Dolar 34,5055
Euro 36,4583
Altın 2.955,93
BİST 9.084,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 18 °C
Az Bulutlu

Günün Hikayesi | Sınır Ötesi Düşler | Suzan Kuyumcu

15.01.2020
1.862
A+
A-
Günün Hikayesi | Sınır Ötesi Düşler | Suzan Kuyumcu

“Gerçek yaşam öyküsü” (Birinci Bölüm)
Sude evde yalnızdı.
Cereyanların kesik olması her şeyi daha çok güçleştirmişti. Dışarıdan gelen fırtınanın ıslık sesini andıran uğultusu, ağaç yapraklarından yükselen hışırtılı sesler, bu seslere eklenen gök gürültüsü ortamı kâbusa dönüştürmüştü.

Tavandan sürekli bir şeyler birbirine çarparak yuvarlanıyordu. Dışarıdan gelen, gelirken birbiriyle buluşup işbirlikçi kararlarına korkuyu giydiren karma sesler, evin her köşesinde isterik kahkahalar atıyor gibiydi. Odalarda birileri dolaşıyor olmalıydı. Pusuda bekleyen biri her an üzerine atlayabilirdi. Bir çift hain bakışın denetimindeydi sanki. Bu his genç kadının bedenini kaskatı yapmaya yetti. Bildiği duaların her biri birbirine karışmış, onlarda feryat figan seslerin birer parçası olmaktan kurtulamamıştı.

Keşmekeş ortamda bir tek gözlerinden süzülen yaşlar dokunduğu yeri yakarak özgürce yuvarlanıyordu. Yarı yitik kelimeler boğazında düğümlendi. Eskilerin albastı dediği olay bu olmalıydı. Nefes alması bile gürültülüydü. Yüzünü yorganla kapatmayı düşündü. Yapamadı, deneyemedi bile. Vücuduna söz geçiremiyordu. Gözleri sımsıkı kapalı olmasına karşın zihni
son derece berraktı. Pencereden giren şimşeğin keskin uzantıları, içerideki eşyaları gölge ışık oyunlarıyla devleştiriyor sonra her şey yeniden zifiri karanlığa bürünüyordu.

Sude kendini zorlayarak gözlerini açmayı denedi. Başarabilirse korkusu biraz olsun azalabilirdi. Göz görmeyince zihni onu en
olmadık senaryoların içine çekiyordu. Ani kararla gözlerini tavana dikti. Bedenini kontrol etmeyi denedi, olmadı. Her yeri istem dışı titriyordu, tir tir titriyordu bedeni.

“Allah’ım” dedi, “Lütfen, lütfen hemen uyumamı sağla, bu korkuya daha fazla dayanamıyorum!”

O an gözlerinin önüne dış kapının görüntüsü geldi. İnanılmaz bir durumla karşı karşıyaydı. Yavaş yavaş açılıyordu demir kapı, ardından çelik kapı… İki kapı kısa aralıklarla sonuna kadar açılmıştı.

Genç kadın nefesini tuttu. Gözleri kocaman açılmış, bakışları bakarkör misali karanlığa tutunmuştu.

Bu sefer kendini zorlayarak gözlerini kapattı ve yeniden açtı. Hayır, rüya değildi bu. Görüntüler aleni ortadaydı. Fakat her yer böylesine karanlıkken, dış kapı bulunduğu ortamdan uzaktayken orayı görmesi nasıl mümkün olurdu? Aklı karıştı. Açılan kapıdan uzun boylu, yeşil kıyafetli, bellerine kadar uzanan başörtülü kadınların birer birer içeriye girdiğini gördü. Şoktaydı. Her şey aynıydı oysa.

Yine her yer zifiri karanlıktı, dışarıdaki uğultular, odayı aydınlatıp yok olan şimşeğin keskin aydınlığı, eşyaların
devasa gölgeleri, tavandan gelen gürültüler… Ruhu ne ara dizginlenmişti? Ayrımına vardığında daha çok korktu. Ölmüş müydü yoksa? Bedeni durulmuş, gözyaşları kendisini terk etmişti. Ruhuna sihirli bir değnek dokunmuş gibiydi. Sanki koltuğuna oturmuş, elinde kahvesini yudumlarken televizyonda bir
film izliyordu. Anlam veremedi. Gözlerinin önünde gelişen olaylara o denli odaklandı ki sonrasında içinde bulunduğu ruh durumunu irdelemek aklının ucundan bile geçmedi.

Zaman durmuş gibiydi. Yaşamın sınır ötesinde farklı bir boyuttaydı sanki. Karanlık odanın içinde yanıp yanıp sönen minicik ışıkları fark etti. Yatağının çevresinde ateş böcekleri uçuşuyor gibiydi. Onları gözleriyle takip etti.

Sağından solundan gelen fısıltılı seslere odaklandı. İncecik ıslığa benzer seslerdi bunlar. Onları büyük bir sükûnetle dinlediğini, içindeki korkuya dair hiçbir şey kalmamış olduğunu fark etmeden derin bir uykuya daldı.

Sabah uyandığında kendisini hiç olmadığı kadar zinde hissetti. Pencereyi açıp derin bir nefes aldı. Her yer yağmurla yıkanmıştı ve ağaçların ıslak yaprakları kendisine gülümsüyor gibiydi. Bu görüntüler ona geçenlerde gördüğü bir düşünü anımsattı. Kendini köklü bir ağacın gölgesinde dinlenirken görmüştü.
Tuhaf olan başını kaldırıp ağacın dallarına baktığında yüzlerce gülümseyen yüzün kendisine baktığıydı.

Ağacın her yaprağı farklı bir insan yüzüydü çünkü. Rüyaydı işte. Kendi kendine gülümsedi. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Pırıl pırıldı. İçinde müthiş bir huzur hissetti. “Güzel bir gün” dedi kendi kendine.

Mutfağa doğru yöneldi. Kahvaltı tepsisini hazırlayıp salona geçti. Çayını yudumlarken gözleri, duvarın köşesindeki çiçekliğe takıldı. Saksıya dayalı olan fotoğrafa uzun uzun baktı. Giysileri rengârenk olan bu esrarengiz adam kimdi acaba? Dün akşam onu oraya kendisi yerleştirmişti.

“Evime hoş geldin yabancı” dedi ona, “kim olduğunu henüz bilmiyorum fakat seni görmek bana iyi
geliyor”
Gülümseyerek başını salladı.
“Şu yaşam ne garip değil mi?” diye sordu yabancıya, “insanoğlu kimi zaman inanılması zor olaylara tanıklık edebiliyor. Tıpkı senin şu an evimde konaklıyor olman gibi… ”

Sude bu resmi bir hafta önce düşünde görmüştü. Düşünde de şu anki yerinde duruyordu. Dün sabah anneannesinin evini temizlerken vitrinin çekmecesinde, düşünde gördüğü resimle burun buruna gelmişti. Heyecanlanmıştı haliyle. Yaşlı kadından resmi istemiş ve evine getirip düşünde gördüğü gibi aynı yere yerleştirmişti.

Gözlerini ondan çekip çayını yudumladı. Kocasını düşündü. Dün öğleden sonra arkadaşlarıyla buluşup birlikte balık tutmaya gitmişlerdi. Kendisine hiçbir şey söylemeden gitmiş olduğunu düşündü.

Öfkesi hala geçmemişti demek. Suçsuz olduğunu biliyordu Sude. Haksızlığa uğradığını da… Bunu bilmesi gereken kocasıydı, o da bir türlü anlamak istemiyordu. Kocası, bir önceki akşam çantasındaki paraları istemişti. Saymış, bir daha saymış ve yirmi liranın eksik olduğunu fark etmişti. “O parayı nereye harcadın?” diye sorgulamıştı sonrasında. Hiçbir yere harcama yapmadığı konusunda bir türlü ikna edememişti onu.

Kocasını inandıramayınca bedeni bir tokatla yere serilmiş, küfürlere, tokatlara maruz kalmıştı. O gece kocası, geç saatlere kadar içmiş, oturduğu divana sızıp kalmıştı. Genç kadın yatak odasına geçip yatmış fakat bir türlü uyku tutmamıştı. Çünkü içi rahat değildi. Evet, kızgındı, kalbi kırıktı. İftiraya ve şiddete maruz kalmış, onuru incinmişti. Fakat uyku ölüm gibiydi.
Savunmasız bir bedene bilinçlice eziyet etmenin insanlığa sığmayacağını savunurdu dedesi.

“Vicdan herkeste bulunur da, ah o merhamet duygusu” derdi hep. Kocasının üstü açık uyumasına gönlü elvermemişti. Hava gece yarısından sonra iyice soğuyordu çünkü. Yatağından kalkıp, alkolün etkisiyle sızan kocasının üzerini battaniyeyle örtmüştü.
İçinden bir ses yükseldi.

“Vicdan, vah vah deyip geçer; merhamet sevgiyle sarıp sarmalar”
Gülümsedi. Yüreğinin kendini uyaran sesini seviyordu.
O paranın nereye gittiğini düşündü. Evlendiği günden bu yana, benzer durumlar sıkça yaşanıyordu bu evde. Kocası gerçekle buluşunca her defasında kendisinden af diler, gözyaşı dökerdi.

İşin en kötü yanı, aynı anda benzer olay yeniden yaşansa, aynı tepkiyi gösteriyor olmasıydı. Yine af dileyecekti bunu biliyordu. ‘Bir defa olan şey ikinci defa kolay kolay olmaz’ demişti Motaigne bir eserinde, ‘eğer oluyorsa üç beş devam eder’ demişti sonrasında.

Bu sözleri çok haklı ve yerinde buluyordu. Ders alınmalı, demekti diğer adı. Belki kendisi de ders almalı, kocasına, ‘Artık yeter’ diyebilmeliydi.

Kocasından gördüğü ilgiyi önemsiyordu Sude. Üstelik onun kötü bir insan olmadığına inanmıştı baştan. Ona göre hiç kimse kötü olamazdı. İnsanları dayanılmaz yapan geçmişin kötü izlerinin bu güne yansıması olmalıydı. Bu yüzden çocuk ruhuna serpiştirilen tohumları önemsiyordu.

Kaliteli tohum, yürekleri sevgiyle bezeli ebeveynlerden gelendi şüphesiz. “Yazık ki her çocuk böylesi bir aileye sahip
olamıyor” dedi içindeki ses. Ruhu hasta bir adamdı kocası. Bu nedenden dolayı çabuk af edebiliyordu. Onun kendisine delicesine âşık olduğunu bilirdi üstelik. Hastalıklı, illetli bir aşktı bu.
“Böylesi güzel güne olumsuz tohumlar ekmesen…” dedi içinden yükselen ses.

DEVAM EDECEK

 

Suzan Kuyumcu
Roman ve öykü yazarıyım. Nefise ve Satılık Sevda isimli iki roman, İlesam ve Akçağ yayıncılığın ortaklaşa oluşturduğu yarışmada ödül alan Gülce'nin Can Dostları isimli öykü kitabım var. Basılmayı bekleyen dört romanım demlenmede... Aynı pencereden bakan dostlarla birlikte olmak keyif verici...
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.