Sıcakkanlı Akdeniz Çocukları | İbrahim Uysal
Ah Antalya’m vah Antalya’m…
Bizler Akdeniz’in sularında deniz çocuğu, Toros’ların tepelerinde de yayla çocukları olarak büyüdük. Portakal çiçeklerinin kokusunu da biliriz, yaylaların kekik kokusunu da.
Geçmişe özlem duymayı da pek sevmem. Yaşam bugün yaşanan, yarınlar için de güvenli bir gelecek kurmak ve yaşamaktır.
Bize küçüklüğümüzden bu yana hep çalışmamız, çalışmamız önerildi ve “Bedava peynir, fare kapanında olur,” denildi.
O yüzden yaşam, çalışmak, emek vermek ve bunun sonucunda da onurluca yaşamak olarak öğretildi.
Feodal dönemin Antalya’sını pek bilmem, ama o dönemin bütün öykülerini birinci elden dinledim ve bazılarının da son günlerine bir şekilde tanık oldum.
Siz, “ağalık” denen şeyin ne olduğu Şener Şen’in Züğürt Ağa filmi dışında nasıl bilirsiniz bilemem? Ben çocukluğumda sofralarında oturdum, çevresinin bolluk günlerinde onlara nasıl davrandığını o çocuk gözlerimle gördüm. Bu deneyimin üstüne, dönemin bir belediye başkanının, Ankara’da hem Bürokrat hem de Antalyalılar Derneği Başkanı olarak bir ricasından dolayı yaşadığım olay ve aldığım dersi hiç unutamam.
Varlıktan (Ağalıktan), yokluğa düşüp, yaşamanın ne olduğunu orada ve onlarda gördüm. Onur, yaşananlar ve kör talihin getirdiği günleri bire bir yaşayanları görerek, yaşadım ve öğrendim.
Acının insanın içine nasıl çöker?!
Onurun…
Bir İngiliz bürokratının okuduğum öyküsü gibi, “nasıl bir kadeh viski bile etmediğini,” bunu yaşayanlar bire bir öğrenirken, ben acılara tanıklık ederek gördüm.
Bize her şey masal gibi anlatılır ve öğretilir oldu. Geçmişimiz olan koskoca bir imparatorluğun gerçek tarihi yerine, magazinleştirilmiş tarihini ise TV dizilerinden öğrenir olduk. Bundan daha kötüsü ne olabilir ki?
İşte ruhen çöküş böyle başlar. Yalan ve yalanlarla.
Geleyim neden “Ah Antalyam, vah Antalyam” meselesine.
Anam, Babamın en güzel dilek ve dualarından birisi, “Allah kimseyi, gördüğünden mahrum ve geri bırakmasın” der.
Ülke Tarihî yazılırken, 2022 yılı çok özel bir başlık altında yazılacaktır.
Bir yılın ilk üç-dört ayından sonra, kaderinin nasıl döndüğünü yazacakların notlarını merak ederim. Ekmekten suya, dondan gömleğe her şeyin fiyatının nasıl katlandığını görmek çok acıydı. Marketten alışveriş sırasında raflardan en ucuzu seçmeyi görüyor, bilmiyorduk ama kasada ödeme yaparken, para yetmeyince en zorunlu gereksinim malzemesinin bile nasıl geri bırakıldığını görmek çok acı geliyordu.
Bütün sahil kentleri, köyleri ve kasabalarının bir yıl içinde nasıl cebi dolar doldu?
Rus, Ukrayna ve Arapların istilasına nasıl uğradığını?
Eskiden “bastır paraları Leyla’ya,” bir türkü sözü vardı. Şimdi “bastır dolarları oldu.
Bunun bir yaşam gerçeği oldu görmek çok acı…
Daha da acısı, bir iş bulup, çoluğun- çocuğun karnı doyar diye gelinen bir kiralık ev bulup kiracılar için yaşanılan, sahil yerleri nasıl kabus yeri olmuş duumda.
Bir arkadaşım, zamanında iç Anadolu’nun bir kasabasından gelmiş, birkaç dönüm tarla almış dede ölünce, tarlanın üstüne yapılan onlarca apartman dairesi torunlara kalınca, nasıl teker teker milyon liralara satıldığını, anlatmıştı.
Özellikle sahillerde, büyük şehirlerde yaşanan konut fiyatı artışları ülke yurttaşlarının gelirleri ile çok zor dengelenecektir. Bu uçurum, yurttaşların lehine çok zor kapanacaktır.
Birçok şehir, kasaba ve köyün sıradan sokakları yabacı plakalı lüks araçlar ve salına salına gezen yabancılar ile doldu.
Ülkede vergisini namusu ile ödeyen, askerliğini canı pahasına yapan onurlu insanlar için gittikçe yaşanılmaz olmakta.
“Borç yiyen kesesinden yer” sözünü bilenler bilir, bilmeyenler zamanla yaşayarak öğrenecektir.
Turizmciler, turist ve döviz geliyor, sıradan esnaf pandeminin ardından bir iki mal satıp dükkan dönüyor dese de herkesin asıl müşterisi, ilk önce yurttaşları olduğunu bir yıla kalmaz öğreneceklerdir.
Bunun en acı örneğini, “Ah Antalyam, vah Antalyam” yaşayacak ve öğrenecektir.
Bir İspanyol arkadaşım, İspanya’da Franko dönemi sonrası yaşananları anlatmıştı. Birden ülkemin birkaç yıl sonraki hali gözlerimin önüne geldi.
Bu ülkenin inanmış, mütedeyyin sıradan insanlarının umutsuzluklarına üzülürüm.
Sıcakkanlı Akdeniz Çocuklarının Kaderi değilse, anlamak için kaç yıl alıyor ise ben ne yapayım ki!..
….