Adsız Bir Derenin Öyküsü / Robert Pekoz
KÖYLÜ SÖMÜRDÜ… Oda küçüldü…
..
Köyü boydan-boya takip ederek, Ceylan gibi narin, yaşlı geyik boynuzu kıvraklığıyla yukarıdan aşağıya doğru yaylana-yaylana akan, bazen daralan, bazen genişleyen kayaların arasında kendi yolunu çizen bir deremiz vardı. Tertemiz ve tatlı bir su taşırdı doğasında, kayalık diplerinde yarattığı derin çukurlarda alabalık yaratmıştı azda olsa, yılanın bile zehirli dişlerini çekecek kadar duygu doluydu. Vadileri yara yara, keyfini çıkara çıkara kayalıklar arasında doğaya yeşillikler vererek ilerlerdi.
Ortaokula başlayana kadar, bu dere günlük yaşamımın üçte birini alırdı. Yaz aylarında köye döndüğümde günümün bir kısmını bu küçük çayda geçirirdim. Beni yakaladığı zaman özlemle bana sarılır, bende onu kucaklardım bir aşkla. Boyu-boyuma, huyu-huyuma benzerdi. Severdim suyunda oynamayı-oyalanmayı.
Kışın genel olarak buz kaplardı, gelinlik bir kız gibi. Buzun altında akan su sesleri duyardık, tıpkı gönüllü olarak kocaya giden, fakat yinede ağlıyan saf bir gelin misali, gürültü yapmadan, yeni meleyen bir kuzu gibi ince bir sesle ilerlerdi.
Bazen çarpınca önündeki taşlara; yarattığı gürültü, bir melodi sesiyle kulağımıza hoş bir haz verirdi. Her kış rutin bir şekilde bu özelliğini tekrarlayıp dururdu. Kış günleri azaldıkça, anlardık ondaki değişmeyi. Sessizliğini yavaş-yavaş bozmaya başlardı, dirilişi korkuturdu bizi.
Doğadan aldığı başka desteklerle meydan okurdu karşısında durana. Bazen öylesine hırçınlaşırdı ki, yıkardı-dağıtırdı önündeki barikatları. Büyük gürültülerle çıkardı yola, opera misali bir sesle bağırırdı, kavga gücünü yükseltirdi, bir-birine vururdu büyük taş parçalarını, yerinden sökerdi hayat verdiği ağaçları, yıkardı köprüleri, bozardı yolları, ulaşımı zorlaştırırdı intikam alırdı köylüsünden.
Ben korkuyla-endişeyle gözlerdim yarattığı canavarlığı, aynı zaman da onun hırçınlaşmasının, güçlü görünmesinin sevincini yaşardım. Uzun sürmezdi bu kabadayılığı, yavaş yavaş yükselen kızgınlığı, yine aynı itimle kendi kabuğuna çekilirdi. Arada bir görkemli sürprizlerine şahit tutardı bizi. Fakat işin rengi değişirdi zamanla. Doğaya vereceği yeni nefeslerle, başka güzellikler yaratırdı. Bir iyilik meleği rolünü alır her yere öpücük dağıtırdı. Herkesi mutlu eden bir özelliği vardı Başkalarını mutlu ederken kendisi de bunun sevincini yaşardı.
Yine sessizce zamanın akışı içinde çapta düşerdi. Başlarda bizimle boğuşmaya, hinliklerimizle kavga etmeye. Su birikimlerin toplandığı kaya diplerinde onunla kapışırdık. Çok cimrileşirdi , yüzme öğretmek için yeterince su birikim bırakmazdı, yoksulluğu ve zayıflığı yaz aylarında huy edinmişti. Arda bir küçük armağanlarla bizi mutlu etmenin yollarını aradı. Meyvesi azdı ama tatlı ve lezzetli bir balığı vardı. Korurdu balıklarını bizde, kayaların diplerine alırdı onları korumak için, ter dökerdik, emek verirdik, yorulurduk bir balık almak için onda.
Dere, köylüyü sevmezdi. Köylü dereyi yıllarca sömürdü durdu. Ondan maksimum faydalanmak isterdi, kendisine karşı acımasızca davranıldığını derinden anlıyor, bir inek gibi sağıldığını hissediyordu. Köylü halkı bilinçsiz ve nankördü, deresine hiç bir değer ve kıymet vermiyordu. Köylünün ileriye bakan vizyonu yoktu, derenin geleceğiyle hiç bir projesi bulunmuyordu.
Köylü halkı derenin taşıdığı tehlikeyi göremiyordu, ama çayımız olup- biteni anlıyordu. Köylüsüne sırtını dönmemek için bir-iki yardım bekledi yıllarca. Çünkü oda alışmıştı köyüne, kendini köyün sahibi gibi görüyor, köylüyü beslemesi gereken evlatları gibi düşüyordu. Köylünün kendisine vereceği bir kaç küçük destekle, kendisine yeni bir format hazırlayacaktı. Bu vesileyle köye yeni güzellikler ve zenginlikler sunacaktı. Olmadı, umutları, beklentileri boşa çıktı. Her geçen zaman aleyhinde işledi, küçüldü, eridi yaşlanmış bir ihtiyar gibi. Zamanla kendisi köylü gibi olmaya başladı, onların sömürüsüne, zalimliğine boyun eğmeye başladı.
Devamı yarına….