada, ben Yunanistan ’a gitsem, orada bulunan Ortodoksların arasında,
yüksek sesle desem ki
(onların internet sitelerine yazmış olsam) :
– Çok şükür ben, sizin dininizden değilim. İnceledim, dininizin uygulamalarında falsolar var. Kabul edilemez şeyler var.
2
– Bu arada, ben Norveç ’e gitsem, orada bulunan ateistlerin arasında, yüksek
sesle desem ki
(onların internet sitelerine yazmış olsam) :
– Çok şükür ben, sizler gibi dinsiz, sizler gibi dindar insan avcısı değilim. Sizin, modern yaşamlarınızda, derin, çözümü bulunmayan tıkanıklıklar var. Hiçbiriniz mutlu değilsiniz. Yığınla anormal vatandaşınız, intihar eğilimli vatandaşınız var. Çantalarınızda depresyon ilaçları. Sizin yaşamınız bu. Siz her gün ölüyorsunuz.
3
– Bu arada, ben İsrail ’e gitsem, orada bulunan Yahudilerin arasında, yüksek
sesle desem ki
(onların internet sitelerine yazmış olsam) :
– Çok şükür ben, sizler gibi, tarihte kaç tane peygamberi dışlamış ve katletmiş (belgelerle sabit), bütün devletlerin ve milletlerin içine kötülük tohumları, ayrımcılık tohumları ekmiş olan canavar dedelerinizin tapındığı bir dinden, orijinalliğini bozduğunuz bir dinden değilim.
İşte
bu sözleri söyleme cesaretini (çıkıntılığını) gösteren ben :
Saniyeler içinde, o insanların nazarında, Ortaçağ mantığına sahip olduğum
izlenimini bırakırım. Dengesiz olduğum izlenimini bırakırım.
Bu gibi düşünceleri kafamdan (belki) geçirebilirim. Fakat damdan düşer gibi konuşursam, yazarsam, internette paylaşırsam, incinen, üzülen insanlar çıkabilir. Çıkıyor.
Tartışmaya açılan bütün konuların yayılımlarını da düşünmek, hesap etmek zorundayız.
Özü sonradan değiştirilen dinler dahil, felsefeler, ideolojiler, dünya üzerinde önerilen, öğretilen, ezberletilen her kavram, her fikri güzergah metni elbette TARTIŞILABİLİR. ÇÜRÜMEYE ELVERİŞLİ İSE DERHAL ÇÜRÜTÜLEBİLİR.
Ancak bu işlemlerin, beyne, kalbe çelik çivi çakılır gibi yapılmaması gerekiyor. Hakaret, iftira yoluna asla gidilmemesi gerekiyor.
Çağdaş,
aydınlatmacı bir insan : Tartışılan konu ne olursa olsun, aşağılamaz, dışlamaz,
alay etmez, empoze etmez. Keskin, kanatıcı sözcüklerle konuşmaz
diye düşünüyorum.
Günlük yaşamdan başka bir örnek vereyim.
Lokantada
yemeğini yerken, ekmeğin bir parçasını yere düşüren insan, eğilip onu eliyle
almadığında, ayağı ile ittiğinde, bunu gören ben
(çok gördüm, keşke görmeseydim) :
–
Çok şükür ben, sizin gibi nimetlere saygısız, sizin gibi görgüsüz, inançsız
değilim
diyemiyorum.
Aşırı üzülsem de bunu dememem gerektiğini biliyorum.
Tek
bir cümle, tek bir yorum
(yukarıda belirttiğim, çok şükür, ben bu dinden değilim cümlesini kastediyorum)
:
Ego ve kibir kokuyor.
Bunları paylaşanlara hitaben şunu diyebilirim : İyiliklerinizi, diğer üretimlerinizi, diğer eserlerinizi (varsa) bilmek isterdim. Erdeminizden, meziyetinizden, uzmanlığınızdan yararlanmak isterdim.
Polisiye
olayların tartışıldığı, kadın cinayetlerinin enine boyuna tartışıldığı bir
televizyon programına misafir olsam, şu cümleyi çekinmeden sarf edebilir miyim
acaba ?
– Çok şükür, Adanalı, Mersinli değilim. İzmirliyim.
Filistin
sorununun konuşulduğu bir programda :
– Çok şükür, ben Arap değilim, Yahudi değilim. Çok şükür, ben Türk ’üm.
Elbette
dünyada, Türk Vatandaşı olarak doğmuş olmak çok onurlu bir şey ama kötü
yollarda yürüyen, haram ile geçinen, yasa tanımayan, sapık duygulara sahip,
problemli, geçimsiz, vatan haini bir insan isem (Allah korusun) :
Türklüğüm, soyum, sülalem, diplomam, banka hesabım, lüks arabam, dostlarım beni
kurtarmaz, zenginleştirmez.
Arap halkını, İran halkını, Afgan halkını, Suriye halkını küçümsemek, aşağılamak, yerin dibine batırmak (Facebook sayfalarında hep yapılan şey), doğru bir yöntem değil. Vicdansızlık. Bizlere yakışmıyor. Çünkü, sıkıntının kaynağı, onların yönetilen (kukla) yöneticilerinde.
İşler, baştan bozuk oralarda. Halk ne yapsın ?
Oturduğumuz yerden sinirleniyoruz, kesiyoruz, biçiyoruz. Yanlış yapıyoruz.
Davranışlarına takıldığımız, dinsel tercihlerine ve uygulamalarına takıldığımız toplumların kaderlerini, çizgilerini asıl belirleyenler, onların yozlaşmalarını asıl sağlayanlar malum büyük patronlar.
Katılmadığımızı, onaylamadığımızı, sevmediğimizi, nefret ettiğimizi ballandıra ballandıra anlattığımız, eğitimsiz ve masum insanları, toplumları : Çöpe mi atacağız, yoksa başka bir gezegene mi göndereceğiz kargoyla ? Hayır.
Onlarla
birlikte yaşamaya devam edeceğiz.
Onlara komşuluk etmeye devam edeceğiz.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olsun, bir Ortadoğu devleti olsun, bir Afrika devleti olsun, herhangi bir devletin dindar kesimlerinin, din emekçilerinin, din gönüllülerinin tümünü toparlayıp, kapaklı sepetlere doldurup, diğer temel sorunları rafa kaldırıp, her zaman bu gibi konularla mı meşgul olacağız ?
Şimdi yazacağımın altını çizeceğim keçeli kalemle :
Dinimizi,
din görevlilerimizi beğenmeyebilirsiniz, ülkemizi beğenmeyebilirsiniz. Beğenmek
zorunda değilsiniz. Birçok adaletsizlikleri, birçok çatışmaları beğenmemekte
haklı olabilirsiniz ama eleştirilerinizi hep kibarca aktarmak durumundasınız
(eğer uygar bir insan iseniz).
Sonuç
olarak : Karanlık – kokuşmuş zihniyetlerin, kaba mantıkların karşısında iseniz,
yani aleyhinde iseniz, dedikodu ve yargılama değil, küçümseme değil, bilime
dayalı yorumlar, çözüme yönelik yorumlar paylaşınız ki,
gözlemlerinizden, görüşlerinizden hepimiz yararlanalım.
Geri kalmış ülkelerde öteden beri görülen yobazlıkların, İngiltere, İsrail, Amerika ve Almanya ’nın derin devletleri ile onlara bağlı istihbarat kurumları tarafından yürütüldüğünü, desteklendiğini biliyor muyuz ? Bilmiyoruz.
Anlaşılıyor ki, sosyal medyada, din adına yapılan haksızlıkların, hainliklerin anımsatılması, eleştirilmesi adı altında, farklı bakışlar, farklı anlayışlar monte edilmeye çalışılıyor.
Taktiksel gidiyorlar. Damardan gidiyorlar.
Facebook ’ta, kiliselerdeki klasik günah çıkarma geleneğinden söz edene, yani sorgulayana rastlamadım. Siz rastladınız mı ? Oysa kritik konu.
Neden kimse yazmıyor ? Tam eleştirilecek, süper bir konu bence.
İnsan, başka insanın işlediği günahların, gözle görülmeyen kayıtlarını kilisede kolayca nasıl silebilir ya da silinmesine yardımcı olabilir ? Bu, mümkün müdür ? Mümkün değildir.
Dünya genelinde yapılıyor, Tanrı adına görev üstlenme öyle abartılıyor ki, buna kargalar bile gülmez, sadece düşünür, şaşırır.
Türkiye ’nin başına musallat gibi davranan, dolayısıyla Şeytan ’ın birinci sekreteri gibi sıkı çalışan, yıllarca, tertemiz insanlarımızı aldatan ve robotlaştıran Fethullah isimli sinsi taşeronun, belirli günlerde, Yüce Allah ile bizzat istişare ettiğini (karşılıklı fikir alışverişi) iddia edenler bile çıktı.
Dünya genelinde, hatta Güneş Sistemi genelinde bundan daha büyük bir yalan olamazdı. Akıllara zarar akılsızlık örneği.
Algı uğruna yapıldı hepsi. Vatikan senaryosu.
Geçmiş yıllarda, Alman Devleti, Otantik İslam adını verdiği, kendi kontrolünde, kendisine borçlu bir Şeyhülislamlık Makamı oluşturulmasını sağladı. Refah Partisi tüzüğünde yer alan Milli Görüş ’ü temsil ettikleri iddiası ile, bazı isimlerin (örneğin : Ali Yüksel ’in) dinsel statü kazanmalarına yardımcı oldu. Yerel Senatolar, kiliseler, Alman iş adamları destek verdiler.
Alman Hükümeti ’nce alınan resmi kararlar ile, projeye katkılar yapıldı.
Scientology
tarikatı yöneticilerinden Rosy Mundi, 1993 yılında görüştüğü Millî Görüş eğilimli
insanlara Almanya ’da ortak çalışma önerdi. Aynı yıl, BAVG adlı ortak yatırım
şirketi kuruldu. Bunu birçok ticari ortaklık izledi. Scientology eğitmenleri,
Milli Görüş üyelerine düzenli eğitimler verdi. 1994 yılında Joint – Venture
ortaklık anlaşması imzalandı.
Kaynak -} Der Spiegel, Tarih 3 Kasım 1997, Sayı 45
Scientology ’nin dünya çapındaki anlamı ve Gülen yapılanması ile ortak işlevleri konusunda incelenebilir araştırma -}
1
– Yavuz Dedegil / Tarikatlar Emperyalizmin Hizmetinde
Aydınlık Gazetesi, 14 Ocak 2001
2
– Yavuz Dedegil ile bir söyleşi
Aydınlık Gazetesi, 11 Şubat 2001
Demek
ki, medya ve özellikle Londra Büyük Mason Locası, seçtiği insanı,
görevlendirdiği insanı her konuma yerleştirebiliyor. Ona kalıcı bir güç,
geçerlilik, dokunulmazlık sunabiliyor.
…
Algı konusuna aşağıda biraz daha devam ediyorum.
Ortaçağ
’da, Avrupa ’da kent meydanlarında masum kadınları kafeslere kilitlemişler.
Dahası, odun yığınlarının üzerine bağlamışlar ve diri diri yakmışlar
(içlerinde cadı var, şeytan var diye). Halk zevkle izlemiş.
İnsanın, insana reva gördüğü zulüm. Nereden nereye ?
Bugün itibariyle internette kurulan algı tuzaklarını, tarım ilacı eklenmiş sıcak çorbalara benzetiyorum. Tadına bakan, bir kaşık içen, hızla sindirim sistemi, dolaşım sistemi sorunları yaşayabilir. Ardından da zehirlenebilir.
Kafa karışıklığını kastediyorum. Kafanın yerinden sökülüp, alınmasını da kastediyorum. Çünkü, hangi kafayla, kimin kafasıyla düşündüğümüz tartışılır hale geldi (bence).
İnternet ortamındaki yönlendirmeler, spekülasyonlar birbirine çok benziyor. Bir yeraltı fabrikasının seri üretimleri gibi.
Duymuş, okumuş fakat üzerinde durmamış olabilirsiniz. Günümüzde : Dış bağlantılı bir dizi Algı Operasyonu yürütülüyor. Çünkü, perde arkasından dünyayı yöneten bir gizli hükümet, bir Üst Akıl Grubu bulunmaktadır. Göktaşı yağmuru gibi yağıyorlar üzerimize.
Koşullar ne olursa olsun, bizler yalnızca gerekli şeyleri konuşmalıyız, paylaşmalıyız. Gücümüzü kıracak, moralimizi bozacak şeylerden uzak durmalıyız.
Kışkırtıcıların tuzaklarına düşmemeliyiz.
Yobazlıkla mücadele bahanesi ile Facebook gruplarına katılan, gerçekte kendisi çağdaş yobaz olan insanların nokta atışları bizleri etkilememelidir.
İzin vermeyelim. Fırsat vermeyelim. El birliği ile durduralım.
Bilinçli insanları, inançlı insanları aptal yerine koyamazlar.
Birileri, gerçekte, Cuma Namazı ’nın anlamının, faziletinin ne olduğuna dair hiçbir şey bilmiyor, caminin içine değil, avlusuna, tuvaletine en son 10 yıl önce girmiş fakat Facebook ’ta Perşembe ’den bir başlıyor HAYIRLI CUMALAR, HAYIRLI CUMALAR demeye. Papağan gibi. Annesine, babasına, komşusuna iyilik yaptığı hiç görülmemiş. Mahallesindeki bir yoksulu sevindirdiği hiç görülmemiş. Bir bardak çayın, bir kuru gevreğin hesabını yapıyor. Cimrilik anıtı gibi. Telefon Müslümanı olmuş çıkmış … Telefon Atatürkçüsü, telefon milliyetçisi olduğu gibi …
Adam, farklı görünme, bilgili, kültürlü, sanat aşığı görünme çabasında aynı zamanda. Facebook Sitesi sayesinde 0.001 oranında kendini sevindirik hissediyor. Yatıyor, kalkıyor : Video izliyor.
Hayırlı Cumalar demek, dilek olarak güzel, yani hayrı dilemek çok güzel bir şey ama bitmiyor, bitmez. Cuma ’nın hakkını vermek gerekiyor.
İnsanın, Cuma günü mutlaka bir hayır işlemesi ve Cuma Namazı ’nı kıldığının reklamını yapmaması gerekiyor. Camiye giderken, çalıştığı iş yerinin kapısına, gittiği kutsal mekana dair not asmaması, yani ibadetini sahne şovuna dönüştürmemesi gerekiyor.
Herkesi, her varlığı bir biçimde kandırabilirsiniz fakat Yüce Allah kandırılamaz. Çünkü, kalplerde olanı, biteni Yüce Allah biliyor.
Günaydınlar / Hayırlı sabahlar / İyi günler / Hayırlı akşamlar / İyi geceler / Mutlu hafta sonları / Güzel ülkemin güzel insanları
gibi grafiklerin de cılkı çıktı Facebook ’ta ama bakıyorsunuz, altında 1 metre uzunluğunda yorumlar.
–
} Aynen. Aynen. Aynen.
– } Aynen öyle. Aynen öyle. Aynen öyle.
– } Yüreğine sağlık. Diline sağlık. Eline sağlık. Ayağına sağlık.
İş olsun diye, depodan çıkarılan, kalıptan çıkarılan yapmacık sözlerin değeri, yararı nedir, hep merak ederim ? Bunlar, düşünce, yorum sayılabilir mi ? Aralarında samimi sözler olsa bile, bunlarla zaman ve enerji kaybedecek kadar, diğer yaşamsal sıkıntılarımızı, geleceğimize dair engellemeleri, tökezlemeleri ele alamadık, sona erdiremedik henüz.
Ve tarihsel, sembol isimlerimiz üzerinden, bir yerlere (Örneğin : İktidara, muhalefete, diyanete, Osmanlı yöneticilerine) laf sokma çabası da çok sık görülüyor. İşte bugün hayatta olmayan o değerli isimler, orada sömürülmüş, orada kullanılmış oluyor. Günümüzün siyaset anlayışına ya da tartışma anlayışına kurban edilmiş oluyor.
Biz, nasıl düşünüyoruz, nasıl yaşıyoruz ? En kayda değer şey budur.
İnsan gibi, Türk gibi, Müslüman gibi yaşayabiliyor muyuz ? Yaşayabiliyorsak, ne mutlu bize. Yaşayamıyorsak : Şapkamızı önümüze koyalım ve biraz düşünelim.
Önümüze çıkan bir paylaşımı beğenirken, yorumda bulunurken, acele etmeyelim. Seçiciliğimiz olsun. Sorgulayalım. Acaba ne amaçla önümüze çıkıyor ?
Her önümüze çıkan, insan için, toplum için acil midir, gerekli midir ?
Birileri, uyumuyor, hareket halinde, koşuşturma halinde, içimizden vurmaya çalışıyor. Vuramasa bile tırmalıyor, tartaklıyor, hırpalıyor.
Peki, birilerinin, kaleyi sessizce yıkmaya, gençleri uyuşturmaya, gençleri ruhsuz yaşatmaya çalışıyor olması kimin umurunda ? Maalesef kimsenin umurunda değil.
Bugün,
dayatılanları iyi anlayıp, onları geri püskürtme zamanı fakat birçok insanımız,
düşünmek, kafa yormak, okumak, bilinçlenmek, kendini yetiştirmek peşinde değil.
Yalnızca rol, para, dekor, aksesuar, gösteriş peşinde. Kandırma, sömürme
peşinde
(hem kendini, hem dostlarını).
Cahilliğimiz, zayıflığımız : Mutluluğu, saygınlığı çürük zeminlerde aramamıza neden oluyor.
İlerleyen
yaşımıza rağmen, hangi emeklerle ve yatırımlarla neleri kazanabileceğimizi,
hangi emeklerle ve yatırımlarla neleri kaybedebileceğimizi ayarlayamıyorsak,
yani en doğru kararları vermekte bocalıyorsak, cebimizde / ufkumuzda terazimiz,
yaşam felsefemiz, ilkelerimiz yok ise :
Doğal olarak, zekamızdan, bilincimizden kuşku duyulur. Duyulmalıdır.
Zekamız yeterli ama bizi içine girdiğimiz kuyulardan çıkarması, bizi yüceltmesi için, bilerek devreye sokmuyorsak : İşte bu çok tehlikeli. Bir anlamda intihar hazırlığı.
İntihar eden ya da intiharı düşünen insan, şuurunu ve umudunu yitiren insandır. Direnme enerjisi biten insandır.
Pozitif duyguları törpülenen, deforme olan insanların, çok geçmeden sersemleyip, yıkıldıkları bilinen bir gerçektir.
Dikkat
etmeliyiz.
Dikkat etmeliyiz.
Dikkat etmeliyiz.
Dışa vurduğumuz ya da dışa vurmayıp, sadece zihnimizde yaşattığımız şeylerin sorumluluğu, sandığımızdan da büyük ağırlıklarda olabilir. O sorumluluk, sonsuza kadar, bir ateş çemberinde bizi mahkum edebilir.
Düşünce, fikir, görüş, yorum, hayal, spekülasyon, manipülasyon, kurgu, yargı, hüküm …
Tümünün etkisi, baskısı, sonucu önemli.
Merkep, koyun, tavuk, kuş, sinek olmadığımız için, yani insan olduğumuz için önemli.
Saygılarımla
Yazan ve paylaşan / Şair Hüseyin Evcil