Dolar 34,5055
Euro 36,4583
Altın 2.955,93
BİST 9.084,29
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Hatay 18 °C
Az Bulutlu

Zamanaşımsız Olmak | Müslüm Kabadayı

06.05.2021
739
A+
A-
Zamanaşımsız Olmak | Müslüm Kabadayı

Yunus Emre, Karacaoğlan, Ahmede Hani, Nâzım Hikmet aynı konu ve temaları işleyiş ve söyleyişte öncekileri aştıkları için edebiyat var oldukça yaşayacaklardır.

Maddenin boyutlarından biri olarak zaman, maddenin diyalektiğinin de izdüşümüdür. İnsan türü için zamanın en dar ve en geniş boyutu arasında sıçramalı bir etkileşim söz konusudur. Anlaşılır kılmak için çokça örnek verilebilir. Radyum ve polonyum elementlerini eşi Pierre ile bulan, Sorbon Üniversitesi’nde ilk kadın profesör olan Madam Curie’yi bilim alanından örneklemeyi anlamlı buluyorum. Bugün kemoterapi olarak bilinen tedavi tedavi, literatürde curieterapi olarak bilinir ve bu, yüce bilim insanı Madam Curie’nin deneylerde maruz kaldığı radyasyon nedeniyle ölümünden alınan dersle kazanılmış önemli bir bilgidir. Eğer Madam Curie, radyasyona maruz kalan bedeninin her gün erimekte olduğuna aldırıp bilimsel çalışmalarından vazgeçseydi, bugün tümörlerin tedavisi dahil birçok buluşun gerçekleşmesi belki çok gecikecekti. Burada, kritik zamanlarda kritik karar verme cesareti ve başarısından söz ettiğim açık. Özellikle bilim alanında erkek egemenliğinin olduğu bir dönemde kocası Pierre’nin bir kaza sonucu ölümü üzerine içine, çocuklarına bakmak için evine kapanmayı tercih etseydi Madam Curie, bu alanda zaman ağır işleyecekti. Zamanında cesurca kritik kararlar verip bilimsel, sanatsal, siyasal kararlar veren insanlar, sadece koşulları değiştirmezler, ayrıca zamanı hızlandırırlar.

            Bir de sıradan bir insanın, kritik zamanda cesur bir kararla harekete geçmesini örneklemekte yarar görüyorum. Gazi Mustafa Kemal ve binlerce askerin zekasının, cesaretinin 18 Mart Zaferi’nde büyük payları olduğu biliniyor. Balıkesir Havran’a bağlı Çamlık köyünden Seyit Ali Çabuk’un Çanakkale Savaşı’nda 275 kiloluk mermiyi kaldırıp topa sürme cesaretini göstermeseydi, o merminin vurduğu Ocean zırhlısı, belki Çanakkale Boğazı’nı geçecek ve savaşın kaderi değişecekti. Bu cesur karar ve uygulama da koşulları değiştirmiş ve zamanı hızlandırmıştır. Çanakkale’de İngiliz emperyalizminin önü kesilmesi; 1912’de RSDİP’ten sosyalist devrim kararlılığıyla ayrılıp Bolşevik hareketini ayağa kaldıran Lenin’in, “Bütün iktidar Sovyetlere!” diyen Ekim Devrimi’ni taçlandırmasına katkıda bulunmuştur. Sovyetler Birliği’nin kurulması da; işgalci Çarlık ordusunun Osmanlı topraklarından çekilmesine, Anadolu’yu işgal eden yedi düvele karşı Kurtuluş Savaşı başlatma kararını cesurca alan Mustafa Kemal önderliğinde bu savaşın kazanılmasında etkili olmuştur. Kurulan Cumhuriyet’i ilk tanıyan ülke de SSCB olmuştur.

            Toplumları ilerleten, insanlığı geliştiren böyle cesur kritik kararlar alma ve bunu ölümüne mücadeleye, uygulamaya dönüştürme örnekleri kadar, toplumları gerileten, insanlığı savaşlarla yıkıma sürükleyen kararlar(kişiler) da tersinden örneklenebilir. Bunlarla konuyu uzatmak istemiyorum. Esas olarak edebiyat-sanat-kültür alanındaki “zamanaşımsız” insanlar konusuna değinmek istiyorum. Kestirmeden bir cümle kurarak konuyu deşmeye çalışayım. “Büyük anlatıcı Homeros üç bin yaşında.” “Âmâ ozan Homeros, niye zamanaşımına uğramadı?” sorusuyla devam edeyim. İnsanın kişilik kazanmasının ya da geliştirmesinin dinamikleri olan aşkı, mücadeleyi, ihaneti, savaşı destansı bir anlatımla işlediği için diyebiliriz. Bu dinamikleri sayısız ozan, yazar işlemiştir ama hepsi zamanaşımsız olamamışlardır. Burada haksızlığa ya da yoksunluğa uğrayanlar olduğunu da hesaba katarak, temel neden, kendilerinden öncekileri işleyiş ve söyleyiş güzelliğinde aşamamaktır, diye bilirtebiliriz.

            Yunus Emre, Karacaoğlan, Ahmede Hani, Nâzım Hikmet aynı konu ve temaları işleyiş ve söyleyişte öncekileri aştıkları için edebiyat var oldukça yaşayacaklardır. Onlar gibi yaşayacağını öngördüğümüz şair-yazarlardan biri de Ali Yüce’dir. 1928’de Hatay Yayladağı ilçesinin Hisarcık köyünde doğup yoksulluklar ve yoksunluklar içinde büyüyen Ali Yüce de, babasının, köylülerin engellemesine karşın Düziçi Köy Enstitüsü’ne gitme kararını alıp dağdan taştan kaçarak gitmeseydi, bugün biz böyle bir öngörüde bulunamayacaktık.

            Peki, neden Ali Yüce zamanaşımsız olacaktır? Başka etkenler bir yana, onun şiirinde yaşamdaki çatışma ve çelişkilerin püf noktalarını ince ve derin bir mizah diliyle işlemesi, bunu da yalınlığın zengin söyleyişiyle, sözcük mozaiğinden oluşan dize kuruluşuyla gerçekleştirecektir. 1994’te İtalya’nın Palermo kentinde yapılan Akdeniz Şiir Yarışmasında birincilik ödülü alan “Olmaca” şiiri, her koşulda zamanaşımına direnecektir. “Ben tüfek olsaydım eğer/ Patlamazdım kimsenin üstüne/ Bir tetiğimden utanırdım/ Bir de eğri parmağımdan/ İnsan amcaların” dizeleri, her çağda gözlerini kan bürüyen insanlara tutulmuş şiir aynası olacaktır. Ali Yüce, 29 Nisan 2015’te toprağına kavuştu. Onun şiirleri, Ruhi Su’nun “Mürselekli Kadınlar” diye çığıran sesinde, “Anamı Arıyorum” diyenlerin dilinde, “Antakya Çarşıları”nda dolaşanların gözlerinde yaşıyor, yaşayacak.       

            Yıllar mı çabuk geçiyor, yoksa biz mi hızla yaş alıp yıllanıyoruz bilemiyorum ama onun aramızdan ayrılmasının üzerinden altı yıl geçti. Bugünlerde, sevgili oğlu Prof. Dr. Galip Yüce, beni onurlandıran ve aynı zamanda üstüme büyük sorumluluk yükleyen bir iş yaptı. Babasının kütüphanesinden dört koli kitap ve dergiyi teslim etti. Kendisine teşekkür ediyorum. Bunları tek tek gözden geçirirken üzerlerine ya da eklediği kağıtlara aldığı notları okudum. Üşenmeden göz nuru dökerek ve el emeğiyle yazdığı bu notlardaki müthiş saptama, değerlendirme ve eleştirileri okudukça bilincimin tazelendiğini fark ettim.

            Mahmut Makal’ın “Yeraltında Bir Anadolu” kitabına düştüğü notlardan biri şöyle: “Barış gönüllülerinin ilginç araştırmaları, halkın yapısını, dini inançlarını anlamak için sordukları soru tipleri, bugünkü emperyalizme bağımlı dinselleştirilmiş Türkiye’yi yaratmak için yapılmıştır.”     

            Fay Kırby tarafından kaleme alınan “Türkiye’de Köy Enstitüleri” kitabına düştüğü not da, bir öncekini tamamlar nitelikte. Şöyle: “Barış gönüllüsü Fay Kırby’nin görevi,Balkan göçmenlerinin köylerdeki durumunu incelemek iken, karşısına her yerde Köy Enstitüleri çıkar. Asıl görevini bırakıp Köy Enstitülerini inceler. Amerika’dan tepki geleceğini düşünerek Kanada uyruğuna geçer.”

            Olanak buldukça Ali Yüce’nin bu notlarını incelemeye, değerlendirmeye çalışacağım. İlk kez karşılaştığım ve okumak için can attığım kitapları raflara dizerken, şunu düşünmedim değil: “Bizden sonra bu kitapları kütüphanesinde koruyacak, okuyacak ve sonraki kuşaklara devredecek gençler, çocuklar yetişecek mi acaba?” “Dijitalleşmenin yıkıma uğradığı bir zaman gelir de bu kitaplara dokunma, onları okuma ihtiyacı hissedenler çoğalırsa…” diye de düşüncemin devamını getirmedim değil…

            Bu düşünce yoğunluğuna beni yönlendiren kitaplarından yola çıkarak Ali Yüce’yi saygı ve özlemle anıyorum. Onun şiir ışıldağının her yeni nesli aydınlatmasını diliyorum.

Müslüm Kabadayı
Ömrün Altmışında | Müslüm Kabadayı 1960 restorasyonunda doğduğumda Hatay Kışlak’ta Köyümüz yurtsever kafalarla koşuyormuş aydınlığa O dönemde bırakmış babam ocak söndüren kumarı Anam derdi, senin gözlerin verdirdi ona bu kararı Elimde kitapla çobanlık yapardım, Keldağlıydı suyum Bir kamyonla ilk kez Amanoslar’ı aştığımda altıydı yaşım Ve Misis tarlalarında çalışırken pamuk çalısı kadardı boyum On birimde Düldül Dağı’ndan sızan kanımdı Sabunçayı Düziçi İlköğretmen Okulu’nda bilgi çiçeklerimi suladı On altımda öğretmenlik hakkım için çıktım boykota MC’nin sürgün okuyla fırlatıldım Çanakkale Boğazı’na Büyük kavga suları dar boğazlardan süzüldüm On sekizimde Ankara’da DTCF’ye yazıldım Yirmi ikimde “Mamak Üniversitesi” zindanına atıldım Kaybettiğimde elli yedisindeydi ayağı kesik babam İğnenin deliğinden Hindistan’ı görürdü, şekere yenildi tamam Elim iş, aklım güç tuttuğundan beri yüklerim hep ağırlaştı 12 Eylül zulmüyle ülkem kararırken, vicdanlar sağırlaştı Gölbaşı’nda başladım teknik işe yirmi beşimde, işim çizim ölçüm Yirmi altımda “Yoğunluk Sanat Kitabı”nda yer aldı ilk öyküm Yirmi yedi yaşımda atandım çok istediğim öğretmenliğe Üç ay sonra gbt’yle atıldım teknik ressamlık mesleğime Acılar ve zordan süzüldü balım, özümü bağladım hilesiz alın terime Ülkemde ilk kez gbt’yi çöpe attırdım, mahkemede bir yaz tatilinde Trabzon’da tiyatroya giderek, şeytanın bacağını kırdık öğrencilerimle O yıl sevdalandım bir Laz kızına, kar teptim saatlerce ona kavuşmak için Meydanlarda keskinleştirdim sınıf bilincimi, karanlıkla savaşmak için Polatlı Tahtaköprü’de, yeni evli küçük kardeşimizi toprakladı elektrik Gök ekinimiz biçildiğinde harlanan acımızla hepimiz şekere kesildik Sürgün yediğimde Maçka deresine, kentli ve dağlı dostlar kazandım Kuzeyhaber, Hamsi ve Kıyı’da kalemi yüreğime batırıp yazandım Hayatın uzun sokaklarında yürüdüm, mücadele estetiğinden aldım haz Otuz ikimde baba oldum, kucağıma verildiğinde çonamız İlkyaz Esmer bakışlı gözünün ışığında, hiç sönmeyecek gibi duruyordu faz Otuz üçümde yerleştik, Asi’nin meltemiyle nefeslenen Antakya’ya Burada savaş açtım, sendika başkanlığımla olağanüstü kuşatmaya Otuz beşimde İnsancıl dergisi temsilciliğiyle şahlandırdık sanatı Eski ve yeni kuşak yoldaşça buluştuk, bozuldu paranın saltanatı Akrepler, ekmek teknemde kuyruk salladılar durmadan Yüreğim daralsa da aştım engelleri, beynimi burmadan Hiç yüksünmedim, eskiyeni yıkıp ileri olanı kurmaktan Otuz sekizimde Subaşılı öğrenci cıvıltısına karıştı sesim Kırkımda eşimden vurdular yüreğime, sandım kesildi nefesim Kırılsam da sardım yaralarımı, kopmadım hiç kızımdan Ne geldiyse başıma, sınıfa sınıf savaşımındaki hızımdan Aynı yıl gördüm emperyalizmin çöplüğünü New York’ta Yedi candık, uygarlıklar beşiği Antakya’yı çoğaltmakta Anamızı verdiğimizde toprağa kırk birimdeydim bahar yeli esiyordu Doğa dışımızda yeşerirken, anasızlık testere olup içimizi kesiyordu Damar damar işleyip toprağımızı, dişe diş dirençle çevirdim çarkımı “Hatay Bibliyografyası”na ekledim “Amik’ten Amanos’a Alkım”ı Kardeşleştik “Karadeniz Karşılaştırmalı Sözlük Denemesi”yle salkımı Amik dergisinde dostlarla harmanladık, yerelle evrenselin biderini Düşünmedik hiçbir zaman, halkamızı çoğaltan emeğin giderini Kırk ikimde komşu halkla sınırları kaldırdım, Şam’a giderek Ortak damarları buldum her adımda, Arvad Adası buna bir örnek Palmira’da onurlandım, Zenobya kafa tutarken Roma’ya Basitburnu’nda selam durdum, kadim dost Cebel-i Akra’ya Kırk bin yıllık aşka kavuştum, Aşkdeniz’den çıktığımda Üçağızlı Mağara’ya Bir kurda zengin Arap dilinin eşiğini adımladım, Besime öğretmenle Beyrut ve Amman ışıklandırdı Adonis’i, yanımdaki çevirmenle Kırk üçümde ikinci kez sevdalandım, Divriğili bir kıza Bir ömür sığdırdık, sönük Ankara’da koşarken bir yaza Kırk altımda “Yoğunluk”ta dirilttim yirmi yıl önceki sanat kitabını Kırk yedimde “Suriye Günlüğü”nde sordum düşmanlıkların hesabını Kırk dokuzumda “Hataylı İki Aşık”ta verdim ozanların imgelerinden Sevdanın harını, ayrılık ve ölümün soğukluğunu dilin belinden Her dönemin devinimi, ivme kattı yürek ve beynime Yıllar sonra onun için döndüm öğrencilik kentime Pişmanlık hiçbir zaman uğramadı gergefli semtime Harlamayı sürdürdüm partide, sendika ve dergilerde üretkenlik ateşimi İlkyaz’ımızla Avrupa’dan döndüğümüzde, burada yitirdim ikinci eşimi En verimli ellili yaşlarımda, sevdalım oldu bir Kürt kızı Çatışmalı ve fışkırmalı diyalektik, oya’ladı bilincimdeki hızı Her taşa vurulduğumda bilendim, hayatı yeniden kurmaya Marifet yüklendik yürekten, başladı Bağlaç dergimiz filize durmaya Hata ve yanlıştan arınmak için başvururum kendimi sorgulamaya Arka arkaya Aşkar abimi, Mustafa canımı, Sabahat ablamı aldı ölüm Elli üçümde “Salkım Saçak Keldağ”la fışkırdı, sularından ilk öyküm Art arda sökün etti kitaplı öykülerim “Közlü Yürekler”, “Dirilten Duyunçlar” “Çölüngelini”nde küllerinden doğdu Zenobya, “Kaplan Ali”yi sevdi dağlılar Elli üçümde Taksim’de Gezi Kitaplığına bağışladım kitaplarımızı Haziran direnişinde embriyolanan Diren’imiz, doldurdu kucaklarımızı Evin’imiz ikiledi kardeşliği, Devrim Stadyumu’nda katıldı İlkyaz’ın mezuniyetine Kuşakların atardamarlarını, ben’lerinde imgeleştirsinler dilerim genişleyen evrene Gezdim, sezdim, eylemledim ve yazdım, mutluyum yaptıklarımdan Altmışımda kronikliğimle koronaya yakalanmadım, umutluyum yarından Sevda’yla yarattık “Avrupa’nın Yüzleri”ni, memnunum can dostlarımdan Ömür bu, çizik-yazık-keşkeyle değil, insanlar yeniden (t)üreterek paylaşsın Bir gün toprağa düştüğümüzde, ışıklı çocuklarımız meşalemizi taşısın…
BİR YORUM YAZIN
ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.