Düşünce Üzerine | Rafet Canpolat
Yirmibirinci
yüzyıl, çift düşünmeyi gerektiren, bir asır olması gerekirken, düşüncesizliğin
bu zamanda moda olması büyük bir çelişki değil mi ? Düşüncesizce bir gaye
olabilir mi? İnsanı mutlu ve huzurlu kılan her şey mutlaka düşüncenin sihridir.
Korona günlerimin biribirine bağlı dört duvarın tavan ve tabana sıkıştığı saten
boşluğunda düşünceden düşünceye atlıyorum. Bulunduğum tarihden geriye doğru
vardığım yılların her bir durağında kaydettiklerimle şimdiye kadar cömertçe kullandığım
hafsalamda oluşturduğum nacizane kütüphanemin karekökü kadar daha öğrenmem
gerektiğini öğreniyorum. İçinde kendimi de bulduğum bu çağın acımasızlığından
nasibimi fazlasıyla alıyorum. Postmodern bu çağ insanının bizi illa ki
şaşırtacak donanımda olduğu bilinmesine karşın, düşüncesizliğiyle düşünce suçu
işleyerek bizi şaşırtmış olması ne kadar acınası bir durum değil mi? Bu
talihsizliğin bende de oldurduğu hissi kayıp,handiyse acınılası hikayeme
acımayan insan kalmadı gibi. Düşünsenize, küçük bir taşra kasabasının dili ve
şivesi çözülmez kadar arapsaçına dönüşerek arapsallaşmış o kaba dili; önce
kürtçeden yöre türkçesini, sonra yöre türkçesinden genel türkçeyi ve genel
türkçeden edebi türkçeyi toplamda üç kez Türkçeyi öğrenerek bu insanların duygu
ve düşüncesini anlamayı ve yazmayı başarmış biri olarak , Edebiyata doğuştan
İstanbul türkçesiyle başlayan çok bilmiş birinin saldırısından kurtulamıyorum
neyazık ki. Ey insanlık …! Eline bir ip geçiren birilerini asmaya kalkmadan,
afedersiniz eşek gibi çifte atıp sehpayı devirmeden önce lütfen “son bir
sözün varmı ?” diye sorsun. Beni dinlerken de kafasında benim
söyleyeceklerimi çürütecek hazırlık ile meşgul olmsın ki, beni anlayabilesin.
Ne ki , iletişimsizliğimiz ahlakı çökerten iğrenç bir savaşın kardeşliğimize
yansımasıdır. Neymiş efendim , “de da’yı bile ayırmasını beceremeyen
birinin yazısını okuyacak tahamülü kendimde bulamıyorum” diye beni idam
sehpasına çekiyor, hem de son sözümü sormadan. Kirlenmiş bu düşüncesiz
düşünüşümüz bitmez tükenmez gibi duran bu sebil zamanda neler getirmiyor ki
aklımıza. Hayatı ve insanı sevmek, paylaşmayı bilmek, sevgiyi sevdiğin güneş
gibi herkesle güler yüzle yaşamayı öğrenmekten ibaret değil mi zaten?.
Paylaştığın ekmeğin de güneşten tam beslenerek soframıza gelmiyor mu? Hava da
öyle; kimseyi ayırmaz,herkes ciğeri kadar çeker,ya solur ya ölür. Aynı
coğrafyanın kaderini yaşayan bizler rakım farkından dolayı oluşan atmosferik
olayın bünyemize yaptığı farklı ancak hissedilmeyen basınç gibi nefret yükü
bulutların da ruhumuzu karartmadan geçip giden doğa olayları olarak kalmasını
düşünebiliriz. Aslında doğa birbirimizi yok etmeyi değil yaşamak için bir arada
olmamızı emrediyor.
Falezlerden denize bakarsak düşüncemiz genişler ve derinleşerek soyutlanır,
tanımsız bir korkuya dönüşür. Sahilden bakarsan düşüncen korkusuz ve davetkar
olur. Bu demek ki düşüncenin bile yaşamdaki yeri ve seviyesini iyi belirlemek
gerekir.
Rafet Canpolat 26/05/2020 Bursa