Dolar 34,4910
Euro 36,3975
Altın 2.965,97
BİST 9.261,52
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 19 °C
Çok Bulutlu

4. Giritliler Güz Festivali Erzin’in Turunçlu Köyünde Yapıldı | Müslüm Kabadayı

12.09.2019
3.466
A+
A-
4. Giritliler Güz Festivali Erzin’in Turunçlu Köyünde Yapıldı | Müslüm Kabadayı

17. yüzyılda Osmanlılar tarafından gerçekleştirilen 25 yıllık kuşatma ve savaş sonrasında 1669’da ele geçirilen Girit Adası, coğrafi konumu kadar uygarlık tarihine katkısı bakımından da çok önemli. Gerek arkeolojik ve antropolojik araştırmalar, gerekse doğabilimleri verileri, bu adanın üç kıtadaki kültürlerin sentezlendiği, aynı zamanda kıtalar arası aktarıma vesile olduğu yer olarak önemli olduğunu gösteriyor. Afrika’dan Avrupa’ya göçler yanında köle ticaretinin de en çok Girit üzerinden gerçekleştiğine dair çokça veri bulunuyor. Minos ve Etrüsk uygarlıklarının burada biçimlenme süreciyle ilgili farklı görüşler olsa da, “Girit sarayı” kültürünün başka coğrafyalara da yayıldığının somut bir örneğini Amik Ovası’ndaki Alalah ya da Tel-Atçana höyüğünde görebiliyoruz.
İşte kültürel arka planı bu denli eskiye dayanan Girit, 19. yüzyıl boyunca birçok isyana, çatışma ve gerilimlere de sahne olmuş. Yunanistan’ın 1830’da Osmanlı’dan bağımsız bir devlet haline gelmesiyle adadaki Rumların milliyetçilik hareketinin yükselmesi, bir arada yaşama kültürü köklü olan Rumlarla Türkleri, diğer deyişle Müslümanlarla Hıristiyanları karşı karşıya getirmiş. Her milliyetçilik ve köktendincilik hareketinde görüldüğü üzere halkların düşmanlaştırılması politikası derinlik kazanınca Girit’te yaşayan Türkler ya da Müslümanlar, 1899’da gemilerle İzmir’e taşınmış. Buradan da İstanbul, Ege ve Akdeniz kıyılarına yerleştirilmişler. Bu politikada “zeytin yetişen yerler”in tercih edilmesi önemlidir. Ayrıca Girit’ten Libya, Mısır, Lübnan ve Suriye topraklarına yerleştirilenler de vardır. Bu süreç, 1924’teki mübadil göçüyle noktalanmıştır.
Hatay’ın Erzin ilçesine bağlı Turunçlu (İmraniye) köyüne yerleştirilen Giritlilerin 120 yılı bulan yeni bir coğrafyaya uyum ve kendini var etme mücadelesi hiç de kolay olmamıştır. Bir taraftan Girit’teki topraklarına özlem, diğer taraftan yerleştirildikleri topraklarda “gavur” denilerek dışlanma vd. iletişim sorunları, ayrıca geldikleri şartlara uyum onların iç dünyalarını belirlemiştir. Bütün bu zorluklarla baş edebilmek kolay değildir. O nedenle olsa gerek, “Mutlu göçmen yoktur.” denmiştir. Turunçlu’daki Giritliler ise göç mutsuzluğunu, üretkenlikleri ve eğitime verdikleri önem nedeniyle mutluluğa dönüştürme savaşında başarılı olmuşlardır. Bu başarının eğitimle gerçekleştiğini, 4.sünü gerçekleştirdikleri “Erzin Turunçlu Giritliler Güz Festivali”ni düzenleyen derneğin başkanı Yılmaz Çetin’in, festivalde köyüyle ilgili belgeseller gösteren Ali Haydar Çetin’in ve ona “Köyümüzün Atıf Yılmaz’ı” diyen sunucu Ethem Baysal’ın eğitimci olmalarından anlıyoruz.
31 Ağustos-1 Eylül günlerinde gerçekleştirilen 4. Giritliler Güz Festivali’ne, Turunçluların özverileri ve yerel yönetimlerin katkılarıyla gerçekleşen zengin programa, protokol yanında çevre illerden gelenler de yoğun ilgi gösterdi. Erzin Kaymakamı Ahmet Demirci ve Belediye Başkanı Ökkeş Elmasoğlu’nun bizzat katılarak destek verdikleri festival, yörede Girit göçmenlerinin kültürüne ilginin artmasına vesile oldu.
Erzin Turunçlu İmraniye Girit Türkleri Kültür Derneği Başkanı Yılmaz Çetin ve arkadaşlarının özverili emekleriyle gerçekleşen programda çocuk şenliği, Giritçe müzik dinletisi ve manilerin okunması, belgesel gösterimi, fotoğraf sergisi, oryantring ve söyleşiler gerçekleştirildi. Tanık olduğum üç söyleşi ve bir nostalji anlatımından izlenimlerimi paylaşmak isterim.
Turunçlu’dan yetişmiş Tarihçi ve eğitimci Niyazi Karan’ın söyleşi konusu “Giritçe Dil Yapısı ve Önemi”ydi. Turunçlu’da konuşulan Giritçe’nin söz varlığı bakımından Girit Rumcası, Türkçe, Arapça, Farsça başta olmak üzere birçok dilin sözcüklerinden oluştuğuna dikkat çeken Niyazi Karan, bu dilin kendine özgü ilginç sözcük ve deyimlerinden örnekler verdi.
Tarihçi Metin Menekşe’nin yaptığı “Girit’ten Anadolu’ya Göç” başlıklı söyleşi slaytlar eşliğinde gerçekleşti. 1645-1669 arasındaki Osmanlı’nın Girit’e düzenlediği seferler sonrası Osmanlı yönetimine geçen ve yaklaşık 330 yıl süren bir dönemin 1897-1898 Giritli Rumların isyanı ve arkasından yaşanan çatışmalar nedeniyle 1899’da sona erdiğini anlattı Metin Menekşe. 1899’da Giritli Türklerin adadan nasıl ayrıldıkları ve nerelere yerleştirildiğini haritalar üzerinden gösterdi. Daha çok Girit’in kırsal kesimindekilerin göçünün İzmir başta olmak üzere Ege ve Akdeniz sahillerine, Libya-Mısır-Lübnan ve Suriye’ye gerçekleştiğinin altını çizdi. 1924’te mübadele dolayısıyla gerçekleşen göçün ise, kentlerde kalan Giritli Türkleri kapsadığını vurguladı.
Festivaldeki güzel anlardan biri de Düziçi İlköğretmen Okulu’nda uzun yıllar Eğitim Şefi olarak çalışan ve 1990’larda Adana Kültür Müdürlüğünü yapan Mehmet Göl’ün “nostalji”lerini anlatmasıydı. Düziçi İlköğretmen Okulu’nda onlarca Turunçlulu öğrencinin okuduğunu, çocuklarını ziyarete Turunçluların bir minibüsle topluca gelmelerini unutamadığını belirtti. 1969’da Türkiye Öğretmenler Sendikası(TÖS) Düziçi Şube Başkanı olarak Burnaz’da bir kamp düzenlediklerini, o zaman Turunçlu’yu ziyaret ederek öğrenci ve velilerle görüşmekten mutluluk duyduğunu söyledi. Konuşmasında “laik cumhuriyet” vurgusunu sıkça yapan ve “Kemalist ilahiyatçı” olduğunun altını çizen Mehmet Göl öğretmenimizle Düziçi İlköğretmen Okulu’nda okuyanlar olarak bir araya gelip fotoğraf çektirmemiz de çok anlamlı oldu.
Erzin Kaymakamlığı ve Belediye Başkanlığının 10 Turunçlulu aileyi (20 kişi) Girit’e gönderme konusunda söz vermesi, festivalin önemli kazanımlarındandı. Remzi Karakayalı’nın “Geçmiş Festival’den ve Girit’ten Görüntüler”iyle Ali Haydar Çetin’in “Anakara’ya Yolculuk” belgeseli, katılımcıların ufkunu açtı.
4. Giritliler Güz Festivali’nde benim yaptığım “Göç ve Göçmen Edebiyatı” konulu söyleşiye, katılımın ve ilginin düzeyinden sevinç duyduğumu belirtmek isterim. Yazın son gün sıcağında köy meydanında yaptığımız söyleşide insanlık tarihindeki önemli göçlere ve bunların nedenlerine değindikten sonra bunların mitolojik edebiyata, şiire, öykü ve romana nasıl yansıdığına dair örnekler verdim. Giritli göçmenlerle ilgili olarak kaleme alınmış öykü ve romanlardan, “Arap Kızı Camdan Bakıyor” ve “Babam ve Amcam” gibi belgesellerden, “Dedemin İnsanları” filminden söz ettim. Konuşmamın geriye kalanını şöyle özetleyebilirim: Girit’ten Anadolu’ya göç(ertmey)le ilgili çokça araştırma-inceleme ve belgeseller hazırlandığı gibi edebi metinler de kaleme alınmıştır: Saba Altınsay’ın kaleme aldığı “Kritimu” (Benim Girit’im) romanı, Ahmet Yorulmaz’ın “Savaşın Çocukları”, “Girit’ten Cunda’ya” gibi yapıtları, Güler Göfe’nin “Girit Toprağından Tarsus’a Çilek Kokulu Üzüm” adlı kitabı… Bu konuda en çok yapıt verenlerden biri de H.Yüksel Hançerli’dir. “Bitmeyen Aşk Girit”, “Babam ve Amcam” gibi yapıtlara imza atan Hançerli, birçok da belgesel hazırlamıştır. Onun “Babam ve Amcam” yapıtındaki dram, savaş ve göçün boyutlarını ailelerin parçalanması üzerinden çok derinden dile getirmektedir. Babası Karpeta İbrahim göçerek Adana’ya gelirken ağabeyi Mustafa aşık olduğu Rum kızıyla evlenip orada kalır. Zamanla adını Nikit olarak değiştirir. Çocukları olur. Köyde çiftçilik ve keçi yetiştiriciliğiyle uğraşır. İkinci Paylaşım Savaşı’nda Naziler tarafından işgal edilen Girit’teki askeri kışlalarına keçileri girince Alman faşistleri tarafından kurşunlanarak öldürülür. Yetim kalan çocukları anneleri büyütür; ancak bir kış günü dağa oduna giden anne de donarak ölünce ortada kalan çocukları teyzeleri yetiştirirler. Yıllar sonra amcası Karpeta Mustafa’nın çocuklarıyla Girit’e giderek tanışan Yüksel Hançerli, bu buluşmayı onları Adana’da ağırlayarak yeniden kaynaşmaya dönüştürür. Parçalanmış bu ailenin Girit kolundakiler Rum ve Hıristiyan, Türkiye kolundakiler Türk ve Müslüman’dırlar.

Söyleşimizi katkılar, soru-yanıt bölümüyle bitirdikten sonra, teşekkür plaketini Erzin-Turunçlu Girit Türkleri Kültür Derneği Başkanı Yılmaz Çetin’in sürpriziyle Düziçi İlköğretmen Okulu’nda öğretmenim olmuş Mehmet Göl’den almanın mutluluğunu yaşadım. Tam 43 yıl sonra öğretmeninden ödül almak, hayat karşısında öğrenciliğin daim olduğunun bir kanıtı değil mi?
Ceyhan-Erzin sınırındaki leçelikte bulunan Turunçlu köyündeki festivalin güzel yanlarından biri de, çocuklara yönelik şenlik yapılmasıydı. Çuval yarışından kaşıkta yumurta taşımaya kadar birçok yarışmanın yapıldığı şenliğe çocukların katılımını artırmak amacıyla resim, tiyatro vb. etkinlikler de yapılıyor. Böylece geleceğin daha nitelikli festival düzenleyicilerinin yetişmesine de katkıda bulunulduğunu düşünüyorum.
Festival’in ikinci gününe katılamadım, Ankara’ya dönmek zorunda olduğumdan. Ancak, söylenenlere göre ikinci güne katılım, daha yoğun olmuş. Ayrıca, köylülerin el ürünleri sergilenmiş. Dışarıdan katılanlara köy ürünleri tanıtılmış. Bu festival sayesinde ülkenin değişik kentlerine dağılmış olan Turunçluların buluşmaları gerçekleştiği gibi farklı kültürlerden gelen insanların birbirini tanıması ve kaynaşması sağlanıyor. Dolayısıyla Dernek Başkanı Yılmaz Çetin’in belirttiği üzere, yeni festivallere daha iyi hazırlık yaparak ve daha geniş katılımı sağlayarak devam edilmesi gerekiyor.
Buradan, festivale emeği geçenleri canıyürekten kutlarken, çalışkan ve eğitime-kültüre önem veren Turunçluların çok daha zenginleştirilmiş yeni festivaller düzenlemelerini diliyorum.

Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.