Uzun İnce Bir Yoldaydı ve Gidiyordu Gündüz Gece | Selma Sayar
Hayat; bahara akıyor…
Bahar; nazlı, narin çocuklara benzer! Ve umudu bağrında besler.
Direnç, canlılık, sevinç, umut ve yenilenme!
Beşi bir yerdedir; beşi de bir arada yaşanır.
Sabahın ilk ışıklarında ‘merhaba’ dedi mi güneş, doğanın bütün canlıları, büyük bir yaşam aşkı ve heyecanıyla çoğalırlar; ağız dolusu gülümseyerek, bütün büyülü güzelliklerini sunarlar doğa anaya!
Renklerin bu denli çeşitliliği, uyumu, canlılığı ve göz alıcılığı hem heyecanlandırır insanı hem de canlandırır. Gözleri kamaştırır!
İçimizdeki tomurcukları çatlatıp, güle dönüştürür!
Aşkların yaşanacağı, özlemlerin buluşacağı, ayrılıkların son bulacağı, barış ve huzur ortamının oluşacağı umudu, sarıverir her yanımızı.
Bunca yıldır; coğrafyamızdaki bunca zulüm, bunca baskı, bunca darbe, bunca savaş, bu gizemli mevsimin, gözlerdeki ve gönüllerdeki büyülü güzelliğini silmeyi başaramamıştır.
Tam da bu mevsimde insanın yüreği de tıpkı ilkbahar gibidir; heyecanlı, mutlu, umutlu, tutkulu, biraz asi, kıpır kıpır ve capcanlıdır!
En çok da yüreği yeniden yaratan, insanı Kaf dağına uçuran ‘aşk’ ateşlenir!
Bu tanımı yapılamaz duygu, insana neler yaptırmaz ki?
Bir söyleşisinde Sunay Akın’dan dinlemiştim:
Mevsim İlkbahar!
“Anadolu’nun orta şehirlerinin birinde bir köyde yavaş yavaş hava kararmaya ve güneş batmaya başlar.
Karanlık iyice çöker köyün üzerine.
Evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır.
Erken yatıp, yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır.
Adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir.
Evin penceresinden karanlık bahçeye vuran ışıkta ağaçların arasında bir gölge belirir.
Kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser.
Kadının sevgilisi bahçededir. Tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir.
Kadın kocasının uyuduğundan emin olunca, sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer ve pencereden aşağıya atlar.
Başka bir adam için, kadın kocasını terk eder.
Koşarlar iki sevgili!
Kaçıyorlar.
Tarlaları, ovaları aşarlar…
Anadolu’da bir köy! Nasıl koşmasınlar ki? Arkalarında onları kovalayacak ne çok şey vardır:
Namus belası!
Töre cinayetleri!
Yoksulluk!
Cefa!
Korku!
Arkalarında bunlar varken, nasıl durabilirler?
Köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca, soluklanmak için dururlar. Kadın duraksamayı fırsat bilip, nefes nefese der ki:
‘Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var; beni rahatsız ediyor.’
Çıkartıp bakarlar ki, ayakkabısının içinde bir tomar para!!!
Kocası, her şeyin farkındadır.
Biliyor ki gidecek!
‘Beni terk edecek, ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti’
Yaban elde muhtaç olmasın diye, o yoksul köylü;
Bütün parasını; başka bir adam için, kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koymuştur…
O güzel insanı,
O onurlu davranışı sergileyen,
O terk edilen adamı hepiniz tanıyorsunuz.
Çünkü O;
Bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi, uzun ince bir yoldaydı ve gidiyordu gündüz gece …”
Soruyorum şimdi:
Bu davranışın tanımını kim, hangi bilim yapabilir?
Mutlaka bir söz söylenmesi gerekirse, ben;
“Aşkı kurtaran adam” diyebilirim ancak…
11