Haftanın Yazarı | İnci Gürbüzatik
Kitapları
Deve Boku Savaşları Görülüp bilindiği üzere, develerin hüküm sürdüğü, barıştan uzak coğrafyalarda savaşlar yüzyıllardır aynı canlılığıyla sürmektedir. Çünkü üreyip çoğaldıkları o kutsal, o sıcak ülke topraklarında henüz develerin nesli tehlike altında değildir. Silah üretimi sürünce, tüketmenin gereği malum olduğu üzere savaştır. Bu gerçeği bilen yukarı mahallelilerle, aşağı mahalleli çocuklar, cephanenin kapanın elinde kaldığı o sıcak ağustos günlerinde develeri gördüler mi, yeni düşmanlar yaratıp, savaşlarını kaldıkları yerden aynı heyecan, aynı hırsla sürdürür, deneyimlerini geleceğe aktarırlar. Kazananın olmadığı, olmayacağı, acıyla dolu, aptalca bir savaş için bahanenin deve boku kadar çok olduğunu bilirler.
Aşk?
Aşk zaten acı’dır, savaş’tır. Kazananın olmadığı, yaralılarla dolu bir savaş.
Misket👉Bu kör kuyunun dibinde, ikimiz de hayal olamayacak kadar gerçektik. İkimiz de şaşkındık ve olmamamız gereken bir yerde, zamanda, nedensiz karşı karşıyaydık. İkimiz de bu acımasız rastlantıyla, bu kıpırtısız, değişmeyen dekorun tam orta yerinde, zamanın işaretlediği o yerde, hayal olamayacak kadar gerçektik. Birbirini çoktan unutmuş ama belleklerini henüz yitirmemiş iki insanın hiç istemedikleri acı bir karşılaşma olmalıydı bu. Ben ona sevecen, içten, umutla bakarken o bana dik dik, nefretle baktı. ‘Çek git, defol’ der gibi, ‘Ne işin var senin burada?’ der gibi ya da ‘Niye gelip yaramı dağladın’ der gibi baktı. Ama ben neden o sessizliği bozdum?
Kahretsin keşke sormasaydım. Ah keşke!
“Burada mı yaşıyorsunuz?” dedim.
Suratıma tükürür gibi bir fiske bakış attı, ciddi bir biçimde gülümsedi. Yürüdü, birkaç basamak çıktı merdivenden. Sorumu duymadığını sandım ama birden çakılır gibi durdu. Dramatik bir oyun seyreden boş salonda tek seyirciydim sanki… Sırtı bana dönüktü, merdivenin korkuluğuna tutundu, yarı esrik bir tavırla döndü baktı yüzüme.
“Yaşamıyorum” dedi. “Görmüyor musun?”
Gıcırdayan merdivenleri hızla çıkmaya başladı.
“Mezar burası.
Hayal görüyorsun sen.” – Inci Gurbuzatik Bodrum’da tarih masal, masal tarih içindedir.
Bodrum, eski adıyla Halikarnassos, binlerce yıl boyunca Karyalılara, Leleglere, Perslere, Romalılara, Bizanslılara ve sonunda Türklere kollarını açtı. Her millet kendi öyküsünü kendi tarihini taşlarına, toprağına kazıdı.
Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri Bodrum’daydı: Mausoleum Anıt Mezarı. Kraliçe Artemisia’nın kocası Kral Mausoleum’a duyduğu aşkın sembolü, bir sevgi abidesi. Şimdi yerinde yeller esse de insanlar bilir ki “o harika” bir zamanlar limanın tam karşısında pırıl pırıl parlardı.
Tıpkı Bodrum gibi, Bodrum Kalesi de masalların kalesiydi. Gizleri ve görkemiyle dinleyene binbir masal anlatırdı. Yedi kapısı ve onlarca metre uzunluğundaki kuleleriyle şövalyelere ev sahipliği yaptı.
Birinci Dünya Savaşı’nda Bodrum bombalandı; işgal edildi ama halkı kimseye boyun eğmedi.
Bodrum’da her şeyin bir öyküsü var ve tarihe yolculuk bu kitapta solukları kesen bir maceradır artık.
“Benim gördüğümü siz de gördünüz mü?” diye fısıldadı Sıla. O beklenmedik umut ışığında yüzlerce titrek kıpırtının konfeti değil, altın da değil, maytap gibi uçuşan dokuma kelebekleri olduğunu anladıklarında gözlerine inanamadılar. Işıkta oynaşan gölgeleri bir yana, kanatlarının altın pırıltısı büyülü bir şölendi. Müzelerin, eski eserlerin baş belası, aç biilaç dokuma kelebekleriydi onlar.