Divan edebiyatımızın en büyük dahilerinden olan şair Nedim’e bir gün Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa dünyanın en büyük cihangiri kim olduğunu sorunca,şanlı şairimiz o husustaki düşüncesini şöyle anlatmış:
-En çok gönüller fethetmiş fatihi kulûb her kim ise,en büyük cihangir işte odur!
‘Biliyorum, ayıp ve mânasız
Ama peşlerinden gidiyorum
diye başlar “Barbaros Meydanı”na sevgili şair Behçet Necatigil. Belki ayıp ve manasız ama beni büyüleyen yazıları, şiirleri, romanları yazanların peşlerinden gitmekten kendimi alamıyorum bazen.
Hem dedikoduyu kim sevmez ki? Beğenmeyen okumasın, ne yapalım?
Eren Hanım’la evliyken öğrencisi Mari’ye âşık olur. En güzel şiirlerini, “Karadutum, Çatal Karam, Çingenem” dediği Mari için yazar, en güzel resimlerini yine onun için çizer. Mari tüberkülozdan ölünce teselliyi Eren Hanım’ın kollarında bulur Bedri Rahmi.
Neyzen’e dair hikâye de, söylenti de çok. En bilinenlerden birini yazalım. Neyzen bir daha içkiyi ağzına koymayacağına dair yemin eder ama dayanamaz tabii. Midesine bir hortum uzatır ve içkiyi ağzına değdirmeden mideye indirir.
Psikanalitik okumalarla da rahatça görülebileceği gibi, genç erkeklere düşkündür. “İpekli Mendil” mesela. Bir de çabuk küsen, huysuz bir adam. Annesiyle yaşıyor. “Semaver”de anneye olan düşkünlüğü de okunabilir. Kitaplarının gelirini Darüşşafaka’ya bağışlaması bile gönlümde taht kurma nedeni olabilir.
“Mona Roza” şiirini elli yıldan uzun süre yayınlamamasına rağmen Türk edebiyatının en bilinen ve sevilen şiirlerindendir “Mona Roza”. Şiirin 5’liklerinin ilk harfleri birleştirildiğinde “Muazzez Akkayam” akrostişi çıkar ortaya. Şairin dile gelen, ele gelmeyen büyük aşkı Muazzez Akkaya, iddia edildiği gibi intihar etmemiştir.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in oğlu. Arkadaşıyla birlikte paralarını biriktirip eğitim için yurt dışına gitmek istiyorlar. Hasan Ali Yücel, oğluna ayrıcalık yaptığı düşünülür diye göndermiyor Can Yücel’i. Arkadaşı giderken Can Yücel biriktirdiği parasını ona veriyor. Gazi Yaşargil, cerrah olarak dönüyor yurda. Can Yücel, şair kalıyor.
”Bir imza gününde kendisini çalıştığım kuruma davet ettim. “Ben büyük salonlardan, büyük masalardan, kalabalıklardan korkuyorum, ne olur kusura bakmayın.” dedi. Gözlerinde o korku vardı, evet. Romanlarını nasıl yazdığını o anda anladım. Bir de geçen gün, “Feraye” türküsünü eşinin de kendisinin de çok sevdiğini, bu nedenle kızına Feraye adını verdiğini öğrendim.”
Tutunamayanlara düzdüğü övgüye rağmen, tam bir tutunandır.
Asıl tutunamayan odur işte. Edebiyat Fakültesi mezunu az sayıdaki edebiyatçıdan biri kendisi. Modern hayat ona ağır geliyor. Köyüne gidip orada yaşıyor bir zaman.
“Yazı Makinesi” olarak bilinir. Akşama kadar çalışıp, yazılarını yazıp gece de evinin altına kurduğu matbaayla eserlerini basıyormuş. Biraz kaba saba bir adam. “Ben popüler bir yazarım.” diyor. Haklı. Bir de, Mithat Paşa’yla arası pek iyi. “Mithat” adını kendisine Mithat paşa vermiş.
Budizmle pek ilgili. Yan gelip yatmayı da çok seviyor. “Saatleri ayarlama enstitüsü”nün “Yangeldi Asaf Bey”inin Asaf Halet olduğu söylenir. Tekkelerde, tarikatlarda büyümesine rağmen şiirlerini sosyalistler basıyor ama onlar da sırf kendisiyle alay etmek için yapıyorlar bunu. Yaşadığı dönemde kimseye yaranamamış, böyle bir derdi de hiç olmamış zaten. Fahrünnisa Zeyd, onu köşkünde sık sık misafir edermiş. Nedeni, Asaf Bey’in resim merakı. Otoportresi bile var. Resme olduğu kadar müziğe de meraklı. Besteleri varmış mesela. Akşamları yalılarda, köşklerde misafir, gündüzleri kütüphane memuru. Sokakta dolaşırken gömleğinin göğüs cebinde küçük bir vazo ve içinde birkaç canlı çiçek taşıyan kütüphane memuru.
Bana sorarsanız, Türk edebiyatının en başarılı ismidir kendisi. Üniversitede ders verebilmesi için kendisine profesör unvanı verilmiş diye biliyorum. Prof. Dr. değildir yani. Yahya Kemal’le aralarında oidipal bir ilişki var. Şiirin kendisiyle son bulduğunu söyleyen Yahya Kemal, Tanpınar’ın şiire çok yönelmemesinin asıl nedeni. Biraz saygıdan, biraz da gerçekten onu aşamayacağı korkusundan belki. Yaşadığı dönemde pek itibar görmemiş. “Kırtıpil Hamdi” diyorlarmış ona.
Her ne kadar kendisini son büyük Türk şairi olarak görse de kendine ait olmadığı herkesçe bilinen dizeler var. “Bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir” bunlardan biri. Yine de bir tek sözcük için yıllarca beklettiği şiirleri olduğu söylenir. Bir de İstanbul’un zengin ailelerine misafir olup aylarca yalılarda, köşklerde yaşadığı rivayet edilir. Bir ara Yapı ve Kredi Bankası’nda edebiyat ve kültür danışmanı olarak çalışmış. Bankanın Y.K.B. antetli kâğıtlarını kullanırmış. Kitapları ölümünden sonra basıldığı için, yaşarken kendisine “Kitapsız Şair” derlermiş.
Dinlerin insanları birbirine düşürdüğünü düşündüğü için dinlere karşıdır. Gelecek aydınlık nesli, oğlu Haluk kişiliğinde idealize etmiştir. Oysa Haluk, yurt dışında papaz olmayı tercih eder. Cemil Meriç, “Su alan gemi” yazısında, “Haluk bir cins ismidir artık. Tarihten kaçanların ismi.” diye yazacaktır.
Görme sorunu ilerleyen yaşlarında iyice artınca gözlerini (biraz da çok okuduğundan) tamamen kaybeder. Kendisine artık bir yardımcı gerekmektedir. Cemil Meriç biraz çapkınlık yapar ve o yardımcısı, daha sonra eşi olur. Bir de, kütüphanesinde kitapların her birinin yerini ezbere bildiği söylenir. Bir kitabı istediğinde rafını, sırasını ve kitabın sayfasını söylemesi yeterliymiş. Belki hanımı yormak istemediğindendir, kim bilir? Ne de olsa “aşk imiş her ne var âlemde / ilm bir kîl u kâl imiş ancak”.
Hocası Yahya Kemal’in, Nazım’ın annesine olan aşkı biliniyor. Nazım’ın “mavi gözlü dev, minnacık kadın ve hanımelleri” nde bahsettiği minnacık kadın, ilk eşi Nüzhet Berkin’miş. Ben yanlış biliyormuşum. Münevver ise aynı zamanda dayısının kızı. Tanıştıklarında Münevver bir ressamla evli. Sonra aşk. Herkes Piraye’yi sever, ben Münevver’i. Güneş Karabuda, “indim zaman bahçesine” kitabında Münevver’i anlatır, güzeldir.
Fazlaca çapkın. Hem de küçük yaştaki öğrencilerini ayartacak kadar… Pusuya düşürüldüğünü bilmeyen yoktur.
17. Abdülhak Hamit Tarhan
Eşi Fatma Hanım’ın ölümünden sonra “eyvah ne yer ne yâr kaldı / gönlüm dolu ah u zar kaldı” diye başlayan “Makber”i yazıyor. Kısa bir süre sonra İngiliz bir kadına âşık oluyor ama onunla evlenemiyor. Birkaç yıl sonra bayan Nelly’yle evleniyor. O rahatsızlanınca Florence Ashly ile aşk yaşamaya başlıyor. Nelly’nin ölümünden sonra Cemile Hanım’la evleniyor. Bu evlilik yirmi gün sürüyor. Son evliliğini Bayan Lucienne’le yapıyor. Evlendiklerinde Hamit altmış, Lucienne on sekiz yaşındaymış. Belki böyle bir aşk hayatı onu “şair-i azam” yapmıştır, kim bilir?
Asıl mesleği veterinerlik. Kendisini küçümsemek için “siz baytardınız değil mi?” diye soran birine, “Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu?” diye cevap vermiş.
Turgut Uyar’ın eşi, Cemal Süreya’nın eski sevgilisi, Edip Cansever’in daimi sevgilisidir. Edip Cansever, Tomris Uyar’a her doğum gününde bir şiir yazarmış. ”Yaş değiştirme törenine yetişen öyle bir şiir” bunlardan sadece biri. Bir de, Turgut Uyar’dan dayak yediği rivayet edilir. Cumhuriyet Meyhanesi’nde bir edebiyatçı masasında duymuştum bunu.
“Çok sevdiğim salatayı bile aramaz mı olacaktım / ben böyle mi olacaktım” dediğine bakmayın. Salata sevmiyor. Bir de, adını gizlediği pek muteber sevgilisinin Erol Güney’in baldızı Bella olduğu söyleniyor. Bu konuda rivâyet muhtelif. Bu gizlenen ismin Nahit Hanım olduğuna dair yorumlar da var. Bunu bir tek Ohan Veli, bir de Allah biliyor.
21. Recaizade Mahmut Ekrem
Onunki acıklı bir hikâye. Üç çocuğunu kaybetmiş. “Pejmürde” ve “Ah Nijad” kitaplarını çocuklarının ölümü üzerine yazmış. Romanda realist, şiirde romantik olma nedeni bu.
Onun da “bir acı hikâye”si var. Bu kitabı, oğlunun ölümü üzerine yazmış. anılarını anlatıyor. Yaşadığı dönemde dili ağırlaştırmak gibi bir derdi olsa da sonradan pişman oluyor ve kitaplarını sadeleştirmeye çalışıyor ama ömrü vefa etmiyor.
23. Necip Fazıl Kısakürek
İyi bir şair olduğunu kimse inkar etmesin. Önceleri sosyalist. Paris’te şaraplar su gibi akıyor. Sonra yön değiştiriyor üstat. Keşke içten olduğuna inanabilsem. Menderes’e, hükümeti dergisinde övebileceğini söylüyor ama bunun karşılığında örtülü ödenekten yardım alıp alamayacağını da soran mektupları var. Alıyor nitekim. Yineleyelim: Çok iyi bir şairdir.
Evlenmeye karar vermeden önce eş adayına “benden üç şey isteme: Araba, akrabalık ilişkileri, çocuk.” der. On yıllık evliliğin sonunda eşi çocuk isteyince ayrılırlar. “Üçüncü şahsın şiiri”ni kendisini bırakıp bırakıp Fikret Hakan’a giden kız kardeşi Çolpan İlhan için yazmış. “Ne olur kim olduğunu bilsem Pia’nın” dediği Pia ise, afişlerini gördüğü “Pakistan International Airlines”ın kısaltmasıdır. “Sen benim hiçbir şeyimsin” dediği kadınsa aylarca telefonda konuştuğu bir sestir sadece. Kitaplarının sonundaki “meraklısına notlar” bölümleri okunabilir.
Kendisine vaat edilen maaşı alamadığı için “selam verdim, rüşvet değildir deyü almadılar.” dizesinin de bulunduğu “Şikâyetname”yi yazar. Dönemi hakkında önemli bir bilgidir ama beni asıl ilgilendiren, Bağdatlı Ruhi ile olan atışmaları. Bir gün Ruhi ve Fuzuli karşılaşırlar. Bu arada yoldan bir köpek geçmektedir. Ruhi, “bu it ne gezer burda Fuzuli?” diye sorar. Fuzuli’ye köpek demek ister yani. Fuzuli cevap verir: “Vur tekmeyi, çıksın kıçından ruhi.”
Kime âşık olduğunu bilmeyen kalmadı, geçelim. Bizi ilgilendiren, “okyanusun en ıssız dalgasına düşmüş bir kibrit çöpü”. Türkiye’nin NATO’ya gireceği dönemde buna karşı çıkanlardan biri Ahmed Arif. Alınıyor, götürülüyor, Sansaryan Han’da günlerce işkence görüyor. Günleri ve geceleri bilmesinin yolu yok. Hücrede bir kibrit çöpü buluyor ve bu kibrit çöpüyle duvara çentik atmaya başlıyor. Çıktığında çentikleri sayıyor. Yirmi sekiz. Hasretinden prangalar eskittiği sevgilisini bu kibrit çöpüne anlatıyor işte. “Düştü nazlı filintası aklına” derken de kendi oğlu “filinta” aklına düşüyor olsa gerek. Sonra kimse çıkıp da Ahmed’ime küfürbaz demesin.
Kendini öyle çirkin bulurmuş ki gündüzleri değil akşam karanlığında dışarı çıkarmış. Şiirlerinde çoğunlukla karanlık, kızıllık imgelerinin bulunma nedeni biraz da bu galiba. Bir de, ünlü “Merdiven” şiiri için hayatın sembolüdür diyenlere pek katılmıyor. Bir akşamüstü eteklerinde kurumuş yapraklar dolu bir kadının merdivenlerden çıktığını görüp de yazmış şiiri. Tabii aslolan, şiirin bize söylediği.
Son dönemlerinde çok eziyetli biri olmuş. “Kadıköy’ün Kürdü Memo” diye sevdiği oğlu da dayanamamış, dövmüş babasını. Başını çarptığı ve öyle öldüğü söylenir. Çok söylenir hem de.
Sadece güzel kadınlara değil, güzel erkeklere de meyilli. Aşık Paşa’da da benzer eğilimler görülür.
Kaynak: https://eksisozluk.com/entry/49092250