Nermin Akkan Hakkında | Prof. Dr.Nâzım Hikmet Polat
Haftanın Yazarı: Nermin Akkan
Prof. Dr.Nâzım Hikmet Polat, Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Nermin Akkan, Hece Mavisi (2018), Ayrıksı Çiçekler (2019), Cerensiz Olmaz –Anne ile Kızın Uzun Yolculuğu- (2019), Yayla Rüzgârı (2020) ve Kimsesiz Şiirlei’nden (2021) sonra altıncı eseridir.
1971’de birlikte çatısı altına girdiği Tokat Öğretmen Okulu yıllarında şiirleriyle tanıdığı, ama derste yaptığı – kimsenin aklına gelmeyecek dil oyunlarıyla örülü esprilerinden dolayı, ilerde Ahmet Haşim kalemiyle yazılmış mizah bulutlarından aldığı nemi serpen bir deneme yazarı olarak göreceğimizi düşünmüş. Şimdi onun görebildiği yazıları, aradan geçen uzun yıllar boyunca o kalem daha nice mürekkeple karşılaşsa da hepsini silerek kendine özgü karakteristik yazıyı ortaya çıkarmaya çabalamış.
Çabanın ne kadar şuurlu olduğu hakkında fikir yürütebilmek metinlerin iç dünyasındaki cehennemî kavuruculuğun da serinletici “yayla rüzgârlarının da kalbe aktığı ilham dönemlerinden okuyucuya vardığı son güne kadarki kılık değiştirmelerini bilmek gerekir.
Bu ancak yazdıklarını bir kitap için biriktirmek yerine peyderpey yayımlamayı seçen kalem erbâbı için denenebilecek bir yoldur.
Benim tanıdığım Nermin Akkan imzası, dergilerden geçme sabır ve tahammülünü göstermedi veya bu tarzı kendi sanat serüveni için eğitici-öğretici olmaktan ziyade oyalayıcı saydı.
Belki sanat hayatı için bunun da olumlu bir yanı vardır. Fakat her ne olursa olsun bugün onun imzasını taşıyan altı kitap, peşi sıra daha nicelerini sürükleyip şiirseverlerle tanıştıracağını müjdeliyor. Çünkü şiir sanatı önce bir ilham meselesidir.
Bilim; ısrarın yorucu, ihtiyarlatıcı ömür törpüsüyle kazanılabilir. Fakat sanatta ilhamsız gayret, olduğu yerde debelenmek dışında bir sonuç vermez.
Hemen ifade etmeliyiz ki ilham ankasının kanatları da “yorulmaz” değildir. Edebî eserin yegâne malzemesi dil olduğuna göre dil işçiliğinin gereğine ve yararına inanmadan şair olmayı ummak, sadece ham hayaldir. Nermin Akkan imzasının altındaki asıl edebî değer de -bence- bu noktadadır. O, hepimizin günlük dilde yorduğu kelimeleri yoğurup yeni hayallerin toprağına dikiyor. Konuşma dili ile edebî dilin -ama özellikle şiir dilinin- farkı bu noktadadır.
Günlük dilde her birimiz hayat tecrübelerimizle bir sitenin veya birbirinden kopya yoluyla bolca yapılan TOKİ konutlarının inşaatına tanık olmuşuzdur. Bilmem kaçıncı kata beton dökmeyi, sezebiliyorsak yüklenici firma hilelerini anlatarak muhatabımızın canını sıkabiliriz. Mühendis isek aynı işin teknik taraflarından aynı biçimde bahsedebiliriz. Bu, günlük dildir; bilim dili de bundan pek farklı konuşmayan mühendisin dilidir. Ama ta 14-15. yüzyıldan seslenen Hacı Bayram Veli’nin
Nâgihân ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm
Ben dahi bile yapıldım taş u toprak arasında
Mısralarında, o insan-mekân ilişkisinin sırrı, büyüsü ve sıcaklığı vardır.
İlk mısraı hayat tecrübesi sayabilirsiniz ama ikinci mısra dil malzemesiyle yeni bir dünya kurmaktır.
“Ben dahi bile yapıldım…”
Şehir, taş ve toprakla yapılır fakat insan için artık sadece taş ve toprak değildir. İnsanın sanat yoluyla yeni bir dünya kurması, kendi kendini de yeniden inşa etmesidir. Edebî dilin malzemesi taş ve toprak gibi ayağımız altındaki dünyada bir millî miras olarak vardır. Hâlbuki anamızdan öğrendiğimiz taş ve toprak kelimeleriyle yepyeni bir dünyayı ve içinde kendimizi nasıl inşa edeceğimizi, çok basit sanılan ama esasen sehl-i mümteni olan bir söyleyişle bu Türkmen kocası, bu ruh mimarı ne güzel anlatmıştır.
Gözü genç olanın da yaşlı olanın da, şen olanın da yaslı olanın da Nermin Akkan’ın şiir dünyasında görebileceği ilk özellik işte bu “şiir dili” başarısıdır. O başarı, daha kitabın adıyla kendini gösteriyor: “Sabahın Mısmıl Yüzü”…
Günümüz Türkçesinde “mısmıl” kelimesi, eti yemede dinî sakınca bulunmayan hayvanlar için kullanan, temiz ve pâk olma durumunu belirten terimleşmiş bir kelimedir. Bu anlamda kullanım, dilin günlük hayattaki şeklidir. Fakat aynı kelime “sabah”ın sıfatı yapılırsa, buradan yepyeni bir hayal doğar ki yeni bir dünya kurmak, onu kurgunun yolunu döşeyen yeni bir “şiir dil”i bulmak da böyle olur.
Belli ki pecesinde şafağı karşılamış
Çiseyle yunuk özü sabahın mısmıl yüzü
Uykuyu gecesinde yavuksuz çarşılamış
Arınık gönül gözü sabahın mısmıl yüzü
Şiir dilinin diğer önemli bir göstergesi, bir durumu, eylemi, kavramı veya nesneyi söze dökmeden manâya kavuşturmak, hayale büründürmektir. İki insanın tasviri: Biri çok üzgün, kendini kendinden bile saklayacak kadar üzgün; öteki, muhatabına duyarsız, şen şakrak, toya gider gibi, çayırında zıplayan tay gibi… Birinin eli böğründe, diğeri kuş sütü eksik sofralarda beslenen narsist!.. Şairemiz, onların mümeyyiz vasıflarını, “üzgün” ve “şen” yahut “kahrolan” ve “duyarsız” sıfatlarını hiç mi hiç kullanmadan iki ayrı dünya hâlinde şiir diliyle edebiyat iklimine aktarıyor:
Başım boynuma inmişti ongun omuz arıyordu
Sense toya yol alıyor beni bana salıyordun
Ki sen hep kendine aydın her daim kendinci taydın
Kolum yenime sinmişti gözüm ufku tarıyordu
Sense kendinde kalıyor ehl-i keyfe dalıyordun
Ki sen kuş sütü aştaydın yedi yarenli ataydın
“Başı boynuna inmiş” ve “ongun omuz arayan” biri, bezgin / üzgün, mutsuz / umutsuz insan tipi daha ne kadar uç noktada ifade edilebilir ki?..
Akkan’ın şiir dilinde, istiâre kurarken söz servetini nasıl cömertçe harcadığını, kelimeleri bir iplik gibi nasıl eğerek-bükerek, birbirine ulayıp bıkkın ruh misali düğümleyerek, âdetâ matruşka oynar gibi birinin içinden diğerini çıkarışını şüphesiz hissetmiş hatta ayan-beyan görmüşlerdir.
Unutmadan eklemeliyim. İlk bendini kaydettiğim şiirin başlığı;
“Başlı Başına Hataydın”. Dört bendin her biri bununla kafiye teşkil ediyor: taydın / ataydın – hataydın / ihataydın / Şah Hatay’dın…
Demek ki şaire, bizi zihnen şiir tayının yelesini tutturarak Şah Hataî’ye götürdükten, Hatay’da gezdirdikten sonra anlıyoruz ki hamurumuz, mayamız hatâ imiş.
Şairenin gerçek amacı Şah Hatayî’nin macerasına atıfta bulunmak olsaydı bunu başka türlü de yapabilirdi. Belli ki bu kullanımla muhatabına “sen hatasın, hataların şahısın!” diyerek nihaî atışını yapıyor. Sadece bu kelime üzerindeki kuyumculuk, şiir kumaşının ne yüksek bir dikkatle tehziplendiğini anlamaya kâfidir. Ama biliyorum ki Akkan’ın hınç ölçüsündeki keskin duygu dünyasını bu kafiyeyi bir çekiç gibi kullanmasından anladınız.
Anlaşılıyor ki şairemiz Nermin’dir ama kalamindeki mürekkep “al” değilse de Ak-Kandır. Öyleyse diğer bentlerinin son mısralarını alarak bir kolaj yapmak gerekli olmuştur:
Ki sen keyfi naş naştaydın başlı başına hataydın
Ki sen oyun oynaştaydın ayalinle ihataydın
Ki sen taysız toynaştaydın altın tahtta Şah Hatay’dın
Şairemizin sanat cehdi yolunda diğer bir teşebbüsü, metindeki sesi piyano sesi gibi yayılıcı özellikte kullanmaktır. Türkçenin bilinen ilk manzum metinlerinde mısra başında da ses benzerlikleri kuruluyordu.
Klasik dönemlerdeki şiirimizde musammatların varlık sebebi, ses cümbüşünü mısra sonlarından metnin her tarafına yaymaktır. Anlam ile aruz kalıpları arasındaki irtibatı sesle kurarak buna “âheng-i taklidî” demek suretiyle tabiattaki olayların yansılama çabası da aynı ihtiyacın sonucudur.
Şiirde veznin bıktırıcı bir ses bulutu doğurduğuna inananların varlığını unutmamak gerektiğini hepimiz biliriz. Fakat aynı imza sahiplerinin kafiyeyi reddederken ritme kulakları açık tutmaları, ses unsurunun vazgeçilmezliğine delildir.
Nermin Akkan’ın kafiye ile yetinmemesi pek çok şiirinde açık biçimde görülmektedir. Onun elinizdeki kitabında daha iyilerini bulmayı okuyucuya bırakarak ben, baş taraflardaki herhangi bir metnin herhangi bir kısmına parmağımı koyarak söylemek istediğimi örneklemek istedim:
Oğul uşak kız kızan ortağın özge bir can
Çisil çisil aşk sızan var ise göksel bacan
Başak başında kızan
Anadolu babacan
Eninle enli bir can var ise her gün senin
Yüreğine akışı görülesi düşünde
Kınsız kılıç bakışı güllenen gülüşünde
Yazlayıp karakışı
ağırlayan döşünde
Beninle benli bir can var ise her gün senin
Aslında sanat –hele hele şiir için ne denirse densin, hangi kural zikredilirse edilsin, gerçek şairlik bunların hepsinin çok ötesindedir. O öte yer Kafdağı mıdır? Gitmedim, bilemem? Sahici şiir oradaki Zümrüdüanka mıdır, hümâ kuşu mudur? Görmedim, tanıyamam… Ama bilirim ki gerçek şiir iklimine ilk adım, duygulardaki samimiyetle olur, Akkan’ın yazdıklarındaki gibi…
Değerli arkadaşımın şiir dünyası hakkında söylenmesi gereken, söyleyebileceğim daha başka şeyler de var. Fakat onları, gelmesi muhakkak olan yeni eserlerine bırakmak istiyorum. Bu yazı bir ilk… Şimdilik, rengi silik, bilinenlerin ta‘mimi, sıradan ama samimi bir yazı…
Tebrikler dünyaya göklerden bakan, şaire arkadaş Nermin Akkan…
Prof. Dr.Nâzım Hikmet Polat
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi…