Defodil Petunya Krizantem ve Gül | Şükran Uçkaç Yargı Sazsızozan
“Gaz Lambası Öykü” kitabından…
Okulumu bitirip doğuda bir ile atanınca, görevime başlayamamış müstafi sayılmıştım. Ne demekse müstafi sayılmak, pekiyi bir şeyden sayılmıyordu zahir. Öğrendim sonra, okulunu bitirip bir göreve atanan memur, atandığı göreve, başlamazsa işte öyle sayılıyormuş.
Sene bin dokuz yüz seksen, sıkıyönetim var, sokağa çıkma yasakları var ve sen yirmi yaşında bir genç kızı ilk görev yeri olarak Tunceli İline gönder, o da gitsin, kalacak ev bulamasın ve göreve bile başlayamadan dönsün, müstafi sayılsın.
E ne oldu sonra? Neler olmadı ki dedemin kardeşi:
– Bu herhalde bitiremedi bu okulu atıldı, dedi.
Dayımın oğlu:
– Yandı senin öğretmenlik yandı, olamazsın öğretmen, dedi.
Sanki piyango bileti bu iş, yandı ne demekse? Benim derdim bana yetmezmiş gibi bir de el âlemin vıdı vıdısını dinle şu küçük kasabada işin yoksa. Hani ‘kafayı yiyeceğim’ derler ya tam da öyle bir durum. Zaten o zor yıllarda, sağ sol olaylarıyla huzurun kalmadığı, kardeşin kardeşi kırdığı o zor günlerde kafanı kırdıra kırdıra okulunu zar zor bitirmişsin, atanmışsın görevine ve başlayamamışsın müstafi sayılmışsın. Oldukça moralsiz ve zor günler. Okul bittiğinden arkadaşlarımdan da ayrılmıştım, herkes atanmış görevine de başlamıştı bile. Oysa ne günlerimiz geçmişti o üç yılda, ne şakalar ne sohbetler, onca olaya ve zorluklara rağmen şakalaşmalarımız da hiç bitmiyordu gırgırımız da. Zati ne gelmişse başıma, benim o lüzumsuz sözlerimden gelmişti. Okulun son senesi daha stajlara giderken, çekeceğimiz kurada belirlenecek görev yerlerimizle ilgili sohbetler, yarenlikler ederken nerden duyduysam duymuşum’ benim tayinim Çemişkezek’e çıkacak’ demiş durmuştum. O zaman oranın Tunceli’nin ilçesi olduğunu bilmeden.
Atanma kuralarını bir çektik, herkese çok yakın iller çıkarken ben Tunceli İlini çekmiştim, işte o zaman gördüm Çemişkezek’e gideceğim deyip durmanın sonunu. Demek ki hacet kapıları açıkmış büyüklerin dediği gibi ya da moda deyimlerle ve karma karışık terimlerle meditasyonlar yapanların dediği gibi kendim çekmiştim istenmeyen bu durumu kendime söyleye söyleye hangi çakram açıksa o vakit.
Her neyse, şaka bir yana müstafi sayılıp göreve başlayamayıp milletin lafına sözüne de dayanamayınca, ilçemizde bir okulda verilen el sanatları kurslarına başladım. İlkin kuralcı kaideci Nuh dedi mi peygamber demeyen bir hocadan dikiş kursu aldık. Birçok kıyafet diktim kendime birçok da arkadaş edindim.
Sonra kumaş çiçek yapımı kursuna gitmeye karar verdim.
Hafta başı başlayacaktı yeni kursum. Biraz heyecanlıydım daha önce yapmadığım bir işi uğraşı yapacaktım. Sevinçle gittim kursa, daha içeri girer girmez görür görmez içim ısındı kurs öğretmenine. Uzun boylu esmer, siyah uzun saçlı, beyaz tenli güzel biriydi, selam verdim yerime geçtim. Kursiyerler bir bir geldi, öğretmen kısaca kendini tanıttı, yoklama aldı tek tek adımızı okudu, bizler de kendimizi tanıttık. Konuşurken de çok zarif ve güzeldi, sözcükleri özenle seçip tane tane ve ipek gibi bir ses tonuyla konuşuyordu, gereksiz ve fazladan bir kelime de çıkmıyordu ağzından. Belki de benden yaşça küçük olan bu öğretmenimi sevmiştim devam edecektim bu kursa kararlıydım. Çiçek gibiydi bu kız çiçek ve bize bu nadide çiçek, çiçek yapmayı öğretecekti.
Bir kuğu kadar zarif boynunu bükerek bize bakması, bir gülü andıran dudaklarıyla konuşurken görünen inci gibi dişleri, ıslak nemli kömür karası gözleriyle bakarken bir maralı hatırlatması, ses tonu, kibarlığı ve her haliyle her şeyiyle hayran bırakmıştı bizi, kendisine bu çiçek kız. Çiçek yapımını anlattı ilkin; buğday kepeği, patiska kumaş iğne iplik getirecektik haftaya. Getirdik haftaya istenenleri. Küçük yastıklar diktik, içine buğday kepeği doldurduk nerden bulduysak, ilkin yıkayıp apresini akıttığımız, sonra formika tutkalı ile kolalayıp kasnaklara geçirip kuruttuğumuz, mermerşahileri karton kalıplara göre keseceğimiz, çiçek yapraklarını ütüleyecektik top başlı çiçek ütülerini ısıtıp ısıtıp bu yastıkçığın üzerinde. Ütüledik de. Sarı sarı defodiller yaptık önce. Bildiğin nergis çiçeği, Latince adı bu galiba. Öyle güzel oldular ki.
‘Nergis der ki ben nazlıyım, sarp kayalar da gizliyim, hepisinden ben alâyım, benden alâ çiçek var mı çiçek var mı hey’ diye diye yaptım çiçeklerimi. Ama benim çiçek kız cümle çiçekleri kendinde barındıran bir gülistan sanki. Çiçek kız, öyle güzel anlatıyor ve gösteriyor ki yuvarlak başlı çiçek ütüsüyle bir dokunuşta dümdüz kestiğimiz kumaş çiçek yaprağını capcanlı bir çiçek yaprağına benzetiveriyor. O yaparken, çok kolay gibi gözüken bu işlemi biz kaç çiçek yaprağını ziyan ettikten sonra yapabiliyoruz ancak.
Hepimizde bir heves bir heves, birbirinden güzel olan çiçeklerimizi özenle seçtiğimiz uygun kaplara tanzim ettik. Ben cam bir kap seçtim bu iş için. O da beğendi seçimimi. Bu iş bana çok zevkli geliyor. Niçin mi iyi geliyor? Zaten seksen öncesi olaylarla yorulan örselenen dimağımı ve gönlümü dinlendiriyor, görevime başlayamamamın üzüntüsünü unutturuyor bir parça. Her hali ve tavrıyla bir çiçek olan çiçek kızın, elinden ve dilinden de çiçek öğrenmek iyiden de iyi geliyor bana. Ben artık ona Defodil diyorum, benim Defodilim o. Bu gün saçlarını iki örgü örmüş, boğazlı siyah bir kazak giymiş, çiçek desenli bir de etek. Uzun bacaklarına da siyah çizmeler. Sade ve zarif, meslektaş olduğumuzdan mıdır nedir iletişimimiz güzel. O meşhur bayan kıskançlığı yok aramızda hatta gülen gözlerimiz sık sık karşılaşıyor.
Bir sonraki çiçeğimiz Petunya. Bu da bildiğin sarmaşık işte. Bunları da pembe yapacağım. Bu günler de benim çiçek kız, daha bir güzel, daha bir zarif, dalıp dalıp gitmeler, sık sık saate bakmalar yoksa yoksa. Kim bilir belki de… Uçuyor adeta sınıfta bir kuğu gibi gözleri daha bir çakmak çakmak, evet evet her kadın bilir bu bulutlarda ya da yerçekimsiz ortamda uçar gibi yürüyüşleri. Kıpır kıpır yüreği, ışıl ışıl gözleri ve sesi daha bir billurdan sanki. Kesin sevda yeli bu, kesin aşk nağmesinin teli bu. İyi de kim bu Allahın şanslı kulu acep. İnşallah kadir kıymet bilen biridir diyor diyor ütülüyorum pembe petunyamın yapraklarını.
Bu gün de el örgüsü, bej güzel bir hırka giymiş, saçlarını da salmış gönlüme gönlüme, Allah’ım bir insana her giydiği bu kadar mı yakışır.
Petunyalarımı da evde bulduğum küçük, kulplu, vazo gibi bir toprak kaba tanzim ettim. Kabı ilk bulduğumda anneme ’bunu kullanabilir miyim?’ dediğimde annemin gözleri doldu, hüzünlendi, sebebini sorduğumda yutkundu iç geçirdi ve ‘o çömlekçiği anneannen senin için almıştı, tazecik yesin peynirini diye senin peynirini ayrı yapardı, büyük kaplarda çok beklemiş peynirleri yemesin kızım derdi’ dedi. E kolay mı tabi benden önce annemin çok çocuğu doğmuş ve ölmüş ben dördüncü ve hayatta kalan tek çocuğum, bana yedirmeyecek de kime yedirecek taze peynirleri ninem.
Güldüm ve ‘iyi ya işte dedim; önce yüzeyini vernikleyeceğim, içine de en güzel çiçekleri koyarak daha kalıcı yapacağım bu çömlekçiği’ Ertesi gün cilalanıp kurutulmuş toprak kabımla okulun köşesini döner dönmez vın diye geçti ‘o gösteriş budalası sonradan görme’ ‘o boyu pozu devrilesice’ motosikletiyle. O o işte kasabanın o zaman en havalı, kimilerine göre en yakışıklı, en dikkat çeken delikanlısı, mezarlığın o tarafta evleri, liseyi bitirdi ama okumuyor herhalde, hep ilçede olduğuna göre, Kafam dınn etti, yoksa dedim yoksa bu deli mi bizim çiçek kızın aklına giren. Okula geçtim bizim çiçek kız, uçar gibi koridordaki camdan çekildi ve sınıfa koşar adım girdi. İnşallah yanılırım bu çiçeği sevinçten uçuran bu kendini beğenmiş adam değildir, yanılmamışım oymuş çiçek kızın gönlünü çelen.
O günden sonra motosiklet vınıltısı hiç eksik olmadı okulun etrafından. Her gün farklı farklı giyinip kara sinek gibi üstüne yapıştığı motoruyla hep jet gibi geçti bu uğursuz okul yolundan.
Petunyalarım da çok çok güzel olmuştu işte, çömlekçik yüksek bir kap olduğundan sarmaşıklarım da sarkı sarkı vermişti kaptan aşağı, çok güzel görünüyorlardı pembe pembe, benim çiçek kızın yanakları gibi.
Krizanteme geçtiğimizde tam, sonbahar çiçeği kasımpatıya yani ne yapıp edip çelmişti gönlünü deli oğlan çiçek kızın. Kasımpatılarım da sarı sarıydı ve çok güzellerdi. Çiçek kız da bazı günler neşeli, bazı günler dalıp dalıp gider olmuştu. Nişanlandılar sonunda, hepimiz kutladık ama ben içimden çok üzüldüm, biliyordum o cibilliyetsizin bu kızı üzeceğini, erkek kısmının kendini bir halt zannedeninden ve çok beğeneninden kimseye hayır gelmezdi çünkü. Çiçeğimin her yaprağını ütülerken gidip ona yavaşça ‘o seni üzer, o seni çok üzer hem de çok üzer’ demek geliyordu’ Bunu düşünerek baktığımda, bakışlarını kaçırıyordu benden ve dalıp gidiyordu. Çiçeklerim uzun uzun saplıydı, uzun cam bir vazoya tanzim ettim onlar uzaktan bakınca gerçek gibi duruyorlardı. En sonunda da Nilüfer çiçekleri yaptık cam kağıdından. Ve üzerine ayna kestirip yapıştıracağımız, özel yaptırdığımız bir ahşap kaidenin üstüne yerleştirdik nilüferlerimizi. Ayna üstündeyken şimdi onlar su üstünde gibiler.
Benim çiçek kız da su üstünde gibi şimdi bazen mutlu bazen üzgün bazen de dalıp dalıp gidiyor. İçimden gidip yanına ‘vazgeç be gülüm, üzer o seni üzer’ demek geliyor ama diyemiyorum. Neyse kurs bitmiş, bizim salon da çiçekçi dükkânına dönmüştü, annem de sevinmişti, hem ben oyalanmış hem de görevime başlayamamamın üzüntüsünü biraz unuttuğumu sanmıştı bu arada. Akrabayı taallukattan bir övgü bir övgü çiçeklerime. Ne bellediniz ya, ben ne yaparsam iyi yapmaya çalışırım, hem onları bize gerçekten kendisi de çiçek olan bir kız yaptırdı amma ve lâkin bizim çiçek kıza da yanar içim cız cız. İflah olmaz o gayri çünkü O onu yakacak bir kor ateşi tuttu avucuyla, bıraksa da yakacak bu kor onu, tutsa da.
Daha sonraki dönemde de devam ettim kursa. Bu sefer dekoratif çiçek kursu açılmış, öğretmenimiz de yine çiçek kız. Evlenmişlerdi o uğursuzla ama ‘hiç eser kalmamış eski halinden, elden ele gezen güle dönmüşsün‘ çiçek kız. Dekoratif çiçekler daha farklı teknik ve kumaşlarla çalışılıyor, tafta kumaştan mesela. Eve gelip söylediğimde annem ‘tafta kumaş var bizde hem de benim gelinliğimin kumaşı veririm sana’ dedi ve gitti getirdi, yirmi beş yıl otuz yıl öncesinin tafta kumaşını, öyle kaliteliydi ki. Çiçek kız da çok beğendi kumaşı. Kolaladık, çerçeveye geçirip kuruttuk kumaşı. İlkin, gece mavisi çiçekler yaptım, harika oldular. Sonra, kocaman koyu pembe bir gül yapmaya karar verdim. Çok zahmetliydi gül yapmak, kumaş narin olduğundan, kestiğimiz gül yaprakları ütüyü çok ısıttığımızda hemen yanıyordu, az ısıttığımızda da tutmuyordu ütüyü bir türlü yapraklar.
Gül kızımın da yüzü hiç gülmüyordu. Saçlarının ışıltısı azaldı önce döküldü seyrekleşti sonra, sonra sesindeki ahenk kalmadı, dümdüz konuşuyordu biteviye ve az az, gözleri artık menevişlenmiyordu pırıltısı bitmişti, soluyordu gün be gün gülüm.
Bir gün yüzünün bir yanı mor geldi, kırılsın ellerin inşallah. Biliyordum üzüyordu onu kıymet bilmez. Gül bitti sınıfın en gösterişli gülü oldu nişanımda da kullandım pembe kıyafetimin üzerine o gülü, taktım saçlarıma gülü Gül kızı hatırlayıp yüreğim sızlayarak.
Çok sonra duydum şiddetli geçimsizlik ve aşırı dayak nedeniyle ayrılmışlardı.
Gül kız, elindeki kor ateşi bırakabilmişti ama tüm bedeni ve ruhu da yanıp kül olmuştu.
Birkaç yıl sonra onu Ankara’da gördüm. Sevindim onu gördüğüme, sessizce bakıştık önce ‘üzdü beni o’ deyiverdi yaş dolan gözleriyle ‘üzdü beni o’. Hiç bahsetmedik bu konudan. İyiyim dedi, hiç de iyi olmayan bir ses tonuyla, yere indirdi kara gözlerini.’ Hiç eser kalmamıştı gerçekten eski halinden, yazık geçmez akçe pula dönmüştü.
Bir kıymet bilmez bir gülü, bir çiçeği kopartmış atmıştı işte dalından. Tekrar görüşmeyi dileyerek ayrıldık ama görüşemedik tabi. Yıllardan sonra dün gittiğim baba evinin salonunda gördüm onu yeniden, defodil cam kapta solgun ve boynunu bükmüş, petunya toprak kapta ölgün ve iyice yerlere sarkmış, krizantemler sonbahara ve bana küsmüş, bizi unuttun der gibi. Sonra o günleri ve çiçek kızı tanıyan bir arkadaşım geldi. Sohbeti ve çayı yudumlarken çiçeklere baktı, ‘çok güzel yapmıştın bu çiçekleri ama iyice eskimişler at istersen’ dedi. Güldüm ‘atarım’ dedim. Çiçek kızımı üzen o hayırsızı sordum ‘ o, dedi bir başkasıyla daha evlendi, ondan da ayrıldı, hayatta değil artık’ dedi. ‘Ya öyle mi duymamıştım’ dedim, kısık bir sesle. Üzüldüm mü? bilmem. Ama bir müddet daha yerlerinde kalacaklar petunya, defodil, krizantem ve gülüm onu biliyorum.
26.06.2016 ANKARA
Pzt 13:21