Yalıda Sabah | Haldun Taner
Yapı Kredi Yayınları | s.7-9
İn cin uyanmadan denizin üstü de boş gibidir. Bir gece balıkçılı ya da erkenci iki martı sezilir alacakaranlıkta. Amaçsız, kararsız oraya buraya süzülürler. İşgüzar işgüzar kanat çırparken birden durulur, suya konarlar. Ben onları maçtan önce ısınmaya çıkmış çurçur yedek oyunculara benzetirim. Asıl maç çok sonra başlayacak.
Kocaman gövdesi ve iri kanatları ile bir kaşıkçı kuşu çok yükseklerde tur atıyor. Uzakta bir takanın patpatı. Kıyıda böcek gagalayan bir deniz kırlangıcı. Çöpleri eşeleyen uyuz bir köpek. Kara kuşları bu saatte henüz uyku sersemidirler. Kargaların gece tüneği kahvenin yanındaki çınar. Bu çınarın Bizans’tan kaldığı söyleniyor. Kırlangıçlar daha çok sahildeki apartmanların bacalarında, pencere pervazlarında barınıyorlar. Karacılar içinde ilk uyanan yine serçeler. Balkonda onlar için geceden doğradığım ekmekleri didikliyorlar. Kaşıkçı kuşu bir planör gibi iniş yaptı suya. Çevresine bakınıyor.
Sabahın ilk saatleri benim saltanatım. Kırk elli dakika da sürse, bu krallığımın her anını yudum yudum tadarım. Böyle bir tiryakiliğimiz varsa, yaz kış yataktan beşte fırlamak gerek. Sabahı herkesten önce yakalamak için. Ama mahallenin en erkencisi olmak övüncünü benden kapan biri var: Kahveci Rıza Efendi. Ömrübillah güneşi üzerine doğurmamış olmakla övünüyor. Helal olsun. Denizin kişiliği bir başkadır bu saatte. Kokuları başkadır, renkleri başkadır, hele sesler bambaşka. Kokularda tazelik vardır, yıpranmamışlık, koklanmamışlık, rayihasını ilk size teslim ediyormuşluk vardır. Renkler gerçi henüz uçuk, belirsiz ve siliktirler, ama şekilleri muhayyelesi ile tamamlamak yaratıcılığını verdiği için çoğu kimse pastel tonları yeğlemez mi? Seslere gelince, asıl şaşırtıcı olan seslerdir. Sabahın ilk saatlerindeki sesler, insanlığın ilk günlerindeki, ilk insanın, ilk algıladığı seslere benzerler. Yepyeni, taptaze, ürpertici, merak uyandırıcı.
Takanın uzaklaşan patpatı, ayakları ile suyu dövüp ürküttüğü balığı gagası ile havalandıran beyaz pelikanın kanat çırpışı, uzakta bir horozun ilk ötüşü. Hepsi mat, hepsi surdinli, pastel ve asil. Alın tokmağı vurun davula, sabahın ilk saatlerindeki sesi başka çıkar. Rutubet derisini gevşettiğinden mi? Hayır. Sizin kulak zarınız henüz günün hoyrat gürültüleri ile bekaretini yitirmediğinden.
Gün ışıyor artık.
Sabahın ilk saatlerinin suskunluğunu müzikle bile bozmaya kıymamalı. Susmalı, sadece susmalı ve dinlemelidir. Sabah saatlerinin suskunluğu sadece içilmek içindir. İçe sindirilmek için.
Bir yere geç kalmış siyah bordürlü kanatlarıyla telaşlı telaşlı çırpınan, sinirli bir deniz saksağanı sürüsü geçti Moda’ya doğru. İki klakson sesi duygunluğu iki yerinden bıçakladı. İlkokul çocuklarını toparlamaya gelen minibüs şoförü bekletilmekten hoşlanmaz. Bunu bilen bücürler o gelmeden, sırtlarında çantaları, ellerinde sefertasları, anaları tarafından çoktan kaldırıma bırakılmışlardır. Bu beklenip de hâlâ görünürde olmayan, Eczacı Bey’in dombadiz torunu. Her sabah böyledir. Davranamıyor işte, ne yapsın. Erkencilerden şimdi çekeceği var arabada. Üstünlüğünün tadını çıkarmak o yaştan, hatta daha küçükken başlıyor.
Martılar birer ikişer toplaşıyorlar. Yaşam maçı birazdan başlayacak denizin üstünde. Hava üstü milleti ile sualtı tayfası arasında. İşte, mihalcık kuşları da daldı aralarına. Birazdan açıkta dört karabatak dala çıka eğleşiyorlar. Etraf birden şamataya boğuldu. Martılar, acı çığlıklar atarak birbirlerinin ağzından balık kapıyorlar. Çınarın tepesinden, zakkum ağacının dallarından ve telgraf tellerinden, aşağıdaki bu panayırı ukalaca seyreden kargalar var. Neden ukalaca? Her “tepeden bakış”ın içinde ukalalık vardır da ondan. Kaldı ki kargaların ukalalığını yadırgamamalı. Bilimsel testler karganın attan daha zeki olduğunu saptayalı hanidir.
*—*