Günün Hikayesi | Deniz Kızı | Zeynep Uçak
Sonbaharın ilk, yazın son demleriydi artık. Yaz gitmek istemese de güneşin dik ve asi ışıklarını toplamaya başlamıştı yavaş yavaş.
Nil her zaman dünyadan ve kendi sorunlarından kaçıp sığındığı güneş ve denizin birbirinin içinde kaybolduğu sığınağına gelmişti. Akşamüzeri mor, turuncu, pembe ve sarının hüküm sürdüğü bir kaç dakikadan sonra güneş denizde batmak için yavaşça ufuk çizgisinin sınırlarını zorluyordu. Deniz yaz boyu sakinliğini korumuştu, kızmak çıldırmak oraya buraya saldırmak yoktu. Kendi halinde maviye çalıp, gündüz beyaz gece gri köpüklerle oynaşıp durmuştu. Denizin en sakin kıyısına iliştirilmiş eğreti iskelenin, son aksak ayağına bağlanmış eski balıkçı teknesi her zamanki gibi olduğu yerde sağa sola yalpalanarak denizin dinginliğine ayak uyduruyordu.
Yıpranmış ve silinmiş yarım yamalak kırmızı boyasıyla adını yaşatıyordu eski tekne, Denizkızı… Yazının hemen altına acemi bir ressamın çizdiği denizkızı resmi denizkızından ziyade Kayıp Balık Nemo’yu andırıyordu. En sevdikleri filmdi Emine ile bu filmi her izlediklerinde “Ben de bir gün kaybolacağım” derdi Emine. Çocukluğunun en güzel en deli yılları geçiyordu yavaş ve uygun adımlarla gözünün önünden Nil dudaklarını iki yana kaydırdı parlak beyaz dişleri muhtemelen gözükmüştü. Anılar beyninin kıvrımlarından yol bulup ortaya çıkıyordu. Sarı asi kumlarda en çok kimin adım sayısı olacaktı yarışması, Denizkızına ilk kim yüzecekti, kim kimi ebeleyecekti.
Nil elindeki çekirdek poşetinin yarısına gelmişti. Dudakları tuzun baskısıyla pişmiş birazda şişmişti, dili damağı su diye kabarmaya başlamıştı. Çantasına attığı yarım kiloluk pet şişedeki kan gibi suyu çatlamış dudaklarına değdirdikten sonra birkaç yudum da boğazından içeriye gönderdi. Ne olmuştu Emine’ye? Neredeydi çirkin ördek yavrusu? Emine’nin çocukluğu dikildi gözünün önüne uzun boyuna, kara kıvırcık saçları, saçlarına ise kalın kaşları eşlik ediyordu. Burnu kemerliydi, o burnun üzerinde ise kalın çerçeveler hiç zorluk çekmeden duruyordu yedi yaşından beri. Lakin gözleri o kadar güzeldi ki uzun kirpikleri açılıp kapandıkça içerideki bal, renk değiştirirdi. Her ikisi de ilkokuldan liseye kadar arkadaş denilen zorbalar yüzünden dışlanmışlardı. Nil şişko patatesti, Emine çirkin ördekti. Nil’in gözyaşları hücum etti göz çukurlarına. Birbirlerinin minik kalplerinde açılan yaralarını sarıp sarmalamışlardı oyunlarında. Lise bittiğinde Emine buhar olup uçmuştu. Kayıp Balık Nemo gibi yok olmuştu. Ne bir haber ne bir adres kalmıştı geriye. Elini salladı o vefasızı anmaya değmezdi.
Başını kaldırdığında Denizkızı, denizin sakinliğine inat tsunami yemiş gibi sallanmaya başlamıştı. Nil ayaklandı, güneşin batmasına dakikalar kala eski tekneden bir gölge geriye doğru yalpalayarak denizin durgun sularına düştü!
Bütün yaz iş arayan Nil öğlenin sıcağında parkta boş bulduğu banka çöktü. Güneş gözlüğünün altından bütün gücüyle günü ve yazı kavuran güneşe baktı. Sonbahara girmişlerdi ama yazın pek gitmeye niyetli olmadığını sezmişti. Yaz ayı iki ay boyunca bütün deliliğiyle güçlü varlığını tüm yurtta hissettirmişti. Ah bir de denizle buluşunca sorma keyfine, insanlar sıcaktan değil nemden hasta oluyorlardı. Şimdi ise mecalsiz varlığını hissettirmek için doğudan gelen sıcaklıkları bağrına basmıştı.
Sonbahar ise güneşin arkasında yanık kırmızı teni kehribar rengi gözleri petrikor kokan bedeniyle biraz canlı biraz soluk renklerle bezenmiş valizini almış sabırla sırasını beklemekteydi. Özellikle akşamları açtığı valizinden, rüzgârın sert uçuşunu salıveriyordu Şile’nin üstüne.
Nil bütün yaz sarı ve çok sıcak renklerle kapı kapı dolaşmıştı. Hatta bir kaç kiloyu da arkasında bırakmıştı yine de balıketli olma etiketini atamamıştı üstünden.
En son nice umutlarla gittiği iş görüşmesinde görüştüğü, insan kaynakları müdürünün aşağılayıcı tavırları geldi aklına…
“Ben de özgeçmişinize bakıyordum, Marmara Üniversitesi İktisat Bölümü mezunusunuz, yirmi sekiz yaşındasınız ön muhasebe için başvurmuşsunuz.”
“Evet, efendim”
“Tecrübeniz pek yok”
“Tecrübe kazanmam için çalışmam lazım, hanımefendi”
Kadın onu bir kez daha kaçamak bakışlarla baştan aşağıya süzdü.
“Temizlikten anlar mısınız? Bir de çay kahve verecek elemana ihtiyacımız var.”
“Hanımefendi ben ön muhasebe için başvurmuştum, o dediklerinizi evde anneme yapıyorum. Hem ilanınızda bu yazmıyordu.” İçinden annesine kızıyordu bu ilanı o bulmuştu.
Kadın siyah deri koltuğuna iyice yerleşti, parmaklarını birbirine kilitledi.
“Adınız Nil’di değil mi? Nil başını salladı.
“Nil Hanım ilanda yazmıyordu çünkü o işlere bakan eleman bu sabah trafik kazasında vefat etti.”
Nasıl da rahat söylemişti, sanki ağaçtan yaprak düşmüş, sanki bahçede çim ezilmiş ya da güneş doğmuş, batmış gibi… Ağzından değil de buzdan damlayan soğuk kelimeleri ardı arkasına sıralamıştı. Nil adı gibi emindi ki, karşısında ki kibir abidesinin o uzun biçimli özenle beyaza boyanıp üzerine minik parlak yıldızların yerleştirildiği tırnağı kırılsa daha çok üzülürdü. O bunları düşünürken kadın konuşuyordu.
“Bu işlere öyle balıklama atlanmaz, en alttan başlamanız lazım. Etrafınıza bakın isterseniz buradakiler, bileğinin hakkıyla geldiler oldukları mevkie.”
Karşısındaki kadın da dâhil etrafta elinde A4 kâğıtlarla dolaşanların birçoğu podyumdan fırlamış gibiydiler… Yanlışlıkla mankenlik ajansına mı gelmişti diye düşündü içinden.
“Evet, belli oluyor…” Dedi kendinin bile zor duyduğu sesiyle.
Kendisine oturması için kuru bir sandalyeyi bile çok gören kadın ile göz göze geldiler bir anlığına. Tanıdık bir gölge, bir his geçti aralarından ivedilikle. Nil bu hissi kovuşturdu kalbinden ve içindeki kıza verdi dikkatini, içindeki kız bağıra çağıra kadının kızıl saçlarından tutmuş başını masaya vurup kaldırıyordu. Arada dışarıda ki kıza göz kırpacak kadar da neşeliydi. Dışarıda ki kız ise gözünü kadının kızıl saçlarına dikmiş öylece bakıyordu.
Kadın başını sallayarak…
“Nil Hanım, kalakaldınız, işi beğenmediyseniz lütfen dışarı çıkın çünkü benim de çıkmam lazım” dedi.
Nil’in ümitleri bir oltaya takılmış solucan gibi debelenmeye başladı. Göz çanaklarına kan doluyordu, ellerini arkasına götürdü çünkü yumruk yaptığını görmesini istemiyordu. Sıktığı dişlerinin arasından yılan tıslamasına benzer birkaç kelime çıktı.
“Şimdi siz ön muhasebe için eleman aldınız mı almadınız mı?”
Müdire “Almadık canım o bölüme başka bir eleman bekliyoruz. Anladın mı yukarıdan emir geldi. Hem sen bu halinle ancak buranın temizliğine bakabilirsin!” Dedi bütün özgüveniyle.
O saniyeler içinde kaybolan Nil, masanın üzerine nasıl çıktığını kadının başını nasıl tuttuğunu ve ona neler yaptığını hatırlamıyordu. Ne ara içerideki kız dışarıdakiyle yer değiştirmişti bilmiyordu.
“Senden şikâyetçi olacağım!” Diye arkasından bağırdı kadın. Nil yüksek güvenliğin kollarında dışarı atılırken parmaklarının arasında bir tutam kızıl saç kalmıştı.
Elinde son kalan çekirdekler tek tek kumsala düşerken Nil tereddütle Denizkızının denizle birleştiği noktaya bakıyordu. O noktada hiçbir hareket yoktu. Gerçekten birisi düşmüş müydü, yoksa astigmatının bir oyunu muydu? Sporlarını hangi ara çıkardığını, hangi ara sabun köpüklerinin serinlediğini, hangi ara ayın yükseldiğini sorgulamadan, kendini kulaç atarken bulmuştu.
Denizkızına yaklaştıkça derin bir nefes aldı ve daldı. Tuzlu su, burnundan genzine çıktığı yolculukta içini yakarak ilerlemeye devam ederken gözleri çoktan alışmıştı suyun tadına.
Allahtan yardımına ay yetişmişti, su yüzüne çıkıp ciğerlerini havayla tekrar doldurdu. Annesinin Nil ile övündüğü tek becerisi iyi bir yüzücü olmasıydı ve daldığı yer derin değildi. Denizin kristal siyahına karışmakta zorlanan ayrı bir renk yukarıya çıktıkça dağılmaya başlıyordu. O tarafa doğru yüzdü, ay sayesinde tek gördüğü elbiselerin ve saçların vücudu terk etmek için havalandığı bir sahneydi. Bir daha su yüzüne çıktı ciğerlerine tıka basa oksijeni doldurdu ve daldı. Bu bir kadındı ve buna da şükretti içinden. Denizin de kaldırma kuvvetinden yararlanarak kadını önce kolundan sonra koltuk altından tutup su yüzüne çıkardı. Kendi hayatını da tehlikeye attığının farkındaydı lakin yılmadı canını dişine takarak tek kol ile kulaç attı.
Sahile geldiklerinde kadını yüz üstü kumların üstüne bıraktı. Dizlerinin üstüne çöktü derin bir nefes aldı. Daha sonra kadının yüzünü sağa çevirdi sırtını aşağıdan yukarıya ovalamaya başladı kadının ciğerlerindeki su kumların üstüne boşaldı. Kadını kendine çevirince içinden dışarıya doğru bir vaveyla kopardı.
Bu kadın bir kaç saat önce kendisine sepet havası çalıp güvenliğin kollarında çöp poşeti muamelesi ile dışarı attırmıştı. Şimdi ya bırakıp gidecekti ya da ciğerlerindeki taze havayı onun dudaklarından içeriye verecekti. Derin bir of çekti, girdiği ikilemden çıkması uzun sürmedi, dudaklarını onun dudaklarına yapıştırdı. Sonra kalp masajı, suni teneffüs ta ki kendine gelene kadar.
Çantasını az ileride bırakmıştı, ambulansı aramak için telefonuna uzandı. Kadın yorgun sesiyle sessizliği böldü
“Şişko patates!” Nil şaşırmıştı.
“Ne dedin sen!”
“Şişko patates! Dedim.”
“Bugünkü dayak az geldi allem sana”
Kadın yattığı yerden kalktı Nil’in gözlerinin içine baktı. Nil o tanıdık, aşina hissi tekrar yaşadı.
“Şişko patates işe alındın.” Nil ne kulaklarına inanabiliyordu ne gözlerine.
“Senin tıptan estetikten hiç mi haberin yok? Dedi.
Kayıp Balık Nemo dönmüştü. “Sen!” Dedi “Neredeyse kendini öldürecektin aptal ördek”
“Kafamı çarpacağımı düşünemedim, o sivri kaya ne zaman geldi oraya” deyip bir kahkaha patlattı denizkızına karşı.
“Ah Emine!” dedi gözleri dolu dolu ve sarmaş dolaş, salya sümük sarıldılar. Emine’nin anlatacak uzun bir hikâyesi vardı.