Mağrur Bir Eylül’dür Sevmek | Selahattin Yetgin
Titreyen bedenimin acılı atlasına yeniden uğradı en güzel sevgili Eylül
Uzun gecelerin göçmen kuşları geliyorlar bak yârim, gagalarında gül
Susuzluğum geçmedi yıllardır sana, denize serpilirken aşk denen o kül
Sensiz mutlulukların yorgun limanlarındayım, gel dudaklarını aşka sür
Eylül’ü karşılarken yüreğimin köşkünden denize savurdum yaşamın kırık dumanlarını. Meltemin senfonisi terli bir ayı silkeliyordu dallardan. Işıltılı bir karşılamayla coşkuyu emziriyordu deniz, sen dört duvarlı bir yalnızlığın gölgeli geçişlerini seyrederken. Eylül’e sürdüm dudaklarımı, bir türkünün sözleriyle temizlerken yaralarımı. Başıboş martıların ürkek seslerine uzandı düşünüşlerim, anladım ki, Eylül’ü ben sen kadar özlemişim.
Ben özleminin uzak şehirlerinde sana şiirler biriktiriyorum, sen gecenin ağrılarını bedeninden silmeye çalışırken. Sen, sesimin kırılgan titreşimlerini duymak için çabalarken göçlerimdeki dalgınlığa anlamlar aramıyorum. Acıların heybesine hüzünleri tıkıyorum gülüm, yüküm ağır ve şu an kulaklarım her şeye sağır. Daya yüreğini özleme, istersen aç pencereni avazın çıktığı kadar bağır. Sesinin yankıları er geç gelir ülkeme, dinledikçe şu gönlüm biraz daha ağrır.
Denizlere dalan bakışlarımı yalarken meltemin okşayışı, ben kokunun zorlu beklentileriyle sıvazlıyorum seni özleyen yüreğimi. Sen bir sahile bırakıyorsun seni bana getirecek ayak izlerini. Kumda sevdanın yangını varken, sulardan gözyaşının tuzu çağlarken ben dalgalı bir kıyıya şiirler yazıyorum, sözlerimi sana getirsinler diye. Kahkahan dökülüyor birden, sessiz çağrılarımın yankılarına kulağını tıkıyor an ve aşkın hüzünlü ürpertileriyle doğruluyorum oturduğum taştan.
Onarılmış gönlünün sorgularını denizlere bırakınca, yenilenmiş yüreğinin karanlıklarına gömerdin özlemlerimi. Sesimin şifalarıyla kapatırdın güneşin kavurduğu perdelerini. Yarım kalmış sarılmaların adresini bulur, uzatırdın gerçeğine kurumaya yüz tutan dudaklarını. Yorardın yenilenerek sevginin parmaklarını, ıslatırdın aşkla bekleyişin yataklarını ve nefeslenmeden atardın arzunun en coşkulu çığlıklarını.
Birbirine eklenen sevişmelerin sabahlarına düşünce öfkem, suskularımın damarlarına sakın dokunma. Her sarılışın slâyt’ını sevgiyle donat, kırılmış yürekler yalnızlığa soyunurken, gölgeli gövdenle yalnızlığıma sokulma. Güneşli bir göktür yaşamak, bulutların yağmuru getirecekse ülkemin semalarında dolanma. Yasak bir sevda türküsüdür dudaklarımızdaki yar, korsan buluşmaların sevişme menzillerindeyim, sabıkalı yanışlarla göğsümü paralama. Aşk bozgunlarında yitirmişim kendimi, düşlerin çürük gemisiyle bulanık denizlerde beni arama.
Bir düşün çığlıklarına isyanlara durunca yüreğin, öfkenin yumruğuyla dağılır masallar. Terli bir mevsimdir o an bütün yansımalar. Daralır göğsümüz, hiddetle işbirliği yapar sözümüz, avutmaz olur yalanlar. Anlık gelgitlerle kabarır sakin özümüz. Yamacımızda açan sevda güllerinin kokusunu çekemeden ruhumuza, uzaklardaki aşka ar gelir nazımız. Yangınların devrilmiş çınarlarına gecenin yeli vurdukça yar, birbirimizin korunu gizlemeye yetmez yaşlarla ıslanan mağrur göğsümüzdeki yasımız.
Yolları ve yılları hesapsız mevsimlere bölerken bir hayalin gemisi uğrardı her gün sevda limanlarımıza. Yüzüne güzellikler sıvadı bıkmadan yıllar, en bakir çiçeklerin tozlarını taşıdı hırçın rüzgârlar. Ben yüreğinin eşsiz topraklarını tırnaklarımla kazarken, yorgun zemherilerde çok kanadım, yokluğunun yolculuklarına içimde sen varken hiç çıkmadım. Yaman bir örselenişti belki de varlığın, bir özlemin hazin saatlerine yıllardır üzülürsün diye bir kez bile bakmadım.
Gözyaşlarımızın yanaklarımızdaki iz tarlalarına sevgiler ektikçe gülüşler yetiştiririz gizli sarılışlarla. Geceler dolu savaklar gibidir, dudaklarımızın titrek alevleriyle sarsarız bedenleri usumuzdaki özlemli düşünüşlerle. Kandillerde yağ tükenir, rüzgâr derin türküsünü anlarla dillendirir ve bir kadın asil sevgisini her gece gerçeğine verir. Adam saçlarını okşar aşkın, gözlerdeki yaş sevince karışır, bir sarılışla hızla tükenen zaman kendi içinde kavrulur.
Sonsuzluğu kucaklamak istediğimiz anların kollarına hüzün ağrıları inince bir gergefin deliklerinden ılık ılık akar gözlerimiz. Ağrılı gecelerin nemli bunaltısı çökünce bedenimize yeli bekler ruhumuz. Yanık ormanların üzerinden sessizce geçerken kuşlar, toprak yazgısıyla kanar, kuşlarla birlikte böcekler de bu ani değişime ağlar. Bir döngüdür hep yaşanan, anların duruşmalarından inadına yaşamın gerçekleri aklanarak çıkar.
Yoldukça yaralarımızın kabuklarını, tırnaklarımızın güçsüz sağrısıyla yüreğimizi okşar ellerimiz. Kayıp bir tükenişin şarkılarıyla geçeriz günleri, dudaklarımızdaki hercai mevsimlerle dağlarda kardelenler öksüzdür. Gönül fonumuzdan mutluluk resimleri geçer, sarılışlar kendine küskündür. Dualarımızın mırıltıları sevdayla, birazdan geceler sabaha vurur, yankımız aynı odada birbirini bulur, aşk, ezilmiş bir çiçeğin kırmızı suyudur, özlemlerle er geç kendini kurutur.
Eğildikçe yorgun bağrıma dünlerin izlerini anımsatma dudaklarıma. Her fırtına öncesi sessizliğimin damarlarını titretme hüzünlü bakışlarınla. Bağlarımda, ovalarımda ve gürüldeyerek asırlardır akan aşk ırmaklarımda bir yer ara kadın varlığına. Okşa en bakir duygularınla, ilişmeden sevda yaralarıma. Sen yokken, varlığının bütün resimlerine şiirler yazdım ben, sen dörtnala geçerken iklimlerinden. Her satırı seni anlatan dizelerimi ezberleyerek otur gül yüreklim gönül tahtıma.
Şifalı gülümseyişlerinin bağlarından rüzgâr topladım yokluğunda ceplerime. Sensiz tıkırtılı saatlerin dişlilerine taşlar sıkıştırdım, doldurulamamış günlerin şafaklarına kahrederek. Gecelerin doyumsuz karelerinde şenlikler yapıyordun oysa sen, aşkın askerlerine badeler dağıtırken. Atlılar geçti seven göğsümden. Kılıçlandım, oklandım ve burçlara asıldım, görmedin. Seni sevmenin iksirleri dolaşıyordu gövdemde, güneşlerde kavruldum yar, ah ben aşkın çarmıhlarında yine de ölmedim.
Selahattin Yetgin
—