Dolar 34,5055
Euro 36,4583
Altın 2.955,93
BİST 9.084,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 18 °C
Az Bulutlu

ŞİİR(L)E Yolculuk | Müslüm Kabadayı

ŞİİR(L)E Yolculuk | Müslüm Kabadayı

Şiir sözcüklerle kurulur, sesle durulur, imgelerle yoğrulur.

Sözcüklerin dizelerde çağrışım ve anlam zenginliği yaratacak biçimde bağdaştırılmasındaki şairin gücü, sadece iyi şiir okurlarını değil, kitleleri de etkileyip harekete geçirebilir. Edebiyatımızda bunun ustası Nâzım Hikmet’tir. Onu doğumunun 122 yılında sevgiyle anarak Hatay’dan yetişen çağdaş şairlerimizden Mustafa Akyürek’in bir şiirine odaklanmak ve bu şiirle imgesel bir yolculuk yapmak istiyorum.

Felsefi derinliği olan şiirlerinde kısa dizelerle ve imgesel çağrışımlarla bezenmiş bir anlam zenginliği yaratan Mustafa Akyürek, 1956’da Altınözü’ne bağlı Tokdemir köyünde dünyaya gelmiştir. Almancadan çeviri şiirler de yayınlayan şairimiz, Van-Mardin-Adana-Hatay’da yaptığı öğretmenlikten emekli olduktan sonra İskenderun’a yerleşmiştir.

6 Şubat depreminden sonra Ankara’ya gelen Mustafa Akyürek dostumuz, burada geçirdiği beyin kanaması nedeniyle tedavi gördükten sonra İskenderun’a dönmüş olup tedavisine burada devam etmektedir. “Geçmiş olsun ziyareti”ne 10 Ocak’ta Recep Yıldırım ve Arif Okay dostlarımızla gittiğimizde, çok sevindiğini gördüğümüz şairimizin yayınlanmamış dört şiir dosyasını yayınlatmak üzere bize vermesinin sorumluluğunu ve sevincini bir arada yaşadık. Umarımız kısa sürede bu şiirleri okurla buluşturmanın mutluluğunu hep birlikte yaşarız.

Mustafa Akyürek’in “Kül Sancı” dosyasındaki şiirleri Arif Okay dostumuzla anlam, yazım-noktalama açısından incelerken, “Gök Rahibe” şiirindeki bir bağdaştırmayı, imgesel bakımdan da kafamızda bir yere oturtamadık. Bunun üzerine yaptığımız yolculuğu sizlerle paylaşmadan önce, şiiri tümüyle örneklemek istiyorum.

              GÖK RAHİBE

 

            kirvesi zaman

            doğumlar öncesi

            vaftiz kundasına

            su taşır gök rahibe

 

            ıkıntı nöbetinde

            bir can kanatlanır

            çığlığı rüzgar

            bakışı gök katmanı

 

            ilk dokunuşta

            anne memesine

            deprem uğuldar

            tılsım bozulur

 

            yer tanrı utanır

            eli kasıklarında

            kısır salkımlar

            dizer mihrabına

 

2010’da Mardin’de yazılan bu şiirin birinci dörtlüğündeki “vaftiz kundası” dizesini, tema-konu-anlam ve ileti bütünlüğü bakımından bir yere oturtamadık. “Kunda” sözcüğünün sözlükteki iki anlamı (zehirli büyük örümcek, eyer) dışında bir kullanımı var olabilir düşüncesiyle Antakyalı arkeolog ve Hıristiyanlık kültürüne vakıf dostumuz Jozef Naseh’e sordum. Kendisi şiirin tümünü de okuduktan sonra felsefi bir yorum yaptı. Dinsel inançtan ayrı olarak doğal dönüşümle ilişkilendirdi. Arif Okay’la bu dizedeki “kunda” sözcüğünün yanlış yazılmış olabileceğini düşündük. Hamamlardan bildiğimiz “kurna” sözcüğünün yanlış yazıldığı konusunda hemfikir olduk. Bunu şairimizle paylaştığımızda bizim saptamamızı teyit etti. Bunun üzerine sözcüğü “kurnasına” biçiminde değiştirmeye karar verdik.

 

Bu şiirde bizi içine çeken bölüm ise, “ilk dokunuşta/anne memesine/deprem uğuldar/ tılsım bozulur” dizeleriydi. 6 ve 20 Şubat depremlerinin büyük yıkıma yol açtığı coğrafyada en büyük zararı gören Hatay toprağının şairi olarak Mustafa Akyürek’in 13 yıl önce Mardin’de kaleme aldığı bu şiirde “deprem uğuldar” dizesini kurmasının tesadüfi olmadığını düşündük. Mitolojiye de hakim olan şairimizin Antakya’da yaşanan tarihsel depremler konusuna da kafa yorması muhtemeldir. Depremin bütün tılsımları bozduğunu, ranttan başka bir şey düşünmeyen sermaye düzeninin 6 ve 20 Şubat’ta Hatay’ı, özellikle Antakya’yı ne hale getirdiğini gördük. Dolayısıyla annelerimizin ak ve pak sütünü alan bedenimizin, özellikle insanlaşmamızı sağlayan beynimizin kıvrımlarında vefa duygusu, sorumluluk bilinci ve bilimsel düşünme gücü bakımından ayağa kaldırılması gerektiğini vurgulamalıyız. Bu duyarlıkla şiire emek veren Mustafa Akyürek dostumuzu yürekten kutluyoruz. Yeni çalışmalarını kamuoyuna sunması için kendisine sağlık diliyoruz.

 

Kaynakça: file:///C:/Users/hp/AppData/Local/Microsoft/Windows/INetCache/IE/WRTEEHXV/SES_GAZETESI%CC%87_18.01.20224[1].pdf

Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.