Vincent Van Gogh’un kaleminden, hayatına dair mektuplar
1- 31 Mayıs 1876, Ramsgate (Van Gogh bu okulda öğretmen olarak çalışır.)
Seni, tüm geçmiş yıllarımı, evimizi düşündüm ve içimde şu sözler, şu duygu yükseldi: Beni yüzkarası bir oğul olmaktan koru, üstümden hayır dualarını eksik etme, hakettiğim için değil, anamın hatırı için. Sen sevgisin, her şeyi içine alırsın. Senin sürekli hayır duan olmazsa hiç bir şeyi başaramayız. (Van Gogh’un dindar olduğu dönem) Mektubuma küçük bir karakalem resim ekliyorum. Okulun penceresinden bir görünüm. Çocuklarını görmeye gelen ana-babalar istasyona dönerlerken, çocuklar bu pencereden el sallarlar onlara. Hiçbirimiz bu pencereden görünümü unutamayız. Hele bu hafta sen de görmeliydin. Yağmur yağıyordu, özellikle alacakaranlıkta, sokak lambaları yandıktan sonra, ıslak yol üstüne yansıyan ışıklar görülecek şeylerdi.
2. Clasina Maria Hornik (Sien) With Cigar Sitting On The Floor Near Stove, 1882
Aralık ayının ikinci yarısı 1881, Etten (Hollanda)
Düşündüm ki bir kadınla birlikte olmak istiyorum, aşksız, kadınsız yaşayamam. Şu işe bak ki hiç de fazla aramam gerekmedi. Buldum bir kadın (Bir fahişe olan Clasina Maria Hornik, Sien olarak bilinir). Güzel değil, genç değil, hiçbir dikkat çekici özelliği yok, ama belki de nasıl bir şey olduğunu merak edersin. Oldukça uzun boylu, iri yapılı biriydi; elleri Kee’ninki gibi yumuşak hanım elleri değil, çok çalışan birinin elleriydi; kaba-saba adi olmadığı gibi, çok kadınsı bir yanı vardı. Fransızların işçi kadın dedikleri bir tip. Bir sürü derdi olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu, yaşamı hiç de kolay geçmemişti. Neredeyse Kee ve benden de yaşlı, o da aşk deneyimleri geçirmiş; sırf bu yüzden daha çok seviyorum onu. Bu alanda bilgisiz değil, ben de değilim. Bu kadınla kurduğum ilişkiden hoşnutum, çünkü beni çalışmamdan alıkoymasına, neşemi şu ya da bu biçimde bozmasına olanak yok.
3. Woman Sien With Baby On Her Lap, 1881
Mayıs Başları 1882, Lahey (Hollanda)
Van Gogh Teo’ya, Sien’i anlatıyor. O sırada Sien’in bir kızı var ve hamile. Teo, bu ilişkiye hep karşı ve daha sonra da bu ilişkinin bitmesinde büyük etken.
Söyleyin bakalım hangisi daha uygar, daha ince daha erkekçe bir davranış: Bir kadını terketmek mi, yoksa aldatılmış bir kadının elinden tutmak mı? Bu kış gebe bir kadınla tanıştım; karnında taşıdığı çocuğun babası onu bırakıp gitmişti. Kış günü sokakları arşınlamak zorunda olan gebe bir kadın… Ekmek parası kazanmak için o bildiğin işi yapmak zorunda kalan gebe bir kadın… Bu kadını model olarak tuttum, bütün kış onunla çalıştım. Ona modellik ücretini tam olarak ödeyemiyordum, ama hiç değilse odasının kirasını ödedim ve Tanrı’ya şükür şu güne kadar onu da çocuğunu da soğuktan da açlıktan da koruyabildim, kendi ekmeğimi onunla paylaşarak. Onunla ilk karşılaştığımızda başta görünüşü dikkatimi çekmişti. Ona banyolar yaptırdım, bulabildiğim ölçüde besleyici yemekler yedirdim, biraz toparlandı, güçlendi. Onunla birlikte Leyden’e gittim; doğum yapabileceği bir hastahane var orada. (Hastaymış, bebeğinin rahim içindeki duruşu kötüymüş meğerse, ameliyat edilmesi gerekti, neyse bebeği karnın içinde döndürmeyi başardılar. Kurtulma olasılığı yüksek, Haziran’da doğacak.) Şimdi bu kadın evcilleştirilmiş bir kumru kadar bana bağlı, bense hayatta bir kez evleneceğime göre onunla evlenmekten daha iyi ne yapabilirim? Ona yardımcı olabilmenin en iyi yolu, tek yolu bu; yoksa yoksulluk onu gene eski yolun itecek, o yolun sonu uçurum…
4. Pollard Willow, 1882
31 Temmuz 1882, Lahey (Hollanda)
Suluboya yapmaya da bir itirazım olmadığını biliyorsun; ancak suluboyanın temelinde desen var, ayrıca desenden yola çıkarak suluboyadan başka bir çok resim dalına varabilirsin. Bunlar da zamanla bende gelişecek, yaptığı işi seven herkeste olduğu gibi… O kocaman, budanmış söğüt ağacını bir kez daha denedim, sanırım suluboya resimlerimin en iyisi oldu. Kasvetli bir peyzaj, sazlarla kaplı durgun suyun kıyısında ki ölü ağaç, uzakta Rhine Demiryolları’nın barakası, birbirine geçen raylar, külüstür kara yapıların gerisinde yeşil çayırlar, kömürün taşınması için patika, bulutların hareket halinde olduğu, tek parlak beyaz sınırı olan boz rengi bir gökyüzü ve bulutların bir küçücük aralığından görülen derin mavi… Kısacası gri önlüklü, kırmızı bayraklı işaret memuru “Bugün hava amma da kasvetli” dediğinde ne görüyor, ne hissediyorsa onu göstermek istedim.
5. Weaver, 1884
Haziran/Temmuz 1884, Nuenen (Hollanda)
Şu günlerde yeniden iki büyük yağlıboya etüde daldığımı, dokumacılarla ilgili iç mekan çalışmaları, hiç de suluboya ile uğraşmak havasında olmadığımı anlarsın. Dokumacılarla ilgili bu iki yeni çalışmama gelince, birinde tezgahın bir bölümü, bir figür ve küçük bir pencere görünüyor. Öteki de gene iç mekan. Sarımtırak çimenlere bakan üç büyük penceresi var; bu renk, tezgahta dokunmakta olan bezin mavisiyle ve dokumacının daha değişik bir mavi olan gömleğiyle karşıtlık yaratıyor.
6. Cottage, 1885
Temmuz 1885, Nuenen (Hollanda)
Sevgili Theo,
Daha önce mektuplarda sözünü ettiğim dört resim (köylülerin kulübelerinin resmi) gitmiş olsaydı keşke. Onları uzun süre burada tutarsam yeni baştan yapacağımı sanıyorum; oysa şimdi oldukları gibi, doğrudan doğruya fundalıklardan sana gelseler daha iyi olur. Hemen göndermemin sebebi, senin de belki sıkışık olduğun bir sırada ödemeli yollamak istemediğimden. Bense şu anda posta parasını verebilecek durumda değilim. Millet’in (Van Gogh’un hayran olduğu ressam) oturduğu küçük evi görmedim ama, yaptığım dört minik insan yuvasının onunkiyle aynı cinsten olduğunu düşlüyorum. Bir tanesi soylu bir adamın evi, burada yas tutan köylü diye ün salmış; ötekinde iyi bir kadın oturuyor. Buraya geldiğimde patates tarlasını kazmaktan daha esrarlı bir iş yapıyordu ama, galiba büyücülüğü de var. Her neyse ona da cadı kafa adını takmışlar.
7. The Potato Eaters, 1885
Temmuz 1885, Nuenen (Hollanda)
Benim Patates Yiyenler’deki figürlerimde birtakım yanlışlar konusunda Serret’in (ressam) ciddiyet ve inançla bir şeyler söylediğini yazmıştın geçenlerde. Buna vermiş olduğum cevaptan anlamış olman gerekir ki, o açıdan ben de kendi kendimi eleştiriyorum; ancak kulübeye birçok gece loş lamba ışığında gördükten sonra edinilmiş bir izlenim olduğunu, yağlıboyayla kırk kadar baş etüdü yaptıktan sonra yapılmış olduğunu da belirttim; dolayısıyla sizinkinden değişik bir bakış açısından yola çıktığım da açık-seçik ortada. Ama şimdi figür çizme konusuna girdiğimize göre, söyleyecek daha pek çok şeyim var. Ancak Rafaelli gibi Paris’in sanat ve edebiyat çevresinde dolanan kişiler, elbette benim gibi köy yaşamının göbeğinde yaşayan birinden değişik görüşlere sahiptirler. Bir köylü resmi köylü olmalı, bir kazmacı da resimde gerçekten toprağı kazmalı; o zaman bu resimlerin temelinde gerçekten bir çağdaşlık olabilir diyorum.
8. Portrait Of A Woman Red Ribbon, 1885
Aralık sonu 1885, Anvers (Belçika)
Para elime geçer geçmez çok güzel bir model tuttum ve başının tablosunu gerçek boyutlarda yaptım. İçindeki siyahtan başka oldukça açık renkler kullandım. Arka plana altınımsı parlayan bir ışık koydum başın kendisi son derece yalın çıkıyor ortaya. Renkler şeması şöyle: Tonları iyi belirlenmiş ten rengi, boyunda biraz bronzlaşıyor, simsiyah saçlar, bu siyahı elde etmek için lal rengi ile Prusya mavisi kattım. Simsiyah saçlara şöyle bir kan kırmızı dokundurdum. Kafe Şantan’da çalışan bir kız bu. Ama resme vermeye çalıştığım anlam Ecco Homo (Pilatus kendisini halka gösterdiğinde İsa’nın yüzündeki anlam) havasında bir şey. Model geldiğinde, geçtiğimiz birkaç gece çok çalışmış olduğu belliydi, oldukça tipik de bir söz etti. Şahsen şampanya neşelendirmiyor beni, kederlendiriyor. O zaman ne yapmam gerektiğini anladım işte, aynı zamanda hem şehvetli hem de kedere boğulmuş bir şey anlattım. Düşünüyorum da şu orospular neye benzerlerse benzesinler, onlardan kazanç elde etmek, başka herhangi bir yoldan daha kolay. Aralarında çok güzellerinin olduğunu yadsımak olası değil, ayrıca günümüzün havası da bu, bu resimler her geçen gün daha göze giriyor. Mümkün olan en yakın zamanda, kendi odasında, dans giysileri içinde bir etüdünü yapmama izin vereceğine dair söz de verdi bana. Şu sırada bu sözünü yerine getiremiyor, çünkü çalıştığı kafenin patronu onun modellik yapmasını onaylamıyor, ama yakında bir kız arkadaşıyla oturmaya başlayacak, kendisi de öteki kız da portrelerinin yapılmasını istiyorlar. Gene geleceği günü hararetle umutla bekliyorum, çünkü hem çok çarpıcı bir yüzü var hem de kendisi nükteli biri.
9. Agostina Segatori Sitting In The Café du Tambourin, 1887
Yaz 1887, Paris
La Segatori’ye gelince durum bambaşka. Ona karşı hala sevecenlik duyguları var içimde, umarım onun da bana vardır. Yalnız şu sıralarda, çok kötü durumda; ne tümüyle kendi başına buyruk ne de evinin hanımı, daha da beteri hasta ve çok acı çekiyor. Bunu açıkça kimseye söyleyemem, ama bana sorarsan kürtaj yaptırdığına inanıyorum (eğer doğal olarak çocuk düşürmediyse). Ama içinde bulunduğu durumda onu bu yüzden suçlayamam. İki aya kadar iyileşir umarım ve belki o zaman kendisini zorlamadığım için şükran duyar bana. Öte yandan iyileştikten sonra, bana ait olan şeyleri geri vermeyi soğukkanlılıkla reddederse ya da bana bir kötülük edecek olursa, şu kadarcık acıyacağımı sanma, ama gerekli olmayacak bu. Hala güvenecek kadar iyi tanıyorum onu. İşini sürdürmeyi başarırsa, alt kademelerde sürüneceğine en tepeye çıkmaya karar vermesini anlayışla karşılamak gerekir. İlerlemek için biraz da benim ayaklarımı çiğneyecekse olsun, ben razıyım. Onu yeniden gördüğümde yüreğimi ayakları altına almadı. Herkesin dediği kadar kötü olsaydı, bunu yapardı değil mi?
10. Flowering Peach Trees, 1888
Nisan başı 1888, Arles (Fransa)
Çiçek Açmış Meyve Bahçeleri üzerine sıkı çalışıyorum. Gül renkli şeftali ağaçları kadar güzel bir meyve bahçem var. Çok çok uçuk pembe kayısı ağaçları… Şu sırada birtakım erik ağaçları üstünde çalışıyorum. Binlerce kara dal arasında sarımsı beyaz çiçekler… Korkunç denilecek miktarlarda boya ve tuval kullanıyorum, ama harcadığım paranın boşa gitmediğine inanıyorum. Bu ay ikimiz için de para bakımından zor olacak, ama bir şeyler ayarlayabilirsen, hazır ağaçlar çiçekliyken olabildiğince çok çalışmam bizim çok yararımıza. İşin içine iyice girdim artık, aynı konuda on resim daha yapmam gerektiğine inanıyorum. Çalışmalarımda oldukça değişkenim biliyorsun, meyve bahçelerinin resmini yapma tutkum sonsuza dek sürüp gitmeyecek. Meyve bahçeleri dizisini tamamladığımda bitkin olacağım; çünkü tuvaller 25, 30 ve 20 boyutlarında. Yaptığımın iki kat fazlasını yapsam bile elimizde gereğinden çok resim olmayacak. Sanıyorum bu dizi Hollanda’da buzları kırmamızı sağlayacak gerçekten. Mauve’nin (Hollandalı realist ressam) ölümü benim için çok kötü darbe oldu. Gül renkli şeftali ağaçlarını gösteren tablomda belirgin bir üzüntü sezeceksin.
11. Starry Night Over The Rhone, 1888
Haziran’ın ikinci yarısı, 1888, Saintes-Maries-sur-Mer (Fransa)
Bu akşam, bomboş deniz kıyısı boyunca yürüyüşe çıktım. Neşeli değil ama kederli de değildi, yalnızca çok çok güzeldi. Gökyüzünün derin mavisi üstünde benek-benek bulutlar vardı. Kimisi yoğun kobaltın temel mavisinden daha koyu bir mavi, kimisi de Samanyolu’nun ak mavisini andıran daha açık maviydi. Bu mavi derinlikte yıldızlar ışıl ışıldı; yeşilimsi, sarı, beyaz, pembe, yıldızlar bizim orada olduğundan, hatta Paris’ta olduğundan daha parlak, daha bir mücevher gibi yanıp sönüyorlardı. Sanki opaller, zümrütler, yakutlar, safirler saçılmıştı gökyüzüne. Deniz ise çok derin lacivertti. Kıyı biraz eflatun, biraz koyu pas ya da kuru yaprak rengi bana sorarsan, kum tepeciklerinin (aşağı yukarı altı metre var bunların) üstünde ise Prusya mavisi birtakım çalılar…
12. Postman Joseph Roulin, 1888
Ağustos başı, 1888, Arles (Fransa)
Geçen hafta postacının bir değil iki portresini yaptım. Ellerin ve başın gerçek boyutlarda olduğu, belden yukarı portreler. Adamcağız para kabul etmediği için, benimle yiyip içerek daha fazlaya mal oldu bana. Üstüne bir de Rochefort’un lambasını verdim. Ancak, çok iyi poz verdiğini ve pek yakında yeni doğan çocuğunun resmini yapmayı umduğumu düşünürsen ufak, önemsiz bir sıkıntı bu.
13. The Night Cafe, 1888
Ağustos başı, 1888, Arles (Fransa)
Burada bunlara Gece Kahvehanesi diyorlar, oldukça yaygın bunlar, bütün gece açık kalıyorlar. Gece kuşları yatacak bir yer için paraları yoksa ya da herhangi bir yere kabul edilmeyecek kadar sarhoş olduklarında buraya sığınıyorlar. Aile yuvası, anavatan gibi birtakım şeyler galiba, bizim gibi anavatansız da, ailesiz de olabilen kişilerin imgeleminde, gerçekte olduklarından çok daha çekici. Kendimi her zaman bir yerler, bir hedefe doğru yol alan bir yolcu gibi hissediyorum. Öyle bir yerin, bir hedefin var olmadığını kendi kendime söylediğimde ise gayet akla yakın, doğru geliyor bana.
8 Eylül, 1888, Arles
İnsanoğlunun korkunç tutkularını kırmızı ve yeşil boyalarla anlatmaya çalıştım. Oda kan kırmızısı ve koyu sarı, en ortada yeşil bir bilardo masası var; dört tane limon sarısı lamba, turuncumsu, yeşilimsi ışık saçıyor. Her yanda en yabanıl kırmızı ve yeşillerin çarpışması, çelişmesi görülüyor. Uyuklayan serserilerin figürlerinde, boş kasvetli odada, morda ve mavide… Bilardo masasının kan kırmızısı ve sarı-yeşil, örneğin, kontuvarın yumuşak XV. Louis yeşiliyle karşıtlık yaratıyor; kontuvarın üstünde pembe çiçek demeti var. Bir köşede nöbet tutar gibi duran ev sahibinin ak giysileri ise limon sarısına ya da açık, ışıklı bir yeşile dönüşüyor.
14. The Poet, 1888
Ağustos ortası, 1888, Arles (Fransa)
Bir sanatçı arkadaşımın (Eupéne Boch) yağlıboya portresini yapmak istiyorum. Büyük düşleri olan bir bülbül nasıl ötüyorsa öyle çalışan biri bu, tabiatı öyle çünkü. Sarışın bir adam olacak. Onu nasıl takdir ettiğimi, nasıl sevdiğimi de göstermek istiyorum resimde. Böylece, başta onu olduğu gibi, görünüşüne elimden geldiğince sadık kalarak resmederim. Ama tablo daha bitmedi. Bitirmek için renklendirmede keyfi davranacağım. Saçlarının sarışınlığını abartacağım, turuncu tonlara, krom sarısına, limon sarısına kaçacağım. Başın gerisine gelince, külüstür odanın bildiğimiz duvarı yerine sonsuzluğu koyacağım; oluşturabileceğim en zengin, en yoğun maviden dümdüz bir geri plan. Böylece derin mavi geri planın üstünde parlayan ışıltılı baş, birden esrarlı bir görünüm alacak tıpkı masmavi gökyüzünün derinliğinden çıkmış bir yıldız gibi.
15. The Bedroom, 1889
Ekim ortası 1888, Arles (Fransa)
İşte bu. Otuz numara bir tuval olacak bu da. bu kez yalnızca yatak odamı yapacağım ama burada her şeyi renkle vereceğim; her şeyi basitleştirerek daha görkemli hale getirmek ve genelde bir dinlenme ya da uyku izlenimi bırakmak istiyorum. Kısacası, bu tabloya bakanın beyni ya da doğrusu, imgelemi dinlemeli. Duvarları soluk menekşe rengi. Yer kırmızı karolardan oluşuyor. Karyolanın ve sandalyelerin ahşap kısımları taze tereyağı sarısı, yatak çarşafı ve yastıklar limon yeşili. Yatak örtüsü kızıl. Pencere yeşil. Tuvalet masası turuncu, lavabo mavi. Kapılar leylak rengi. Ve hepsi bu kadar, kepenkleri kapalı olan bu odada başka bir şey yok. Eşyaların geniş çizgileri gene dokunulmazlığı olan bir dinlenme havası ifade etmeli. Duvarlarda bir iki tablo, bir ayna, bir havlu ve birkaç giysi. Çerçeve, resimde hiç beyaz bulunmadığı için, beyaz olacak.
16. L’Arlésienne: Madame Ginoux With Books, 1888
Kasım başı, 1888, Arles (Fransa)
Sonunda Arlezyen (Arlesli kadın, arkadaşı Mme Ginoux) buldum: Bir saat içinde tuvale geçirdiğim bir figür bu. Geri plan uçuk limon rengi, yüz gri, giysiler kara, içinde cırtlak Prusya mavisi karıştırdığım derin bir siyah… Kadın turuncu tahtadan bir koltuğa oturmuş, yeşil bir masaya yaslanmış durumda.
17. Still Life With Oranges And Lemons With Blue Gloves, 1889
23 Ocak 1889, Arles (Fransa)
Yeni bir tuval bitirdim, kimilerinin şık olarak niteleyebilecekleri bir havası var gibi. İçinde limon ve portakal olan kamış sepet, bir servi dalı ve bir çift mavi eldiven. Benim bu meyve sepetlerimden bazılarını daha önce de gördün sen.
18. Madame Roulin Rocking The Cradle (A Lullaby), 1889
23 Ocak 1889, Arles (Fransa)
Şu anda elimdeki iş, Roulin’in karısının portresi. Hastalanmadan öncede bunun üstünde çalışıyordum. Bu resimde kırmızıları, pembeden turuncuya uzanan bir dizi olarak düzenlemiştim. Turuncu ise çeşitli sarılardan limon rengine yükseliyor, arada açık ve koyu yeşiller var. Bitirebilirsem bunu çok sevineceğim ama korkarım kocası gittiği için poz vermekten kaçınacaktır kadın.
19. Sunflowers, 1889
23 Ocak 1889, Arles (Fransa)
Ama istersen, ayçiçekli iki tabloyu sergileyebilirsin. O tablolardan birini Gauguin istiyordu, bense Gauguin’i gerçekten sevindirmek istiyorum. Dolayısıyla, iki tuvalden birini isterse, tamam, ver… Birini, o hangisini beğendiyse baştan yapmaya razıyım. Bu tuvallerin göz alıcı olduklarını, dikkat çekeceklerini sen de göreceksin. Ama bana sorarsan bunları kendine saklamanı, sadece kendi keyfin ve karınınki için duvara asmanı öğütlerim. Bu gibi resimlerin bir özelliği de, zamanla nitelik değiştirmesi, ne kadar uzun süre bakarsan o kadar zenginlik kazanması… Ayrıca biliyorsun, Gauguin de çok beğendi bunları. Bir sürü övgünün yanı sıra dedi ki: “İşte bu… Bu… Çiçek…” Biliyorsun şakayık çiçeği Jeannine’indir, hatmi çiçeği Quost’a aittir, ayçiçeği de galiba biraz benim…
20. Portrait of Joseph Roulin, 1889
Nisan başı 1889, Arles (Fransa)
Her ne kadar Roulin bana babalık edecek kadar yaşlı değilse de, bana karşı gösterdiği sessiz ciddiyet ve sevecenlik, yaşlı bir askerin genç bir askere gösterebileceği cinsten. Bana her zaman, ama tek bir kelime söylemeden şöyle diyen bir hali var: Yarın başımıza neler geleceğini bilemeyiz, ama ne gelirse gelsin başına, beni düşün… Böyle bir duygu, ne küskün ne de kederli, ne kusursuz ne de mutlu, ne de her yaptığı doğru olan bir adamdan geldiğinde insanın içi ferahlıyor sanki… Ayrıca, öylesine iyi yürekli, öylesine bilge ve duygulu, öylesine güven dolu bir insan ki… Açık söyleyeyim sana, Arles’da herhangi bir şeyden en ufak bir biçimde yakınmaya hakkım yok; orada gördüğüm kimi şeyler var ki, hiçbir zaman unutamayacağım.
21. Wheat Field With A Reaper, 1889
Eylül başı, 1889, Saint-Rémy (Fransa)
Açık havada çalışırken, rüzgara, güneşe, gelip geçenin meraklı bakışlarına maruz kaldığından, elinden geldiğince birşeyler yapıyorsun, tuvali, üstünde fazla düşünmeden, öyle dolduruyorsun. Ama işte o zaman gerçeği, elzem olanı yakalıyorsun ki, bu en zoru zaten. Arada bir süre geçtikten sonra yaptığın etüdü yeniden ele aldığında bu kez fırça vuruşlarını nesnelerin yönüne göre ayarlıyorsun. O zaman daha uyumlu, bakması daha hoş bir resim oluyor elbette ve içindeki sükuneti, ne kadar varsa, neşeyi de ekliyorsun. Kendimi ilerde, belli bir başarı kazanmış bir ressam olarak gözümün önüne getiriyorum kimi kez; o zaman, burada geçirdiğim yalnız ve kötü günleri, ekin biçen köylüleri hücremin demir parmaklıkları (akıl hastahanesi günleri) arasından seyrettiğim günleri özleyeceğimi düşünüyorum. Talihsizliğin de işe yarar yanları var.