Emekçilerin Dünyası | İbrahim Uysal
Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (UM:AG) öncülüğünde 2019 yılında 24-31 Ocak günleri arasında 26’cısı düzenlenen, adalet ve demokrasi haftası etkinlikleri içerisinde; yerel yönetim araştırma yardım ve eğitim derneği (yayed)’nin “Neo-Liberalizmin 40. Yılında ne yapmalı konulu konferansı izlemiş, dinlemiş ve konuşmuştuk.
Prof Dr Bilsay Kuruç, Korkut Boratav, Oktar Türel, Ali Murat Özdemir ve Deniz Yıldırım’ın yaptığı konuşmalar her zamanki gibi muhteşem ve ufuk açıcı idi. Bilsay Hocam da öyle yaptı. Herkes, ha bire “Liberalizm, Neo-Liberalizm diye yazıp çiziyor da nedir bu liberalizm”, diye bir soru ile başladı konuşmasına.
Fransızca kökenli sözcüğün tanımı Liberalizm:
1.ECO: Bireyin özgür olmasını ve ekonomik güçler arasında özgür yarışmayı, devletin bireyler, sınıflar ve uluslar arasındaki ekonomik ilişkilere karışmamasını isteyen siyasal ve ekonomik öğreti. Eş anlamlısı: Erkincilik
2.Felsefe Terimi: Herkese vicdan, inanç, düşünce özgürlüğü tanınmasının gerekli olduğunu savunan, özgür düşünceye bağlı dünya görüşü.
TDK Sözlüğü:
- Sıfat Hürriyet ve serbestlikle ilgili.
- Serbest ekonomiden yana olan (kimse, parti vb.), liberalist.
- Hoşgörülü, diye tanımlıyor.
Bilsay Hocam, ben yabancı kökenli sözcükleri pek sevmem ama bazen de yapacak bir şey diyerek, “Liberalizm” sözcüğünün ekonomi dilindeki Türkçesini söyledi: “Sermaye Düzeni”..
Derdim, hepimizin sistem içinde nasıl uyutulduğumuzu anlatmak.
Özellikle 1980 ve 90’lı yıllarda moda olan “GLOBALLEŞME” sözcüğünü etkili ve yetkililer açıklarlarken, bize “kapıları bir açalım, uluslararası sermaye, donunuzu bile alacak” demediler. Köyünden, gecekondusundan valizini alan herkes Avrupalara, Dünyanın her yerine gidecek, dediler.
Bizimkilerin valiz almaya bile güçleri yokken; Avrupadan, Asya’dan valiz bile almadan gelip, bizde aylarca krallar gibi yaşayan, kalan emekli-emeksizleri gördük.
Liberalizm’i, özgürlük, eşitlik gibi tanımlayan sermaye çevreleri ve işbirlikçileri, bu özgürlüğün kendileri için olduğunu çok iyi gizlemişler.
Herkese böyle bir şey yok, denildi.
Evet, bir özgürlük var ama o da, sermayenin, paranın özgürlüğü.
Birileri “özgür” olurken, sesi kısılan kim?
Yok öyle, “akıllı deliye söyletir” uyanıklığı.
1970’lerin sonu, ülkenin kaderinin değiştiği yıllardı. Sokakta, üniversitelerde, evlerinin önünde aydınlara kıyılıyor, öldürülüyordu.
Hacettepe’de öğrenciydim.
Günlerden 11 Temmuz 1978, öğretim dönemin son günleriydi. Bilsay Hocamın da dediği gibi ilk kurban Doç Dr Bedrettin Cömert, sonra, Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu, Savcı Doğan Öz, Gazeteci Abdi İPEKÇİ, Emniyet Müdürü Cevat YURDAKUL ile sürmüştü.
Ta ki 24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Tedbirleri/Kararları ile başlayan sürecin olmazsa olmazı 12 Eylül 1980 Askeri darbesine kadar.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, kuruluş felsefesi ve ilkeleri gereği, her ne kadar Demokrat Parti, Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ile Devletçi gelenekten kovuklar açsalar da, özel sektör desteklenip teşvik edilse de, ta ki 24 Ocak Ekonomik İstikrar kararlarına kadar TC Devletçi bir ekonomik sisteme sahipti.
Bu tarihten sonra, ülke ekonomisi ve kaynakları uluslararası sermayenin önüne atıldı. Peşkeş çekildi.
Cumhuriyetin ilk nesli, o kadar kıtlık ve olanaksızlığa karşın, hem yeni bir Cumhuriyet ve devlet kurmuşlar, hem de Osmanlı’nın borçlarını ödemişlerdi.
1950’lerde “her mahallede bir zengin yaratacağız” safsataları ile iktidar olanlar, kendilerini batırdıkları gibi, oğullarını da borçlandırdılar.
Bu borçlu nesil babalarının, kendilerinin borçlarına yenilerini ekleyerek, torunlarında Borç Miras bırakır oldular.
O zaman Cumhuriyetin ilk nesli yeni devlet ve düzeni kurup, Osmanlının borçlarını ödeyip, Uçak, Lokomotif, Basma, Motor, Şeker Fabrikalarını kurarken;
Yeni neslin, 24 Ocak 1980’den sonra alınan kararlar ile giyecek donu bulamamasını nasıl açıklayacaksınız?
Değerli Hocam Bilsay Kuruç, Korkut Boratav ve diğerlerinin dediği gibi, ülke kaynakları, halka değil, sermaye sınıfına, Kapitalistlere, Liberallere, Neo-Liberallere peşkeş çekildi.
Sorun ortada, artık NE YAPMALI sorusuna yanıt bulunmalı.
Gerçi yapılacaklar belli, asıl sorun bu nasıl ve kimler ile yapmalı?
Asıl sorun, ne ve nasıl yapılacağından çok bunun kimler ile ve nasıl yapması gerektiğinde.
Ayrışmak için gerekçe çok. Sağcı, solcu, dinci, milliyetçi, Kürtçü, …..
Peki bu, kimin işine yarıyor?
Birilerinin işine yaramadığı malum da o zaman, nasıl yapmalı? sorusu önemli.
Konferanslarda, o yaşlarına rağmen gençlere taş çıkartacak hocalarımızın dediği gibi Kendimizi tanımlayıp, ne olduğumuzun farkına vararak, sorunu doğru saptayıp bir şeyler yapmalı…
…
İbrahim Uysal