Uğur Karaca’nın Dil’e Yaktığı Ağıt / Adil Okay
Uçamayan kuşlarla yolladım mektubumu / bir hecesi fazla”
Uğur Karaca
“kuşlar da gitti / hangi mevsimdeyiz şimdi / yağmuru kış / sobayı babamın eli bilirdim / kara
Kibritli izler adın / habersiz değirmenler eker susuz/ yellenirken ağaçlar / adresi başka / el yazısı benim değil / klavyemde parmak izleri / uçamayan kuşlarla yolladım mektubumu / bir hecesi fazla” Uğur Karaca
Şair ve yazarların biyografileriyle ilgilenmeyiz pek. İlk ya da son sayfada genellikle özet olarak sunulan özgeçmişlere şöyle bir göz atar geçeriz. Kimi zaman çok sıradan görünen bir özgeçmişe sahip bir yazarın / şairin eserinde “bin ömürlük” biriktirmişlik sezilir. Anlarız ki düş gücü zengindir yazarın. Yaşamadıklarını da araştırarak, gözlemleyerek ve düş gücünü harekete geçirerek yazabilmiştir. Örneğin Behcet Necatigil’den Ali Yüce’ye kadar birçok başarılı şair – yazar ne hapse girmiştir, ne sürgüne yollanmıştır ne de savaşa. Ama yine de üretmeyi bilmişler ve bizi çağlar, sınırlar, sınıflar arasında yolculuğa çıkarmışlardır.
Ernest Hemingway ise, bu örneklerin tam tersi bir yerde durur ve şöyle der: “Yazmak için yaşayın sonra da yaşadıklarınızı yazın”. O renkli, tehlikeli hayatlar yaşamış ve yaşadıklarını düş- gözlem gücüyle harmanlayıp yazmıştır. Ama elbette estetiği, edebiyatın olmazsa olmazlarını dikkate alarak. Yoksa ortaya çıkan metin şiir, öykü veya roman olmaz. Belgesel ya da biyografi- otobiyografi olur.
İşte yeni keşfettiğim bir şair olan Uğur Karaca’nın şiirlerindeki şifreleri çözünce onun “hem anı bohçasının ezici ağırlığını, hem de düş gücünün zenginliğini gördüm. “Şifre” derken çok kapalı yazdığı sanılmasın Karaca’nın. İmgeleri yerli yerinde. Şiirleri boğmuyor. Çağrışımlarla yolculuğa çıkarıyor bizi.
“Cümleler üşür/ ünlemsiz büyür çocuklar/ yoksun /suskun ve virgülsüz” (Kelimeler kenti s. 10)
Edebiyatta özellikle şiirde “Tema – anlam – konu – içerik önemli değildir. Dil’dir asıl olan” değerlendirmesine katılmadığımı da tekrar belirteyim. Biçemde – dilde yeni arayışlara, deneysel çalışmalara tabi ki açık olmak gerekiyor. Ancak “anlaşılmamayı marifet sayan, dil oyunlarında yolunu kaybeden” “şair”lerin şiirden uzaklaştıklarını düşünüyorum. Uğur Karaca bu tuzağa düşmemiş. Onun şiirlerindeki ana izlek Dil. Bunu “Anadil yasağı” olarak da yorumlayabilirsiniz. Ve alt başlıklar halinde kan, katliam, göç, ayrılık, yoksulluk, çocuk, sevda ve sürgünü sayabiliriz. Bu nedenle yazımın başlığını “Dil’e ağıt” koydum. Zira Uğur Karaca’nın özellikle ilk şiir kitabı “Kelimeler Kenti”, (ikinci şiir kitabı da Merveda) beni doğrudan bu başlığa götürdü.
“Sürgündüm / Bir vagonun pasında yüzüm / munzur’un kenarında bir kurşundur sesim / balıkların beneği yaram…” (Uğur Karaca, Merveda. S.56)
Öyle ya kavramların, sembol ve simgelerin önemi var. Başlıkların, adların da öyle. Nasıl şiir sözcük damıtmasıysa, başlıklar da öyle olmalı bence. Dil’e ağıt yakan sadece dil’i yasaklanan halklar değil. Hâkim dilleri kullananlar da dönem dönem kendi dillerinin yozlaşmasından dert yanıyorlar. Mesela Fransa’da Kültür Bakanlığı radyolarda çalınan şarkılara yabancı dil kotası sınırı getirmiş. Hatta dilbilimcileri önlem alınmazsa 100 yıl sonra sadece İngilizce ve Çincenin bir diyalekti olan Mandarincenin kalacağı uyarısını yapıyorlar. UNESCO yıllar önce “Dünya Ana dil günü” vesilesiyle, kaybı NASA’nın kaybına eşit sayılacağını söyledikleri Maya’cayı kurtarma kararı almıştı.
“Hangi dilin bekçisiydi şair / dilinde kurşun izleri / yüzyıllık kelimeler kırmızı”
(Kelimeler kenti. S.13
Peki UNSECO’nun görmediği, ulaşamadığı diller. Soykırım, doğal afet ya da asimilasyon yoluyla yok edilen ya da gelişmesi engellenen diller. İşte bu dillerden birine yani unutturulmak istenen anadiline göndermeler var Karaca’nın şiirlerinde. Ağıt-isyan- öfke var. Karaca ana dili olmayan Türkçeyi çok iyi kullanıyor. Şiirlerinde bu dilin en gizil, derin, mahrem kıvrımlarında ustaca geziniyor. Hani “Sanat biçimlendirmedir.” Denilir ya, şiir de (ve tabi genel olarak edebiyat) bu anlamda dilin biçimlendirilmesi, sözcüklerin sökülüp, dağıtılıp yeniden dikilerek yeni formlara büründürülmesi, yeniden inşası değil midir? Bu inşada dilin bütün olanakları entelektüel birikimle ve tabi düş gücüyle zorlanır. Sözcükleri yeniden çatarken kullanılan harç imgelerle renklenir. İşte Karaca bunu başarmış.
“(…) dört kez bölünmüştü tek seferde / bölünmesin diye / asal sayılar biriktirirdim ülkeme / asılırken ömrüm afişlere tutundum / ders arası / simit yutan elemanıydı babamın / sesli harfler susarken eskirdim / sıramda düşler esir / Her göçte cebime iliştirilen bir kimlik / biz derken susardı ben / ıslak caddenin motifiydim / ya da yabancısı şehrin / her misafiri yeni işçi” (karaca, Kelimeler kenti. S.15)
“Merveda” adlı kitabının arka kapağında yazıldığı gibi: “Yaşadığı coğrafyanın sorunlarını dil sorunu halinde şiirleştirmek Uğur karaca’nın başlıca uğraşı olmuş. Hem kelime, harf, dil üzerinden benzersiz imgeler yaratmaya çalışarak betimlemeye çalışmış, hem şahsileştirerek bir ‘var olma mücadelesi’ olarak…”
Bu arada hakkını yemeyeyim Dil –Kimlik sorunsalı yanı sıra “emek -sınıf” sorunsalına – gerçeğine de gözlerini yummamış şair. Ama elbette onu anlamak için tarih hatta siyaset bilgisi gerekiyor. “Yasaklanan dil(ler), harfler, Taybet ana, Çocuk Uğur, dört parçaya bölünmüş halk, Cumartesi Anneleri, iş cinayetleri, çocuk işçiler… bunlar kimdir, bilmeyenler, bilmemek, duymamak için evlerinin kapılarını, perdelerini sımsıkı kapatanlar ya da bilip de susanlar Uğur Karaca’nın şiirlerinden çok fazla keyif almazlar.
Nerden baksan yüzleri işçilerin / yüzyıllık elleri / trenin izleri / zilleri ya da çığlıkları toplar / dağlarda martılar / ölüm sırtında katırlar / en ağır yüküydü tarihin / yoktum / gittiğimde sen”
(Kelimeler kenti, s. 11)
Sonuç olarak (iyi şiirlerin yanı sıra) “çok bilinmeyenli denklemler”in ya da “ağlak- arabesk” metinlerin şiir diye yoluma çıkmasından dert yanarken, Uğur Karaca’nın kitapları bana iyi geldi. Şiire ve insana dair umutlarımı arttırdı. Son sözü yine Karaca’ya vereyim. Şiir yolculuğuna devam etmesini dileyerek.
“ıslak bedenimde yangın cızırtısı / kaçarken tüm kelimeler / çöl ortasında sesler yaşlanır / dilimin kalkanı sus / çıplak odanın en karanlık köşesinde / haram bir ezgiyim ben / ya da paramparça bir yolculuğun toplamı / kentine yorgun bir durağım…
Ülkemdin beşinci parmağı kesik / yaramı sardım dikenli tellere / hangi yöne gitsem kanar kalbim / minarelerden kurşunlar üşüşür / hep aynı yerinden üşür yoksul çocuklar…”
Mayıs 2018
*Güney Kültür Sanat dergisi. S. 85.
künye:
Uğur Karaca, Kelimeler Kenti, Şiir, Yasak Meyve yayınları, İstanbul, 2016.
Uğur karaca, Merveda, Şiir, Şiirden yayınları, İstanbul, 2017.