Dolar 34,5055
Euro 36,4583
Altın 2.955,93
BİST 9.084,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 18 °C
Az Bulutlu

Doğa-Emek-Edebiyat ve Siyaset İlişkisi | Yazar Müslüm Kabadayı

06.05.2022
449
A+
A-
Doğa-Emek-Edebiyat ve Siyaset İlişkisi | Yazar Müslüm Kabadayı

Müslüm Kabadayı, Ayşe Yetişen, Hüseyin Habip Taşkın ve Ali Fuat Karaöz’ün konuşmacı oldukları “Doğa-Emek-Edebiyat ve Siyaset İlişkisi” konulu panel, 30 Nisan 2022’de İzmir Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. İnteraktif biçimde gerçekleşen panelin katılımcılar açısından da verimli geçtiği görüldü.

İlk konuşmacı Müslüm Kabadayı, “Doğanın fiziki, coğrafi olduğu kadar insani-toplumsal ilişkiler bakımından da diyalektiği bulunuyor. Bunun yasalarının da çok iyi kavranarak eşit ve özgür bir toplumsal yaşam modelinin güncellenmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu panelde bizler, ülkemiz ve Dünya’da yaşanan bu temel soruna emek-edebiyat-siyaset açısından nasıl yaklaşıldığını ve nasıl yaklaşılması gerektiğini ortaya koymaya çalışacağız.” dedi.

Doğanın ve insan bedeninin dörtte üçünün sudan oluştuğunu, dolayısıyla doğadaki tüm canlıların yaşamsal faaliyetlerini sürdürebilmeleri için öncelikle temiz su ihtiyacının karşılanması gerektiğini vurgulayan Kabadayı, su kaynaklarının ticarileştirilmesine son vererek hem bütün insanların ücretsiz kullanımının hem de tarım alanlarının kolektif mülkiyetle planlı üretim için sulanmasının gerektiğini dile getirdi. Edebiyatta suyun, “ab-ı hayat” olarak betimlendiğini, dolayısıyla suyu kirleten ve ticarileştirenlerin hayatı kirlettiğinin altını çizdi.

Tanzimat şairlerinden Muallim Naci’nin, “Su her şeyi temizler ama yalnız yüz karasını temizleyemez.” sözünü hatırlatarak, “Bugün su başta olmak üzere her şeyi metalaştırıp kirleten kapitalizmin yüz karasını tarihin çöplüğüne atıp insana yaşama sevinci veren bir doğa-toplumsal yaşam ilişkisini kurmak zorundayız.” dedi.

Köy Enstitülü şair Ali Yüce’nin “Coğrafya” şiirini okuyarak, bunun tüm okullarda ders kitaplarına konması ve okutulup üzerinde dil-anlatım bakımından çalışma yapılması gerektiğini vurgulayan Müslüm Kabadayı, yeni yayımlanan “Munzur’(l)a Koşan Çocuk” romanında coğrafya/insan-toplum ilişkisinin nasıl biçimlendiğine değindi. Bugün Dersim coğrafyasında devam eden khal gağan kültürünün, üretim-paylaşım ilişkisinin doğal yaşam atmosferi içinde nasıl biçimlendiğini anlatan önemli örneklerden biri olduğunu açıkladı.

Buradan hareketle, doğadaki tüm varlıkların yaşam döngüsünü sağlam ve sürdürülebilir bir temelde belirlemek gerektiğinin altını çizdi. Bunun aksine doğayı meta olarak kullanan kapitalizmin, Dünya’da birçok gölün kurutulmasında görüldüğü gibi ülkemizde de Amik Gölü’nü kurutarak göçmen kuşlar başta olmak üzere doğanın dengesini bozduğunu örnekledi. Kuruyan gölle ortaya çıkan araziyi mülkiyetlerine geçiren toprak kapitalistlerinin, yer altı sularını da kuruma noktasına getirdiğini belirtti.

“Gölgesini satamadığı ağacı kesen sermaye”nin maden çıkarmak adına doğayı siyanürlediğini, zeytin ağaçlarını kestiğini, dolar kazanmak için Tunceli ve Maraş’taki dağ keçilerinin avlanması için ihale yaptığını, ancak yürekli kır emekçilerinin ve çevrecilerin mücadelesi sonucunda geri adım atmak zorunda kaldığını dile getirdi. Bu örneklerin bir toplumsal mücadeleye dönüşmesi için ortak mücadeleyi örgütlemek gerektiğini vurguladı.

Doğanın en önemli parçası olan deniz ve dağların şiir, öykü, roman ve tiyatro eserlerine nasıl yansıdığıyla ilgili örnekler veren Kabadayı, özellikle şairlerin bunlarla ilgili çok etkileyici ve anlamlı imgeler bulduklarını açıkladı.

Ahmet Erhan’ın Deniz Kızı İçin Şiirler-IV’te “Seviyorum, ırmaklar gibi boşanıyor / Bu sözcükler yüreğimden / Deniz oluyor da sonra, köpürüp inleyen / Bütün kıyılarımda saçların uzanıyor” dizelerinden başlayarak, “C. Baudelaire, F.Garcia Lorca, Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet ve Ahmed Arif’in şiirlerinden örnekler verdi. “Deniz / gülümsüyor uzaktan. /Dişleri köpükten, /dudakları gök.” diye denizi betimleyen F. Garcia Lorca’nın “Ağlarım suyunu denizlerin, yiğit, / suyunu denizlerin.” dizeleriyle deniz suyunu gözyaşıyla ilişkilendirmesi çok zengin anlam içerdiğinin üzerinde durdu.

Gülten Akın’ın “Tele Zaman” şiirinde “Kabuklaşabilir akrep kendi hızında/ Yılanların derileri demirden/ Düşlerimiz kırılıp ufalanıp/Gelincikler soluyor dokunmadan/Deniz uzaklaşıyor” dizeleriyle doğanın yaşamı yeniden üretme, özelliğini yok eden cama-betona boğma saldırısı nedeniyle denizlerin insandan uzaklaşma tehlikesine dikkat çektiğini vurgulayan Müslüm Kabadayı, nehirleri, dağları, ormanları, zeytin ağaçlarını şiir, öykü, roman vd. edebi türlerle anlatan Sabahattin Ali, Ahmed Arif, Yaşar Kemal, Cevat Şakir Kabaağaçlı’dan örnekler verdi.

Ayrıca doğadaki her varlığın nicel ve nitel özelliğine uygun biçimde toplumsal yaşamda yerini almasında edebiyatın işlevini dile getirdi. Arthur Miller’in “Satıcının Ölümü” yapıtından örnek vererek, edebiyatın insana doğayı sevme, koruma ve yaşatma bilinci kazandırdığını anlattı.

İkinci konuşmacı Ayşe Yetişen, çevre sorunlarının nedenlerini doğal kaynakların sermaye tarafından kar amaçlı yağmalanması, şehirlere göç olgusu, bilinçsiz tüketicilik, yoğun kimyasal kullanımı vd. olarak betimledi. Hava, gürültü, ısı, ışık, toprak, görüntü kirliliği vd. sorunların insanların sağlığını ve toplumsal ilişkilerini bozduğunu belirten Yetişen, “Kapitalizm ve emperyalizm, doğanın talanında sınır tanımıyor. Türkiye’de Ege Bölgesi’nde de doğa katledilmeye devam ediliyor. Maden ocaklarıyla, yangınlarla, nükleer santrallerle, Hes’lerle, betonlaşmayla doğadaki denge sarsılıyor. Yaşam alanlarımız yaşanmaz hale getiriliyor.” dedi.

Gaziemir Akçay Caddesi üzerinde zehir saçan kurşun ve döküm fabrikasının, 2010’da Torbalı’ya taşındığına dikkat çeken Ayşe Yetişen, buradaki tarım alanlarının şimdi tehlike altına girdiğini belirtti. Bergama’nın Ovacık köyündeki altın madeninin de çevreye ciddi zararları olduğunu anlatan Yetişen, Kütahya’daki Eti Gümüş A.Ş’ye ait gümüş madeni tesisindeki atık barajının çökmesi felaketinin nelere yol açtığını örneklerle açıkladı. Bunların mutlaka zararlı olmaktan çıkarılması için bilimsel çalışmalara ve yeni teknolojilere başvurulması gerektiğinin altını çizdi.

Üçüncü konuşmacı Hüseyin Habip Taşkın, “Eskiden söylenen bir konuşma vardı. Doğal felaketler. Yıllar sonra bu konuşmanın yerini İNSAN FELAKETLERİ aldı. Teknoloji yenilendikçe Kapitalizm azgınca sömürüsünü hızlandırdı. Sömürü arttıkça insan eliyle hazırlanan felaketler doğanın her yerinde görünmeye başlandı.” diyerek konuşmasına başladı. Doğanın kapitalizmin daha çok kâr elde etmek için yaptığı saldırılarla kirletildiğine dikkat çeken Taşkın, “İzmir Körfezinde İnciraltı, Konak alanına kadar uzanan ve oradan Bayraklı, Karşıyaka’da 1976 yılında denize giriliyordu. Denizin dibi cam gibi gözüküyordu. Konak vapur iskelesinde toplanan kalabalık demir parayı bulunduğu yerden az öteye atarak suya atlayanlar tarafından çıkarılırdı. Kişinin sudaki hareketleri farklı açılardan görünürdü.” dedi.

İzmir Körfezi’nin kirletilmesi yanında dolguyla daraltıldığına dikkat çeken Hüseyin Habip Taşkın, bu dolgu üzerine yapılan yüksek binaların, tesislerin İzmir’in depremi bakımından büyük risk oluşturduğunu dile getirdi. Türkiye’de 1861 Maden Nizamnamesiyle başlayan madenciliğin, Fransız, İngiliz sömürgeciliğinin önemli araçlarından biri haline geldiğini vurgulayan Taşkın, İzmir’de de Efemçukuru Altın Madeni Projesi ile İzmir ili, Menderes ilçesi sınırında, Efemçukuru köyü yakınlarında faaliyete geçtiğini, esas sahiplerinin Kanadalı olduğunu vurguladı.

Çernobil faciasına değinen Taşkın, bakanların halkın gözünün içine baka baka yalan söylediklerini, dolayısıyla sermayenin temsilcilerinin hiçbir inandırıcılıklarının kalmadığının altını çizdi. Geleceğimizi karartan bu uygulamalar karşısında toplumsal bir mücadeleye ihtiyaç duyulduğunu, halkın sağlığını ve insanın yaşama sevincini güçlendiren toplumcu politikalar için harekete geçilmesi gerektiğini belirtti.

Son sözü alan Ali Fuat Karaöz, Maksim Gorki’nin insanın güzellik algısının yaşadığı coğrafyaya göre biçimlendiğinden söz ettiğini belirttikten sonra, “İnsanın doğaya egemen olma çabası meşru yaşam alanlarının çok ötesinde bir noktaya geldi, burjuva uygarlığı dünyayı çöplüğe dönüştürmek için dörtnala koşuyor. Bu aymazlık, insanın temel ihtiyaçlarından, yaşam kavgasından öte, dünyanın düzenini, iklimini alt üst etti, sermayenin sınır tanımaz vahşiliği tüm hızıyla sürüyor. Kutuplardaki buzulların erimesi, seller, felaketler, iklim değişikliği bile burjuvaziyi durduramıyor, elbette ki buna etken sermayenin içkin olan yapısı, durduğu anda yıkılacağını biliyor, yani ayakta kalabilmesi için doğayı ve emeği sömürmesi gerekiyor. Bunu durdurabilecek güç, işçi ve emekçilerin birlikte mücadelesi olabilir ancak.” dedi.

İzmir İnciraltı’nın yapılaşmaya açılmasından, Kültürpark’ın yağmalanmak istenmesinden söz eden Karaöz, dikkati “Çeşme Turizm Projesi”ne çekti. Yarımada olarak adlandırılan Çeşme, Urla, Seferihisar, Karaburun ilçelerinin her gün bir başka saldırıyla karşı karşıya geldiğini vurgulayan Ali Fuat Karaöz, buralarda taş ocaklarının, res’lerin yol açtığı tehlikeyi vurguladı.

“Ağustos 2019’da bir Cumhurbaşkanlığı kararıyla “Çeşme Kültür ve Turizm Gelişim Bölgesi” ilan edildi. Şubat 2020’de yeni bir kararla bölge sınırları genişletildi. “Çeşme Kültür ve Turizm Gelişim Bölgesi” 16 bin 624 hektarlık bir alanı kapsıyor. Bu alan, Çeşme Yarımadası’nın yüzde 55’ini oluşturuyor. Alaçatı ile Zeytineli arasındaki alanı ve Ildır civarını içeren, yüzde 97’si kamuya ait olan bir bölge burası.

Bölgenin neredeyse yarısı, 2017 öncesinde 1. Derece Doğal Sit olarak tanımlanmış. Bu karar 2017’de değiştirilmiş. Şu anda nitelikli doğal koruma alanı 2157 hektar, sürdürülebilir koruma alanı 2116 hektar. Arkeolojik alan büyüklüğü de 316 hektar. Ayrıca proje alanının dörtte birinden fazlası orman ve çoğunluğu bölgenin karakteristik bitkisi zeytinliklerden oluşan önemli bir tarım rezervi bulunuyor. Proje karayla da yetinmiyor, Alaçatı ve Ildır bölgesinde 47km’lik kıyıyı ve 2000 hektara yakın deniz alanını da kapsıyor.

Kültür ve Turizm Bakanı’nın İzmir’de düzenlediği ikna toplantılarından basına yansıyanlar dışında proje hakkında doğru dürüst bir bilgi yok. Yani aslında ortada bir proje filan yok.” dedi. Karaöz, İzmir’in geleceğini yakından ilgilendiren bunlar karşısında halkın bilinçlendirilip harekete geçirilmesinin, geleceğine sahip çıkmasının şart olduğunu dile getirdi.

       Panel, katılımcıların sorularının yanıtlanmasıyla bitirildi.

 

 

 

 

Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.