İlginç Hayatlar | Mahir Akarsular
Tanıdığım en ilginç insan ”ARDAŞ”
2010 yılının son günleriydi. Ankara’da, bir parkta arkadaşımı beklerken kitap okuyordum. Yanıma orta yaşlarda, saçı sakalı birbirine girmiş, kirli, kâğıt toplayıcısı bir adam geldi. Kâğıt topladığı el arabasını biraz ileriye bırakıp selam verdi.
Elimdeki kitaba bakarak ‘’Psikanalitik kuramın babası’’ dedi. Doğru söylemişti, Freud’un Aforizmalarını okuyordum. Şaşırmıştım.Nereden biliyor bu adam bunları diye düşünürken cebinden bir poşet çıkarıp tütün sarmaya başladı. ‘’O kitapta şöyle yazıyor’’ dedi;
‘’Bir gün dönüp geçmişe baktığınızda, mücadelelerle geçen hayatınızın en güzel yılları olduğunu fark edeceksiniz. ‘’
Freud’un en sevdiğim sözünü ezberlemişti. O an anladım ki bu boş bir adam değil.
Tanışıp, sohbet etmeye başladık. İsmi Ardaş’mış . Ankara Üniversitesi Matematik bölümünü bitirdikten sonra annesiyle Almanya’ya gitmişler. Orada bir şirketin muhasebe işlerini yapmaya başlamış. Evlenmiş, kızı olmuş. Türkiye’ye 10 yıl sonra ilk kez annesinin cenazesini getirmek için gelmiş. Annesini defnettikten sonra geri Almanya’ya dönmüş. Güzel bir düzeni varken trafik kazasında eşini ve kızını kaybetmiş. Geri Türkiye’ye dönmüş. İlk zamanlar işsiz kalmış. Komilik, valelik, temizlikçilik yapmış. Hakaretlere dayanamayıp hepsinden ayrılmış. Kimseden iş istememiş. Kağıt toplamaya başlamış.
Gözlerinin içine ilgiyle bakarak dinlediğimi gördükten sonra beni yaşadığı yere davet etti. 2 gün sonra yılbaşı gecesiydi. Ne yapacağını sordum. ‘’Şatomda olacağım’’dedi. ‘’Beni de kabul eder misin?’’ dedim. ‘’Memnun olurum’’ dedi.
2 gün sonra, yılbaşı akşamı Ardaş abinin Şato dediği balıkçı barınağına benzer ahşap kulübeye geldim. İçerisi düzenliydi ama biraz kirliydi. Bunları hiç umursamadım çünkü kulübenin 2 duvarı boydan boya kitaplarla doluydu. Tahtadan raflar yapmış kitapları onlara dizmişti. Yaklaşık yarım saat kitaplarına baktım. Bölüm bölüm ayırmıştı. Neler yoktu ki; Bocaccio, Bacon, Shakespeare, Nobakov, James Joyce, Nietzsche, Tolstoy, Gorki, Kafka, Freud, Kant, Kierkegaard…
Bir bölümde Almanca dergiler, Le Monde ve The Independent gazetelerinin eski sayıları vardı. Ortada kütükten masası duruyordu. Üstünde keten bezinden yaptığı tütün tabakası, divit kalem, hokka, radyo ve tahta bardak vardı. Mum yanıyordu içeride fakat gayet aydınlıktı içerisi.
Bir köpeği vardı, adı ‘’Kimyon’’.
Kedisine ‘’Şamkat’’ adını vermişti. Neden ‘’Şamkat’’ dedim. Bir gün haberim yokken hamile kalmış dedi. Başka açıklama yapmadı.Sonra araştırınca öğrendim; Şamkat yazılı edebiyatta yer alan ilk fahişenin ismiymiş.
O gece Ardaş abi bütün hayatını ayrıntısıyla anlattı. Harika Türkçesi vardı. Cura çaldı. Şiir okudu. Sadık Gürbüz’ün ‘’Demiri Toz Ederler’’türküsünü Almanca söyledi. Felsefe konuştuk. İşçi sınıfını konuştuk. Ölen kızını anlattı. Alman barlarını anlattı. Kitap hediye etti. 1 şişe cin içti. 1 paket Cici Bebe(Bebek maması) yedi. Gözleri doldu. 30 kalem sarma tütün içti. İçtikçe kendinden geçti. Sabaha karşı istemeye istemeye çıktım büyülü şatodan.
1 gün sonra parkta buluştuk, döner yedik, demli çay içtik, politika konuştuk, bolca küfür ettik.
Aradan 1 hafta zaman geçtikten sonra her gün geldiği sokak dönercisinde karşılaştık. Şatosunda bir akşam ‘’Şamkat’’ mumu deviriyor perde tutuşuyor, kendine bir şey olmuyor ama ahşap kulübe ve içindekiler yanıyor.
O gün başka hiç konuşmadı. Elinde torba benzeri bir şey vardı. Eşiyle kızının mezarına su dökmeye gideceğini söyledi. Ayrıldık. Bir daha da hiç görmedim. Çok aradım ama bulamadım.
Okul gazetesinde ‘’Ardaş’ın Şatosu’’ ve ‘’Şamkat’ın Yangını’’ isimli iki yazı yazdım. Yazıları bulabilirsem siz değerli dostlarımla paylaşırım.
Ardaş abi bir yerlerde okursa bu yazıyı beni ve dostlarımı kendinden mahrum bırakmayacağından eminim.