Uyan Sunam Uyan | Türkü Hikayesi | Kamil Baklacıoğlu
| İsmail Hakkı Sungur
İşte bir zamanlar dilden dile söylenen türkünün hikayesi:
Suna, Fahri Kayahan’ın eşine uygun gördüğü sıfattır. Fahri Kayahan’ın eşinin adı Fahriye’dir. Çok sevmektedir Fahri Bey Suna’sını, yani Fahriye’sini…
Fahri geçimini tambur çalarak sağlar. ( Atatürk ile bizzat aynı ortamda bulunmuş ve övgüsüne de mazhar olmuştur) Suna ise ev hanımıdır.
Devir, o zamanın Malatya’sı…
Ancak sevdiğine sevdiğini söylemenin bile ayıp karşılandığı o dönemde Fahri Bey, her daim söyler Fahriye’ye, ona olan sadakatini ve bağlılığını…
Ve bilir karısının gözlerinin de başka kimselere bakmadığını…
O dönemin kadınlarının en büyük eğlencesidir, haftada bir yapılan hamam sefalarıdır…
Kendilerine ayrılan günde toplanıp hamama gider mahallenin tüm kadınları…
İşte o hamam sefalarından birinde Fahriye’nin sırtında bulunan ve normal şartlarda kıyafetinden asla görünme ihtimali olmayan bir ben dikkatini çeker, hamamda bulunan ve Suna’nın yakın arkadaşı olan kadınlardan birinin (adının Neriman olduğu rivayet edilir)…
Fahriye’nin sırtındaki beni gören kadın, akşam eve geldiğinde laf arasında eşine Fahriye’nin sırtında ben olduğunu anlatır…
Aradan zaman geçer…
Fahri Kayahan, bir gün evlerinin yakınında bulunan kahvede o bey ile karşılaşır…
Aralarındaki sohbet, belli bir süre sonra tartışmaya dönüşür ve olay karşılıklı hakarete kadar gider…
Fahri Kayahan hiddetle cevap verir o beye: “Bir daha karşıma çıkma, seni el âleme rezil ederim.” der.
Bu tehdit karşısında sinirlerine hâkim olamayan ve sırf Fahri Kayahan’ı yaralamak gayesiyle hareket eden o adamın dudaklarından şu sözler dökülüverir:
“Sen benimle uğraşacağına kendi karına sahip çık, ben senin karının sırtındaki beni bile bilirim.”
Fahri Kayahan beyninden vurulmuşa döner…
Evet, inanamaz biricik Fahriye’sinin kendisine ihanet ettiğine.
Ama başına gelen neyin nesidir? Elin adamı, Suna’nın sırtındaki beni nerden bilecektir?
Bu sorular kafasında iken eve varır, dayanamaz ve Fahriye’sini karşısına alıp durumu anlatır…
Fahriye, iki gözü iki çeşme yeminler eder Fahri Kayahan’a:
“Aman beyim etme, benim sevgimden, sana sadakatimden nasıl kuşkulanırsın?” der. “Bakar mıyım senden bir başkasına?”
O gece konuşurlar, konuşurlar…
Fahri Kayahan eşine sarılır ve ikna olduğunu söyleyip bir daha hiç açmamacasına konuyu kapatır…
Fakat durum hiç de öyle olmamıştır… O günden sonra istemeden de olsa aklında hep o şüphe,
Fahri Bey karısına kötü davranır…
Yine bir akşam yemekte sudan bir sebeple çıkan tartışma sonrasında Fahri Kayahan ceketini alır, evden ayrılır ve başlar Malatya sokaklarında dolaşmaya…
Eve geldiğinde neredeyse güneş doğmak üzeredir…
Eve girer ve gördüğü manzara karşısında dona kalır… Biricik karısı Suna, kendini asmıştır…
Sallanan ayağının dibinde elinden düşmüş bir mektup durmaktadır. O mektupta Suna son sözlerinde şunları yazmıştır:
“Kusura bakma beyim, ama günlerdir kafandaki soru işaretlerinin sebebini bilmekteyim… Kendimi temize çıkarmak için başka yol göremedim. Şunu bil ki, ben sana hiç ihanet etmedim… “
Fahri Kayahan gözyaşları içinde eşinin cansız bedenini yağlı urgandan ayırır, yere yatırır…
Islak gözlerini silerken bir bakar ki hava aydınlanmıştır…
İçindeki yangın öyle büyüktür ki, sözün bittiği yerde, kelimelerin küllerinden o meşhur türküyü yakmıştır:
“Şafak söktü, Suna’m yine uyanmaz
Hasret çeken gönül derde dayanmaz
Çağırırım Suna’m sesim duyulmaz
Uyan Suna’m uyan, derin uykudan
Nice diyar gezdim gözlerin için
Niye kızdın bana el sözü için
Dilerim Allah’tan sızlasın için
Uyan Suna’m uyan derin uykudan
Çektiğim gönül elinden
Usandım gurbet elinden
Hiç kimse bilmez halimden
Uyan Suna’m, derin uykudan…”
Fahri Kayahan bu elim olaydan sonra bir daha asla Malatya’ya dönmez. Hatta bir gün bir turne için tren yolculuğu yapan Fahri Kayahan’ın treni Malatya’dan geçmektedir. Tren Malatya il sınırına girdiği anda Fahri Kayahan yere kapaklanır ve Malatya il sınırından çıkana kadar bu vaziyette kalır…
Yazar: Kamil Baklacıoğlu