Günün Hikayesi | Kırık Fırça | Gülçin Yağmur Akbulut
Öyle diyecekler öyle… Kara kalemle çizilmiş olan bu tablo, kırık paletli, bakıp da görülemeyen karanlık ama aydınlık bir ressamın öyküsü. Bir fırça, ancak bu kadar yansıtabilirdi bir tuvalde güneşin derin çizgilerini. Dolunayın yüreğine kafeslediği aşkın platonik halini… Gözelerinden yaş damlayan ağacı, nehrin dur durak bilmeyen bulanıklığını, sabah rüzgârlarının hoyratlığını.
Zambakların damarlarımda dolaşan kan ikiye ayrılmış. Sevincin hilesi. Hüznün aynadaki gerçeği… Ayakları yerden kesen şu perspektifin vadiyle bütünlüğü, parmak uçlarında biten hayat ekseni ile yerin bin kat dibine gömmüş onu. Avuçlarının içinde devinen büyükçe bir çaresizlik imgesi…
Mavinin tonlarıyla denize sevdalanmış, dağların doruğuyla elemi unutmuş. Bir gülün kalbine atlas açmış, kır atın sırtında dünyayı dolaşmış. Bulutlara merdiven kurmuş, gökyüzüne pencere açmış. Barışın elçisi, savaşın tahripkârı bir ressam. İşitmeyene ses, yürüyemeyene bacak…
Baharla doldurmuş göğsünü guajdan esen rayiha. Kuşlara gönderdiği selam, 3B kalem yumuşaklığı. Anne dizi huzuruna sefir, baba sırtı payandasına vesile… Geçmişin özlemine vuslat, geleceğin umuduna köprü… Yalnız bir çiçeğin panzehridir yekpare atölyesi.
Bu ellerdir sayısız serginin mimarı, hesapsız eserin sanatçısı. Bu parmaklar çizdi onlarca natürmort tabloyu. Yüzlerce galeriyi giydiren adam ile bedenini istila eden aynı insan mıydı? Ayaza serilmiş bir çığlık yağıyor yerden göğe doğru şimdi.
Orhan’ın kahkahaları spatulayla kazıyıp çıkarmış onu duvardaki figürlerin arasından. Gelişi yokuş yukarı tırmanan kaplumbağa misali iken dönüşü fırtınalara tutulmuş da dalgalarla boğuşan gemi timsali yalpalıyor. Girdiği gölgelerin sarhoşluğuyla sarsılıp duruyor. Çarptığı peyzajların rakikliği tenide tarifsiz sızılara neden olmuş.
Tecil edilmiş bir göçün eşiğinde bulunan üç arkadaş uzunca bir vakit sahilde oturup hasbihal etmişler gibi. Orhan’ın hasta eşi, Fatih’in diz ağrıları çalınmış bir ara kulaklara. Geçen seneler Mimar Orhan, Yazar Fatih ve Ressam Fikri’nin dostluğun eskitememişti. Orhan’la Fatih muhabbet ırmağında yüzerken Fikri mazinin tozlu raflarında kulaç atmaya devam etmiş. Bir vernik, bir linol, bir şövale…
Yavaşlayan hareketler, mimiklerde donukluk, vücut duruşunda eğrilik. Boğaza takılan lokmalar, paytak paytak yürüyüşler, tir tir titreyen bir beden. Sonrası tekerli sandalye… Ötesi oltada çırpınan balık… Umarım, başlamadan muhtaçlık; Azrail’in sobelediği ebe…
Perspektif çizimlere verdiğim sarsak bir adamın avuçlarında can çekişip devrilmekte. Hesabı belirsiz esere imza atan bu ellerde şimdi kaşığı ağzına götürmeye, ekmeği bölmeye takat; üşüyen ayaklarına çorap giymeye güçsüzlük; bardağa çay doldurmaya ve yağlanan saçlarını sabunlamaya acizlik…
Anlaşılan o ki oün geçtikçe artan belirtiler onu karanlık bir sona doğru hızla yuvarlamış. Haritası yitik bu adam huzurevinde açmak istemiyor gözünü sabahlara. Durağı olmayan bir sarkacın deviniminde dolanıp durmuş bu umarsız hastalıkla. Biliyorsunuz, şifası yoktur. Dermanı ancak ve ancak Araf’ta… Manası ölümden daha beter bir ölüm: Parkinson
Bakın şuradaki tabloda ışıklar içinde daha yeni uyanmış bir çocuk. Çevresindekiler, ona bakan ama onu bir türlü göremeyen insanlarla dolu. Raşelenmiş boğumlu ayaları. Sanki kabul olmuştu uçurum kenarındaki yakarışları? Bir kez, son bir kez daha dokunabilmekmiş tek arzusu fırçanın büyülü yelpazesine. Dans edebilmekmiş gökkuşağının renkleriyle tuvalin güvertesinde.
Çağlar öncesinden günümüze bir mektup göndermiş Fikri. Neler düşünebileceğimizi hesaplamış. Ağacın yanındaki kuyu ile kendisini anlatmış. İçindeki saf, berrak su zaman geçtikçe kuyudan taşacak. Kuyunun arkasında duran çocuk ise nasıl mutlu… Yüzündeki sahrada nicedir görülmemiş erinç hali. Başucunda yıldız tozlarıyla betimlenmiş bir hareler. Tablonun dehlizinde resim çizen ressamın devasa silueti… Anlamış olmalı sonsuzluğun pardösüsünü giyeceğini. Çocuğun elindeki kâğıt da kendi imzası var: Ressam Fikri Aytuğ’un son eseri.
Gülçin Yağmur AKBULUT
Şehir Edebiyat Dergisi Temmuz Ağustos 2022
…