Pelin Toğrul ve Sanatı Üzerine Röportaj
Santın doğadan gelen estetiğini ve özgünlüğünü yansıtan Pelin Toğrul, kendine has üslubu ve eserleriyle dikkat çekiyor.
Aldığı duvar sanatı eğitimini çalışmalarına yansıtan Toğrul, bu pratiği alışılmışın dışında, duvarlar yerine tuvallere taşıyor. 16-21 Ekim tarihleri arasında İzmir’de, Swissotel Büyük Efes’te gerçekleşecek Skål International World Congress’de çalışmalarıyla yer alacak sanatçıyla sohbet ettik.
Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
1982 İstanbul doğumluyum. Ortaokulda Notre Dame de Sion Kız Lisesi, lisede Robert College ve sonrasında Koç Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde eğitimlerimi tamamladıktan sonra 10 sene kurumsal hayatta yer aldım. Daha sonra daha kalıcı ve yaratıcı olmak istediğimin farkına varıp LaSalle College İstanbul’da iç mimarlık eğitimi aldım. Kızımın doğumuyla 4 senelik bir duraklama dönemim oldu. Bu 4 senenin sonunda iç mimarlık eğitimime paralel olarak duvar sanatı eğitimi aldım. Önce eskitme çalışmalarıyla geçmişi canlandırmaya başladım. Daha sonra hayvanlara ve doğaya sevgim ön planda yer almaya başladı. Doğanın verdiği huzuru kontrplak üzerine dekoratif sıvayla dokunulabilir ve hissedilebilir şekilde farklı kompozisyonlar yaratarak uyguladıktan sonra akrilikle renklendirerek çalışmalarıma devam ediyorum.
Swissotel Büyük Efes’te gerçekleşecek Skål International World Congress’de hangi çalışmalarınızla yer alacaksınız bahsedebilir misiniz?
Bu çalışmalar benim daha önce yaptığım çalışmaların uluslarası turizm platformunda bir tanıtımı olacak. Doğa temalı birkaç çalışmamı hem teknik olarak hem de hissettiklerimle tanıtmayı amaçlıyorum. Yeni çalışmalarımı da kasım ayında İstanbul Sanat ve Antika Fuarı’nda izleyicilerle buluşturacağım
Doğa başlıca ilham noktalarınızdan biri, nelerden besleniyorsunuz?
Doğayı ayrılmaz bir parçamız olarak görüyorum. Her gün trafikle, stresle, zorluklarla karşılaşıp geriliyoruz. Doğa içinde olduğumuzda ise günümüz daha mutlu ve neşeli geçiyor. Baharda ormanda bisiklete binmek, yürüyüş yapmak, yaz olduğunda tatile çıkıp deniz kıyısına gitmek için gün sayıyoruz; sonbaharda düşen yaprakları izleyip duygularımızı dinginleştiriyor, kış aylarında dağa giderek yine doğanın içinde olmak, onu kucaklamak istiyoruz. Hepimiz bir yandan doğayla bir bağ kurmaya çalışırken yanından geçtiğimiz bir ağacı bile görmezden gelebiliyoruz. Aslında hepimiz doğayla huzur buluyoruz. Bu huzuru daha fazla hissetmek için doğaya daha fazla özen göstermeliyiz çünkü farkına varmadan yok ediyoruz. Yanımızda duran ağacı, üzerinde cıvıl cıvıl öten kuşları, denizdeki balığı, ormanlardaki değişik canlıları, bizden kat ve kat büyük ağaçları incelemiyor, farketmiyoruz. Ben doğaya karşı farkındalığımızı artırmamız, her geçen gün binalarla grileşen dünyamızı renklendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Tek sorun binalaşma değil, yangınlar, deniz kirliliği, hayvanlara karşı yaklaşımlar, nesli tükenen hayvanlar bunların hepsi geleceğimizi karartıyor. Küresel ısınmayla iklimler değişiyor. Biz bunların farkına varmıyoruz ya da umursamaz davranıyoruz. Hepsi aslında bizim doğaya karşı yaklaşımımızın sonucu. Ben bu öğelerle doğaya dikkat çekmek istiyorum. Bu yüzden ben de her geçen gün binalarla grileşen dünyamızda dokunabileceğimiz hissedebileceğimiz çalışmalar yaparak o iç huzurumuzu bulmaya yönelik doğadan parçalar sunuyorum. Doğayı çalışmama yansıtırken de mutluluk ve huzur buluyorum.
Doğanın her elementiyle buluşan duygularımız bana ilham verebiliyor. Bunun dışında iç mimarlık eğitimim sayesinde binalara bakışım daha farklılaştı. Antoni Gaudi’nin sanat ve mimariyi birleştirmesi her eserinde beni çok etkiledi. Casa Batllo, 2013 senesinde Barcelona’ya gittiğimde ziyaret ettiğim bir eser. İç mimariyle ilgilendiğim bir dönem olduğu için her detayı beni ayrı etkilemişti. Dışarıdan ayrı güzel ve etkileyici, içeriye girdiğinizdeyse büyülü bir yerdi benim için. Keşke bütün binalar bu kadar özenle yapılsa, bizi başka dünyalara götürse, sanatla ve doğayla bütünleştirse diye düşünüyorum. Hatta bu yüzden küçük bir proje koleksiyonu yarattım, onun bakışıyla doğa ve yaşamı birleştiren bir mimari olsa fikriyle birkaç çalışma yaptım. Doğayı yok ederek inşa ettiğimiz gri binalarımızı diğer canlıların yaşam alanlarını andıran bir mimariyle birleştirsek biraz daha kendimizi doğanın içinde hissedebiliriz belki düşüncesiydi bu.
On yıllık kurumsal kariyerinizin ardından sanat ile yollarınız nasıl kesişti?
Kurumsal hayatta yaptıklarımın kendini tekrar eden işler olduğunu fark ettiğimde daha kalıcı ve yaratıcı olmak istediğimi anladım. Mimarlık / iç mimarlık hep beni meslek olarak heyecanlandırmıştı fakat lise eğitim sisteminde seçtiğim alan sebebiyle o bölümü üniversitede okuma fırsatım olamadı. Bu sebeple kurumsal hayatı bitirdiğim dönemde bu hayalimi LaSalle College’de gerçekleştirmek istedim. İç mimarlık eğitimi beni sanatla yakınlaştırdı, farklı dönemlerin özellikleriyle sanat ve mimarinin bütünleşmesini inceleme fırsatı verdi. Hamilelik ve kızımın doğumuyla 4 senelik bir duraklama döneminin ardından iç mimarlıkla bütünleştirebileceğimi düşündüğüm duvar sanatıyla tanıştım. Kontrplak üzerine dekoratif sıvayla yaptığım denemeler beni şu anda yaptığım sanata yönlendirdi.
Çalışmalarınızda çok boyutlu bir anlatım tasarlıyorsunuz. Dokunsal deneyim de sizin için önemli. Bu fikir nasıl ortaya çıktı?
Dokunarak hissetmenin daha güçlü bir duygu oluşturduğunu düşünüyorum. Mümkün olsa, tüm duyularımızı kullanarak bir eseri incelemeliyiz düşüncesindeyim. Doku çalışmaya başladığım zaman bunu bizzat deneyimledikten sonra izleyicileri de çalışmanın içinde hissetmeleri için dokunmaya davet ettim. Duyuların daha fazla insana hitap ettiğini ve bu deneyimle birlikte bir bütünlük sağladığına inanıyorum. Şahsen ben de yaptığım ve baktığım eserlerde bu duyguyu hissetmek istiyorum.
Güncel bir sergi önermenizi istesek?
İstanbul Kültür Yolu Festivali kapsamında “Frida Kahlo’nun Günlükleri”, Pablo Picasso “Resimden Seramiğe Bir Serüven” ve Leonardo da Vinci “Rönesans Dehası” sergilerini önermek isterim.
Gelecek projeleriniz neler?
Öncelikle 13 – 17 Kasım 2024 tarihlerinde İstanbul Sanat ve Antika Fuar’ında doğaya gerçekten dokunacağım bir projeyle yer almayı planlıyorum. Detaylarını tarih yaklaşınca Instagram hesabımdan ve internet sayfamdan paylaşacağım. Bu vesileyle sanatla ilgilenen herkesi çalışmalarımı hissetmeye davet ediyorum.
Uyguladığım sıva tekniğini çok seviyorum, bunun sebebi de benim de dokunarak hissetmenin farklı olduğunu düşünmemden kaynaklı. Gelecek çalışmalarımda yine bana huzur veren doğa üzerine çalışıp bu dokunma ve gerçekçilik hissini geliştirmek istiyorum. Gravür kazıma tekniğini çalışmalarımda deniyorum, belki bu yönde yeni bir proje oluşturabilirim. Uzun vadeli olarak da bu tekniği daha fazla izleyiciyle tanıştırarak bilinirliğini artırmak ve dokunarak hissedilebilen bir sanatın öncülerinden olmak istiyorum.